“TALES OF CYPRUS” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” başlıklı internet sayfasını yaratan, çok değerli akademisyen-grafik sanatçısı-araştırmacı yazar arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle’in kaleme aldığı Ağros köyünden Petrakis Ağrodis’in Avustralya’ya uzanan öyküsünü okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, bu konuda şöyle yazıyor:
*** “Petrakis (Peter) Ağrodis, Kıbrıs’ın Ağros köyünde 15 Mayıs 1932’de dünyaya gelmişti. Beş çocuğun en küçüğüydü, babasının adı Savva Stilyanu, annesinin adı Mirianti Çangaridis idi. Kendinen büyük kardeşçiklerinin adı Nikolas (1920 doğumlu), Eleni (1922), Ancelo (1924) ve Elli (1930) idi. Ancak ne yazık ki Elli bacağında osteomiyelit yani kemik iliği iltihabından muzdaripti ve 1946 senesinde henüz 16 yaşındayken hayatını kaybedecekti... Petrakis, kızkardeşi Elli2yle çok yakındı ve bu durum onu derinden etkileyecek, travmatize olmasına yol açacaktı çünkü çocukluğunda kendinden büyük kardeşçikleri evden ayrılmış olduğu için çocukluğunun büyük bölümünü, ablası Elli’ye bakarak geçirmişti...
*** Petrakis meraklı bir öğrenciydi ve okuyup öğrenmeyi çok seviyordu. Çok küçük bir çocukken dahi okula ve eğitime önem vermekteydi. 1944 yılında altıncı sınıfın en iyi öğrencisi olması nedeniyle bir ödül verilmişti ona. Ağros’ta orta dereceli okula dört sene devam etti, sonra da Lefkoşa’ya, Samuel’in İngiliz Okulu’nda liseyi tamamlamaya gönderildi. Şeherde abisi Nikolas ve yengesi Stella’yla kalırken, abisine ait bakkalda da onlara zaman zaman yardım ediyordu...
*** Petrakis, 1951 senesinde, abisi Ancelo’yu (Evangelos) izleyerek Avustralya’ya göç etmeye karar verecekti. Babalarının en küçük kardeşi, amcaları Peter Ağrodis’in davetiyle 1948 senesinde Ancelo Avustralya’ya göç etmişti. 19 yaşındaki Petrakis de Melburn’a, Florentia gemisiyle 22 Eylül 1951’de varacak ve kardeşi ile amcası Peter onu karşılayacak, birlikte West Brunswick’teki amcanının evine gideceklerdi...
*** Petrakis başlangıçta, aralarında ünlü Menzies Oteli de bulunmak üzere çeşitli işletmelerde garson olarak çalışacaktı. 1867 yılında inşa edilen Menzies Oteli, Melburn’un Viktorya dönemine ait büyük otellerinden biriydi. Ne yazık ki bu otel 1969 yılınd ayıkılacaktı. Petrakis bu otelde pek çok ünlüyle tanışıp onlara hizmet verecekti ki bunlar arasında Hollywood yıldızlarından Elizabeth Taylor da vardı... Anlatılanlara göre Bayan Elizabeth Taylor üstündeki 3 bin sterlinlik giysiye birşeyler dökmemesi için onu uyarmıştı – Petrakis içkilerle dolu bir tepsiyle ona yaklaşmaktaydı...
*** Petrakis garsonluğun yanısıra tramvay kondüktörü olarak da iş bulmuş, aynı şekilde kentteki Postane ve Vergi Dairesi’nde memuriyet görevlerine de girmişti. Petrakis’in lise diploması ile İngilizce bilgisi, memuriyet ve ofislerde iş bulmakta kolaylık sağlamaktaydı – bunlar çoğu göçmenin katlanmak zorunda olduğu pis ve tehlikeli fabrika işlerinden çok daha rahattı ve kazancı da çok daha iyiydi...
*** Petrakis’in eşi Tulla Hanım, “Petrakis İngilizce’ye hem sözlü, hem de yazılı olarak hakim olduğu için pek çok göçmen ondan tercüme yapmasını istiyordu” diyor. “Herkese iyilik yapıyordu, kentte oradan oraya koşturuyor, göçmenlerle birlikte görmeleri gereken doktorlara veya bankaya gidiyor, göçmenlik belgelerini ve çeşitli formaları onlar için dolduruyordu. Her zaman çok kibardı ve Kıbrıslılar ile Yunanlılar’a yardım etmekte çok istekliydi...”
Sağda Petros, arkadaşı Hristos Çolakis ile...
*** Petrakis’in memuriyet görevleri için gerekli becerileri vardı, hem üretken, hem de proaktifti, bu yüzden meslektaşları ondan yavaşlamasını, Petrakis’in bu çalışmalarının kendilerini kötü gösterdiğini söylüyorlardı... Melburn’da düzenli bir işi olduğu halde Petrakis eğitimini devam ettirme niyetindeydi ve 1954 yılında Melburn Üniversitesi’nde öğrenim görmek üzere başvurmaya karar verdi. İngilizcesi’nin yanısıra Lefkoşa’daki Samuel İngiliz Okulu diploması da üniversitenin Hukuk Fakültesi’ne yazılmasını garantiledi. İki sene öğrenim gördükten sonra, avukat olma hayalini terketmek zorunda kalacaktı çünkü öğrenimini devam ettirmek için gerekli parayı kazanmak durumunda kaldığı Menzies Otel’de gece geç saatlere kadar çalışmak zorundaydı, bunu sürdürmek de çok zor oluyordu. 1956’da bu hayalinden vazgeçti.
*** 1960 yılında Petrakis, Tulla (Eftihia) Raftopulos ile tanışacaktı. Tulla, 4 Şubat 1938’de Avustralya’da dünyaya gelmişti. Babası John Raftopulos, 1924 senesinde henüz 26 yaşındayken İthaka adlı Yunan adasından Avustralya’ya göç etmişti. 1936 yılında Maria Lekatsas’la evlenmişti ve dört evlatları olmuştu: Angeliki (Lena – 1937’de doğdu), Tulla (1938’de doğdu), Aleksiya (1943’te doğdu) ve Andreas (1948’de doğdu). Tulla’nın anne tarafından ninesi ve dedesi İthaka adasının Eksogi köyünden Sprios fe Eftihia Lekatsas idi. Ninesi ve dedesi geç evlenmişler ve İthaka’dan Romanya’nın Braila kentine göç etmişlerdi. Spiros, burada Tuna nehri üzerinde kargo mavnaları kaptanı olarak çalışmaktaydı. Maria, annesi 30’lu yaşlarının sonunda dünyaya gelmişti ve ailenin tek çocuğu olmuştu...
*** “Annem henüz 13 yaşında öksüz kalmıştı” diye anlatıyor Tulla bana... “Annesiyle babası aniden ölmüş ve amcası da onu İthaka’ya geri götürmüştü, Stavros köyüne... Her neyse, Melburn’da olan babam bir aile dostlarının evinde annemin bir fotoğrafını görmüş ve hemen sonrasında mektuplaşmaya başlamışlar, birbirlerini tanımaya çalışmışlar. Nihayetinde babam ona göç için belgeler hazırlamış ve kendine katılmasını istemiş. Annem de 1935 yılında Avustralya’ya gelmiş, 1936’da Doğu Melburn’da Evangelismos Kilisesi’nde evlenmişler. Babam 37, annem ise 22 yaşındaymış evlendiklerinde...”
Petrakis ve Tulla Ağrodis...
*** Tulla’nın babası John Raftopulos’un 1930’lu yıllardan başlayarak 1960’lı yıllara kadar çalıştırdığı bir dizi kafesi varmış kent merkezinde. “İlk kafesi Mikron Kafe idi” diyor... “Flinders Street’te Mackenzie’nin Turist Deposu’nun yanındaydı. Numarayı hatırlamam. Mikron deniyordu çünkü çok küçük bir yerdi. Kardeşi Nikolas’la birlikte çalıştırıyordu babam bu kafeyi. Annemle tanışmadan önceydi bu. Sonraki dükkanı 46 Elizabeth Sokağı’ndaki Kent Kafesi idi. İkinci Dünya Savaşı boyunca bu kafeyi çalıştırdı. 1940’lı yılların sonunda bunu satarak Leo’nun Kafe Salonu’nu atın aldı. Bu da 36-38 Degraves Sokağı’ndaydı – 1960’lı yılların başlarında emekli oluncaya kadar bunu çalıştırdı. Tatillerde bazan ben de orada çalışırdım” diye anlatıyor Tulla.
*** Tulla, anne ve babasıyla 25 Wills Sokağı’nda Kew’nun orta ve üst sınıflarının kaldığı bölgede Edward tarzı güzel bir evde yaşıyordu. Ev, Studley Parkı’na ve Yarra nehrine yakındı. Saygın bir okul olan Metodist Hanımlar Koleji’ne kızkardeşi Lena’yla birlikte gidecekti... “Babam benimle kızkardeşimin erkeklerle karışmamızı istemiyordu, bu yüzden bizi yalnızca kızların devam edebildiği bir okula göndermişti. Sabahları sokağın başında otobüse biniyor, Cotham Road tramvayına gidiyor, buradan da tramvayla Barkers Sokağı’na varıyorduk. İyi bir okuldu. Yüzme havuzu vardı, müzik eğitimi vardı, pek çok spor dalları vardı. Orada gerçekten mutluydum, çok parlak bir öğrenci olmasam da. Matematik, cebir ve geometriyi seçmiştim. Coğrafya, tarih ve İngilizce’yi çok seviyordum. İngilizce dilbilgisini değil ama İngiliz edebiyatını seviyordum, sporu ve piyanoyu da seviyordum...”
*** Piyanoda sekizinci seviyeye kadar sınavları geçtikten sonra Tulla çok iyi bir piyanist olmuş, Melburn Müzik Konservatuarı sınavlarını da tamamlayarak başarılı bir piyanist haline gelmişti. Tulla’ya, 1940’lı yıllara dair hatıralarını soruyorum... Şöyle anlatıyor: “Annem kızkardeşimle beni çoğu zaman babamın kafesini ziyarete götürürdü kentte. O günlerde Elizabeth Sokağı’ndaki Kent Kafesi’nin sahibiydi babam. Greengate şekerleme dükkanına yakındı bu kafe. Babamın kahvesinin yanında bir asansör vardı, bu asansörle 3KZ radyo istasyonunun stüdyosuna çıkardınız. Annemle birlikte kente giden otobüse gider ve babamın kafesinde boyama kitaplarını boyardım ben, annem de kasada müşterilere hizmet ederdi... Bir keresinde Amerikan askerleri gelmişti kafeye, yemek yemeye. Savaş esnasında Melburn’da çok sayıda Amerikan askeri vardı. Amerikalılar, Avustralya parasının değerini anlayamıyordu, yemek yedikten sonra bir tomar para çıkarıp anneme “Hanımefendi, ne kadarsa bunun içinden alınız” diyorlardı. Elbette annem yemek ne kadar tutmuşsa, o kadar alıyordu ama eminim ki pek çok Yunan dükkan sahibi, annem kadar dürüst değildi ve zavallı Amerikalılar’ı soyuyorlardı...”
*** 1953 yılında okulda 10uncu sınıfı tamamladıktan sonra, Tulla, Collins Sokağı’ndaki Moyvin Terzilik Okulu’na katılmaya karar verecekti. Bir sene sonra da Myers Emporium’un kozmetik departmanında çalışmaya başlayacaktı. “Bundan önce çocuk ayakkabıları, giysi ve kişisel bakım malzemeleri bölümlerinde çalışmıştım ancak Lonsdale Sokağı’nda açılan yeni kozmetik departmanının sorumlusu yapmışlardı beni...” diyor Tulla. İşten sonra ise Elizabeth Sokağı’ndaki İthaka Kulübü danslarına katılıyordu... “Salı günleri gidiyorduk her onbeşte bir bu danslara” diyor Tulla... “Anne-babalarla gidiyorduk. Kızlar anneleriyle birlikte odanın bir tarafında oturuyorlardı, oğlanlar ise babalarıyla odanın öteki tarafında ayakta duruyorlardı. Yunan müziği başladığında oğlanlar beğendikleri kıza doğru bir koşu gidiyorlar, annesinden “kızınızla dans edebilir miyim?” diye izin istiyorlar, anneler de buna onay veriyordu...”
*** Tulla’ya, Petrakis Ağrodis’le nasıl tanıştığını soruyorum. Utangaç biçimde gülümseyerek anlatıyor: “Babamın bir amcası vardı, adı Telemakhos idi, Elizabeth Sokağı’ndaki Faleron kahvesine sık sık giderek istiridyeleri kabuklarından çıkarıyordu. Bu kafenin sahibi, Petrakis’in kardeşi Ancelo’nundu ve İthaka Kulübü yakınındaydı. Bir gün sanırım 1959 yılında Ancelo’ya, “Kardeşin için çok iyi bir kız var” demiş...”
(TALES OF CYPRUS’ta yayımlanan Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).