İktidarda kim olursa olsun genelde fazlaca şikayet duyar.
Çünkü vatandaş sorunlarına çözüm ister ve bunun için de devlete, hatta hükümete başvurur.
Devletteki üst düzey yöneticilerin görevi de bu değil mi ki?
Öyledir öyle olmasına ama…
İlla ki bir bakan, sırf kendi bölgelisidir diye “Komşunun ağacı bizim bahçeye bakar” gibi dertleri dinlemek ve çözmek zorunda mıdır?
Normal bir ülkede olsa hayır ama bizde evet, ilgilenmek ve mümkünse çözmek elzemdir.
Bugüne kadar her meseleyi dinledi kamu yöneticileri…
Ama artık gördük ki işler tersine dönüyor.
Kamudakiler "mesele" anlatmaya başladı bu kez.
Olanaksızlıklar…
Olan, olmayan yasalar…
Malum personel eksikliği…
Ve daha bir sürü eksiklik olanaksızlık filan falan…
Bu nedenle devlette iş yapmak artık olanaksız!..
Vatandaş hizmet alamamaktan şikayet ederken, kimi memurlar da iş yapacak ortam kalmadığından şikayet ediyor.
Şikayet derecesi o kadar yüksek ki memurun, neredeyse siz ona yardım eder pozisyona geliyorsunuz kimi zaman…
İşte böyle bir kamu düzenimiz var bizim.
Düzensizlik düzen olmuş!
KKTC Devlet yapısının bu hallere düşmesinin elbette belli başlı sebepleri vardır.
Herkesin malumu ki; hepimiz devlet imkanlarının "hep bana hep bana" diyerek sömürdük yıllar yılı…
70'lerden günümüze bir sistem oturtamadık.
Her gelen iktidar, hatta her gelen bakan, müdür müsteşar kendi "sistemciğini" kurmaya çalıştı, işler daha da karıştı.
Tabii ki bu karmaşadan kamuyu yönetenler kadar popülist sendikacılık da sorumlu…
Yasal boşluklara, ara ara çıkan 'dönemlik' yasalar nedeniyle doğan-doğurtulan 'haklara' iflas etmiş sağ siyasetin devletçilik oyunlarına, sendikal statükoya, adam kayırmacılığa kadar tümünün devletin bu nokraya gelmesinde payı var.
Şimdi durup genel manzaraya bakınca yarattığımız bu anormal düzenden toplumsal bir ceza çekiyoruz, hizmet alamıyor, veremiyoruz!
"Kamu" denen yapıdan hepimiz şikayetçiyiz.
Sendikasından vatandaşına, siyasetçisine sade memuruna kadar…
Maliye kasasından çıkan milyonların karşılığı bu mu diye isyan ediyorum her kamu kurumuna gittiğimde…
Lanet okuyorum…
Eğer o gün işim olmadıysa, o memura kızıyorum içimden…
Tembellik, uyuzluk iş bilmezlik basıyorum, evet!..
Ancak biliyorum ki bu algıyı da bu düzeni de değiştirmek lazım.
Konuya yanlış yönden bakıyor, yanlış yönden tespitler yapıyoruz kanımca…
Örneğin 'devlet işçisi' denen kavramı tartışmıyoruz.
Zira personel eksikliğinden bir tartışma açılırsa "Binlerce memur yetmedi size" gibi bir kısır tartışmanın içinde bulabiliyorsunuz kendinizi…
Elbette bu çıkışları anlıyorum.
Ancak hükümet edenler partizanlığın kitabını yazanlar bu güne kadar ‘geçici işçi’ niyetine 'kalıcı memur' istihdam etmeyi tercih etti.
Öyle ya da böyle herkes "ofiste memur" oluverince de kamu işçisinin görevini de yapacak kimsecikler kalmadı.
Bu nedenle teknik eleman eksikliği baş gösterdi.
Uzman eleman yok mesela birçok kurumda…
Aynı sorunu büyük belediyelerde de görmek mümkün.
İşte en yakın örnek Lefkoşa Belediyesi…
Ofisler memur bolluğundan dolup taşarken çöpleri toplayacak işçi bulmak zor!..
Aynı şekilde belediyede proje yapacak uzman bulmak da imkansız.
Hal böyle olunca da ne çöpler doğru dürüst toplanıyor, ne de AB ya da TC projelerine başvurmak için proje hazırlanabiliyor. Devlette çöküşe zemin yaratan bir başka sorun da "Göç Yasası" denen yasa…
Elbette sadece bu yasa belirleyici olmasa da kamu maaşlarındaki düşüş de kamuya yönelen yetenekli insan sayısının azalmasına neden oldu.
Daha açık söylemek gerekirse vasıflı insanlar kamuya girmek yerine özele yönelmeye başladı.
Bu durum da kamuda "yetenekli-iş yapan" personelin azalmasına yol açtı.
Kamudaki manzara şimdilik bu.
‘Şimdilik’ diyorum, zira iyiye gitmeyeceğini, daha da kötüleşeceğini düşünüyorum.
Umarım bu bataktan birileri bizi kurtarır.
Çünkü böyle giderse her geçen yıl daha da kötüsünü konuşmaya devam edeceğiz gibime geliyor.
En kötüsü de bu aslında…
Teşekkürler…
Geçen hafta sosyal medyadan da yazım.
Burada yazmakta da fayda var.
'Ocak 2018' seçimleri ile bir siyasi devir de kapanıyor.
Biraz da buruk aslında…
Önce Ömer Kalyoncu, sonra Özkan Yorgancıoğlu ve son olarak Ferdi Sabit Soyer aday olmayacaklarını açıkladı.
Üçüyle de çok yakın çalışma fırsatım oldu…
2000'lerin başında Ferdi Sabit Soyer'le Anayasa değişiklik paketiyle ilgili saatler süren çalışmamızı asla unutamam.
Çocuk yaştaydım, bir siyasetçinin bu denli derin ve engin bir zekaya sahip olduğunu yakından izlemek beni heyecanlandırıyordu.
Bilen bilir, hitap gücü öylesine ileriydi ki…
Mitinglerdeki konuşmalarını heyecanla izledim, izledik.
Mecliste büyük bir renkti, eksikliği hissedilecek.
Ömer Kalyoncu keza öyle…
Başbakanken cep telefonumdan aramıştı, su krizinin yaşandığı günlerdi, "Ömer'dir Mert, nasılsın?" dediğinde "Hangi Ömer?" cevabımın üzerinden yaptığı esperiye çok gülmüştük…
Kalyoncu'nun örgütçü tarzını bilen bilir ve bilenler de hayrandır.
Mitingler için her bir üyeyi tek tek aradığını herkes bilir.
Özkan Yorgancıoğlu kimsenin "sevmem" dediği bir adam olamaz.
O çalkantılı günlerde geçtiği başbakanlık koltuğunda adını hiçbir yolsuzlukta bulamazsınız.
Hani tertemiz girdi, tertemiz çıktı derler ya, o hesap!
Bunlar üçüyle de yaşadığım aklıma ilk gelen anılar.
Elbette fazlası mevcut.
Çok daha fazlası yazılabilir.
Ve o çok daha fazlası pek tabii CTP'lilerin anılarında olacak.
Ne mutlu onlara ki; topluma verdikleri hizmetlerle, siyasete kattıkları renklerle hatırlanacaklar.
Üçüne de bu yeni yaşamlarında sağlık ve mutluluk diliyorum.
Ve teşekkür ediyorum; bizlere siyaseti, ülke için çalışmayı öğrettikleri için…
Binlerce kez…
Kısa bir ara…
Sibel Siber de aday olmayacağını açıkladı.
Çok yakından tanıdığım, siyasetçi kimliği dışında da çok iyi bildiğim bir isim.
Öylesine fazla özelliği var ki.
Hangisini anlatsam!
Ancak anlatmaya gerek yok aslında…
Şimdi bu sayfada binlerce kelime kullanarak Sibel Siber’i anlatacak bilgim ve tanıklığım vardır.
Ama buna gerek yok, yapmayacağım.
Bilen bilir onu…
Ancak benim bildiğim Sibel Siber öyle köşesine çekilecek biri değil!
Bunu hissediyorum ve bunu diliyorum.
Sibel Siber bu topluma katkı koymaya, üretmeye, çalışmaya devam edecek.
Ve inanıyorum ki; elbet bir gün yine gelecek!
Bu bir veda olamaz, olsa olsa bir ‘ara’ olur, kısa bir ara…