Facebook-İnstagram ile hayat tarzımız arasında bir bağlantı var mı?
2008'den beri hayatlarımız büyük oranda değişti.
Sadece yaşam tarzımız değil, düşüncelerimiz, hatta kararlarımız bile yüksek oranda bu durumdan etkilendi.
Oysa ki bilgisayar, teknoloji hayatımızda vardı.
Esas dağılma durumu akıllı telefon ve sosyal medya denen ağın bizi sarmasıyla gerçekleşti.
Yastığa gözümüzü koyana dek elimizde telefon var!
Uyanır uyanmaz yine ilk telefonu elimize alıyoruz.
Esas önemli nokta geçen bunca zamana rağmen neler yaşadık- neleri kaybettik diye geriye baktığımızda kaybedilenin fazlalığını anlamamamızdır.
***
Mesela 2008'e kadar müzik dinlemek için kaset ya da CD satın alıyorduk!
Şimdi nerede kasetler? Kasetçiler vardı, sonra CD satmaya başladılar, şimdi ne yapıyorlar acaba…
Müzik setleri vardı! Benimki Sony 2000 W, gümbür gümbür müzik dinlerdik.
Nerede o cihazlar? Evlerin bir köşesinde toz toprak içinde, müze gibi…
İnternet müzik piyasasını da komple değiştirmiş.
Önce mp3, sonra Youtube sonrası ise malum…
Şimdi nostalji takılmak isteyenler kasete, CD'ye dönmeye çalışsa da çıkmaz bir yol gibi…
Zaman geçiyor ve sosyal medya her şeye şekil veriyor şimdi.
Hatta zaman kavramına da sosyal medya yön veriyor.
Bu 'yön veriş' kimilerine göre, sadece yaşamı-zamanı değil, insan zihnini de etkiliyor.
Aslında daha açık konuşmak gerekirse hissiz bir zihne sahip oluyoruz- olduk.
Hepimiz sanal bir senaryonun parçalarıyız artık.
Gerçekten uzaklaştık, gerçek bizim için sanalda kullanacağımız bir meta gibi…
Güzel bir manzaraya mı rastladık? İnstagram'da hikaye!
Bir kadeh içki mi? "Facebook'ta mutlu hissediyor!"
Gerçeği, doğalı, esası parçalara böldük, böldükçe harcadık ve tükettik.
Aslında tükettiğimiz şey kendimizdi.
Düşünmek yerine slogana yöneldik.
Güzel bir yazıyı okumak-düşünmek kafa yormak yerine sloganlara batan iletilere like attık!
Çünkü okumaktan, düşünmekten kaçtık, tembelleştik.
Hem tembel hem de hissiz olduk.
Facebook ve İnstagram'da bir şeyler gösterme yarışında kaybolduk.
Ve bu durum bizi değiştirdi.
Hayatımızı da değiştirdi.
***
Daha fazla takip edilenler, daha fazla like alanlar bizi onlar gibi olmaya itti.
Fenomen olma hayali ile yanan genç bir kuşak yarattı bu sarmal.
Diğer yandan bu sarmaldan çıkmak isteyen sosyal medya soğuyanları da ortaya çıktı.
Ama bu bir otoban gibi, çıkışı yok!
Sonuna kadar gitmek zorunda olduğumuz bir yolda gibiyiz şimdi.
Mis gibi havada bir orman gezintisine çıkıyoruz, elimizde telefonlar…
Tatilde, keza öyle…
Havuzda selfie çekiyoruz vesselam!
Suya düşecek o telefon!
Hiçbir şey tat vermiyor artık.
Hissiziz.
Yüzü hiç gülmeyen bir kadının "hayata gülümse" diyen iletilerini- fotoğraflarını görmediniz mi sosyal medyada?
İş karmaşasından kaçmak için yıllık izne çıkıyoruz, bütün iletişim kanalları açık, bu sarmalda diyalog devam ediyor.
Herkes bir yerden giriyor hayatımıza.
Messenger, Viber, WhatsApp, olmadı bir başkası!
Her yönüyle bu sanal oyunun parçasıyız. Kaçamıyoruz!
Çıkmak neredeyse imkansız.
Hep bir atış hattında gibiyiz.
Ve iki kişi gibiyiz!
Bir kendimiz var, gerçek olan, bir de telefon ekranındaki.
Toplu tüketim sarmalında ne kadar mutluysak o kadar mutluyuz.
Hissiz bir "mutluluk" bu!
Ne kadar like, o kadar "mutlu"…
Para mı? O da bu sanal dünyada var elbet.
Eğer fenomen olursanız iyi para da kazanıyorsunuz.
Hem çok takipçili, hem de çok "mutlular"…
Peki diğerleri? Bizler? Mutsuzuz! Hem de çok.
Oysa mutsuz değilmiş gibi yapıyoruz, o mutsuzluğumuzu gizlemek en büyük silahımız.
Çünkü kendimizi milyonlarca kişiye açmış "beni onaylasın" diye bekliyoruz.
Ne yapmalı dediğinizi duyar gibiyim.
Zamanı, hayatı, doğayı, kitabı, müziği, sanatı yaşamayı seçmeliyiz.
Ve yüz yüze iletişimi.
Tüm bunları yaparken de elinize telefon almamayı deneyin, hatta kendinizi zorlayın.
Yoksa bu sanal senaryo bizi daha fazla mutsuz edecek.
Hissizlik bir kadeh şaraptan bile tat almamıza engel olacak.
Hah! Aha düştü telefon havuza! :)
[Yıllık iznimin bir bölümünü kullanacağımdan, bir süre yazılarıma ara veriyorum… Yeniden görüşmek üzere…]