Akdeniz'in mavi sularının üzerinden usulca kardeş deniz Ege'nin mavi sularına doğru kuş uçuşu yol alırken, elimdeki kitabın yaydığı ışıkla bakıyorum 10 kilometre aşağıda kalmış dünyanın haline.
'Dünya' derken, yerkürenin bizatihi kendisine değil bakışım, üzerinde barındırdığı uygarlıkların yaratıcısına... Evrimin en üst halkasında, iki ayak üzerinde doğrulmayı ve kafatasının içindeki beyazımsı yağ kütlesini bütün diğer canlılara ve doğaya karşı kullanma yetisi kazanmış, şimdilerde sayısı 8 milyarı aşmış insanlığa...
Lev Tolstoy kısacık bir kitabıyla dünyanın başına insan eliyle gelmiş bütün kötülüklerin içsel sebeplerini bir mızrak gibi çalıveriyor insanın yüreğine de, beynine de...
'İnsan nasıl yaşar' diye soruyor ve çok basit birkaç hikayeyle, insanı insanlıktan çıkaran zayıflıkların tamamını satırlar arasına seriyor. Fakir bir adamken 'birkaç dönüm toprak' dileyen, önce birkaç dönümle başlayan maldarlığı yüzlerce, binlerce dönüme ulaşan, ektikçe daha fazla ürüne tamah eden, günün sonunda çok daha geniş arazilere sahip olacağım derken ölen adamın, öldüğü yerde gömüldüğü toprağın yüzölçümü sadece 2 metre karedir. Tolstoy öyküyü bitirirken acımasızdır: "Aslında adamın ihtiyacı sadece 2 metre uzunluğunda, 1 metre genişliğinde bir toprak parçasıdır."
Bu gerçeği bazen hepimiz hatırlarız. En çok da cenazelerde... Ya da hastaneye düştüğümüzde...
Ne kadar da anlamsızdır o anlarda birçok şey, değil mi?
Hırslar mesela...
Mezara koyarken cansız vücudu, bankada kaç parası olduğuna bakmaz mezarcılar meftanın...
Rütbesi, makamı, sıfatı fark etmez, kapıyı çaldı mı kanser, kalp krizi falan...
Hatırlarız bunu da, bitince cenaze töreni, döneriz rutine yine...
Daha fazla mal, daha yüksek mevki, daha geniş ev, daha lüks otomobil...
Ve bol bol kalp kırma, kıskançlık krizi, üstünlük taslama, kompleksin
icatlısı, entrikanın çeşitlisi...
Oysa Rus yazar Tolstoy çok basit bir kavramla çözer bunların hepsini...
Sevgi...
İnsanda sevgi vardır.
İnsan sevgiyle yaşar.
Sevgi insanı yüceltir.
Bir çocuğu, bir kadını ya da erkeği, bir kuzuyu, bir serçeyi, bir hurma ağacını belki...
Sevebilmek doğayı, hayvanı, insanı...
Bütün kötülüklerin sebebi değil mi sevgisizlik?
Açlığın...
Savaşların...
Faşizmin...
İnsanlık onurunu rencide eden her tür işkencenin, hakaretin, sefaletin...
"Ayna ayna güzel ayna...
Var mı benden güzel/güçlü/başarılı?
Söyle bana..."
Ayna konuşmaz. Ama sensin evet. Sen!
En güzel...
En kudretli...
En muvaffak...
En...
Bu yüzden her yol mubahtır.
Mubahtır senden başka her güzelin, güzelliğin yok edilmesi...
Katli vaciptir olası kuvvetlilerin...
Kalmamalıdır başkasının başarı şansı...
Bir sen.
Tek sen.
Yani 'ben'.
Sendeki 'ben'...
Geride kalırken mavi sular ve bembeyaz bulutlar örterken bembeyaz bir
çarşaf gibi dağ doruklarını, kapandı Tolstoy'un kitabı, okundu listesine eklendi.
Aşağısı hala aynı dünya. Dönüyor habire, 'ego' kaynaklı milyon çeşit dertle, kahırla, zulümle, acıyla...
Kimileri sürerken sefasını, milyarlarca insan çekiyor cefasını...
Kavun düşerken bazılarının payına felekten, kahroluyor şansı kelekten öte gitmeyenler.
Çıkmış çivisi bu dünyanın bir kere, takmak zor olacak yerine...
Demek ki onu kaybettik biz, insanoğlu olarak...
Sevgiyi...
Egolar öyle şişmiş ki, göremiyoruz bir santim öteyi...
Oysa altı üstü beş metrelik bez hepi topu...
1'e 2 metrelik toprak, biraz derin...
Uyarına gelirse bir de çınar, efkalipto ya da zeytin...
Birazdan gökyüzü bitecek, bekleyin.