Niye böyleyiz?
En fazla kenetlenmesi gerekenler, birbirlerine diş biliyorlar.
Isırıyorlar birbirlerini, dostlar...
Kanatıyorlar.
Yalanın, talanın, entrikanın, hilenin, bencilliğin, riyakârlığın kuşattığı hayatlarımız kırık dökük...
Kırdıklarımız...
Döktüklerimiz...
Bir de “biz.”
***
Düşünüyorum...
Tüm bu yaşadıklarımızın bir sebebi “siyasi rekabet” olabilir.
Çünkü aynı yolu yürüyenler, aynı mahalleden oy bekliyorlar sonuçta...
En yakınları aynı sarnıçtan içiyorlar, köpük köpük menfaati...
Bu “düzen” kendi düzenini çoğaltıyor, kendine benzetiyor siyaseti...
***
Çok gelişmiş bir demokrasimiz yok.
Öyle anlatıldığı kadar “özgürlükçü” falan da değiliz.
Fırsatçıyız!
Ganimetçiyiz!
Benciliz!
Hep “biat” kültürüyle büyüdük sonuçta!
Sömürge çocuklarıyız kuşak kuşak...
Öğretilmiş çaresizliklerimiz var, “diyet” kültürü ağır mı ağır...
“Koşulsuz itaat” istenmiş.
“Kör sadakat” beklenmiş hep...
Benzetilmişiz!
***
Hani birileri size saldırıyor, aşağılıyor, beğenmiyor, tersliyor diye öfkelenirken; siz de kendinizden farklı düşünenlere saldırıyor, aşağılıyor, tersliyorsunuz!
Yakışmıyor.
***
Bir insanın demokratlığını, kendini eleştirdiğim zaman anlarım.
Neler görmedik neler!
Az buz değil hayal kırıklıklarım...
***
Çok yazdım, bıkmadım.
Düşünce özgürlüğü sizin gibi düşünenlerin özgürlüğü değildir...
Sizden farklı düşünenlerin özgürlüğüdür, en fazla ve en önce!
Bir insanın fikir, anlatım, düşünce özgürlüğüne yaklaşımı da “kendinden farklı düşünenlere” tavrıyla ortaya çıkar böylece...
***
Ne çok duyduk?
“Demokratız ama...”
“Özgürlükçüyüz ama....”
“Her fikre saygılıyız ama...”
Bu “ama” var ya bu “ama.”
Korkutuyor!
***
Sol kültürde giderek tehlikeli bir yere evriliyor fikri odağına almayan linç kültürü... Bir düşünceye yine düşünceyle yanıt vermek yok mu? Öyleyse nedir solun en önemli ayırt edici özelliği?
Çok seslilik değil mi?
Düşünceye özgürlük değil mi?
Tartışmak, eleştirmek, doğruyu birlikte aramak değil mi?
***
Özellikle siyasi figürlerin ya da partilerin “adanmışları” arasında çoğalıyor bu sıradanlık... “Taraftarlık” ya da “amigoluk” kültürü büyüyor.
“Ya ya ya, şa şa şa” kirleniyor düşümüz...
***
Hadi şimdi sakinleşelim.
Yaşadığımız “varoluşsal” serüven pek de iyi yere varmıyor.
Herkes kendi tribünlerine oynuyor.
O “tribünler” alkışlasa ne yazar, yuhalasa ne?
Bölünmüşüz!
Kırık, dökük, yarım...
İçimiz boşalıyor.