Ahh Nostalji....Vah Nostalji...

Bir yanda bütün yaşanmışlıkları ve o yaşanmışlıkların tekrarı imkânsız hatıralarıyla ‘geçmiş’in; diğer yanda ise ne kadar ve nasıl yaşanacağının belirsizliği ve soyut tahayyülleriyle ‘gelecek’in ağır yükünü boca ettiği yerdir ‘şimdi’.

 

 

                                                                                                                             HakkıYücel

                                                                                                                                yucelh@kibrisonline.com

 

İnsan ölümlü bir varlık.  Sınırsız hayallerinin peşinden giderken ya da onların hesabını yaparken an gelir, sınırlı yaşamının ‘son’ yazan duvarına çarpar ve birdenbire herşey biter. Bu mutlak gerçeklik -buna trajik gerçeklik mi demeli- tecellisi erken ya da geç her insanın değişmeyen yazgısı. Ne var ki ölümün bir yanıyla teslimiyete/tevekküle yol açan varlığı, bir diğer yanıyla yaşama çok boyutlu tutunmanın gerekçesi de aynı zamanda. ‘Ölümsüzlük’ arayışı ise hem biyolojik hem de düşünsel/duygusal anlamda  insanoğlunun bitmeyen çabası. Bu çabalar devam ede dursun, geçmiş-şimdi-gelecek kapsamında zamanla kurulan bireysel-toplumsal ilişkilerde derdin büyüğünün ‘şimdi’de düğümlendiğini söylemek yanlış olmasa gerek. Bir yanda bütün yaşanmışlıkları ve o yaşanmışlıkların tekrarı imkânsız hatıralarıyla ‘geçmiş’in; diğer yanda ise ne kadar ve nasıl yaşanacağının belirsizliği ve soyut tahayyülleriyle ‘gelecek’in ağır yükünü boca ettiği yerdir ‘şimdi’. Bu öylesine ağır bir yük ki, buradan öteye çıkılacak zihinsel/duygusal dirayet ve basiret gösterilemediği takdirde altında ezilmek mümkün. ‘Nostalji’nin neşet ettiği yer de işte burası. Çok genel anlamda ‘geçmiş özlemi’ olarak tanımlanan nostalji, ‘şimdi’de düğümlenen ve geleceğe yol vermeyen sorunlu/kriz ortam(lar)ından, bireysel-toplumsal, tornistan etme hali. Ancak bu özlemin salt ‘zaman’la sınırlı olmadığı, ‘mekân’ı da içerdiği -ya da mekânda zamanı, zamanda mekânı içerdiği-aşikâr. Nitekim ‘nostalgia’ sözcüğünün etimolojisi bunun böyle olduğunu ortaya koyuyor. Bu kadarı yeterli mi peki? Galiba değil; onlara yüklenen anlamlar göz önüne alındığında burada “zaman-dışı bir zaman” arayışından ve daha çok ‘muhayyel bir mekân’dan söz etmek belki daha doğru.  “Nostaljinin Geleceği” (Metis Yayınları) başlıklı âbidevî çalışmasında, ‘nostalji’yi adeta bir disiplin kapsam ve titizliğiyle inceleyen Svetlana Boym’un bu konuda söyledikleri dikkate değer.

 

Boym’la devam edecek olursak, nostalji (nostalgia) iki kökenden oluşan -nostos (eve dönüş) ve algia (özlem)- Yunanca bir sözcük. Ancak ilk kullanılışı antik Yunanda değil, çok daha sonraları, 17. Yüzyılda İsviçreli doktor Johannes Hofer tarafından, yazdığı tıp tezinde kullanılmış. “Kişinin kendi memleketine geri dönme arzusundan kaynaklanan üzgün ruh hali” olarak tanımladığı nostaljiyi bir hastalık olarak kabul ediyor Dr.Hofer ve öyle gördüğü için de tedavisinin mümkün olduğunu düşünüyor. İlk kez memleket dışında çalışan hizmetkârlarda ve savaşan İsviçreli askerlerde gözlemlediği, “cansız ve süzgün bir görüntü, her şeye karşı kayıtsızlık , mide bulantısı, iştah kaybı, kusma vb.” gibi belirtiler gösteren bu hastalığın tedavisinde sülük, uyuşturucu merhemler, afyon kullanmak ve Alplere geri dönüşü sağlamak suretiyle yüz güldürücü sonuçlar da alıyor Hofer. Ancak o alıyor almasına da, 1733’te Rus ordusunun Almanya’ya girdiği dönemde bir dolu asker nostaljiden kırılmaya başlayınca, komutan çaresiz kalıyor ve bu ‘nostalji virüsü’ belasından kurtulmak adına çok daha radikal bir ‘tedavi’ yöntemi keşfediyor. O yöntem şudur: hastalanacak ilk askerin diri diri gömülmesi. Rivayet odur ki bu ‘tedavi’yöntemi çok da etkili oluyor. Yurt özlemi ile yanıp tutuşan askerlerde, yabancı bir ülkede bir ceset olarak kalmak bile o kadar ürküntü yaratıyor ki, söz konusu ceza birkaç kez uygulanınca Rus ordusundaki nostalji şikayetleri ip gibi kesiliyor. Sonraları bu ‘hastalık’ üzerine farklı yorumlarda bulunan doktorlar da çıkıyor. Örneğin Hofer’den “iki yüzyıl sonra Amerikalı askeri doktor Theodore Calhoun nostaljiyi erkeklik noksanlığı ve eskimiş tutumları açığa çıkaran utanç verici bir hastalık olarak” değerlendiriyor; menşeinin zihinsel, ortaya çıkan tablonun da zayıf bir iradenin göstergesi olduğu tespitinde bulunuyor.

 

İşte “Nostaljinin Geleceği” kitabında Svetlana Boym ( “Başka Bir Özgürlük” isimli ufuk açıcı bir diğer çalışmanın da yazarı olan ve geçtiğimiz yıl 59 yaşında kansere yenik düşen Boym’un, sıradışı bir yaşamı var.On dokuzunda henüz dağılmayan Sovyetler Birliği’nden ayrılıyor  -onun da latent halde de olsa,  “yurt özlemi hastalığı”ndan mustarip olduğunu söylemek mümkün-,  maceralı bir yolculuktan sonra Amerika’ya yerleşiyor ve zaman içinde orada hem parlak bir akdemisyen, hem başarılı bir yazar -roman ve deneme yazarı- hem de dikkat çekici sergiler düzenleyen bir sanat kariyerinin sahibi oluyor.), 17.yüzyılda bir “bir hastalık olarak nostalji tarihinin -tedavi edilebilir bir hastalıktan tedavi edilemez bir hale dönüşümünün-izini sürüyor.”  Bu amaçla nostaljiyi modern dönemin hız kazanan -hız kazandıkça daha da sarsıcı çalkantılara yol açan- tarihsel seyri içinde, üç mekân (St.Petersburg, Moskova ve Berlin) ve üç modern sanatçının (Nabokov, Brodski ve Kabakov) eserleri üzerinden keşfe çıkıyor ve  özellikle “nostaljinin aldatma ve manipülasyon mekanizmalarından bazılarını aydınlatabilecek bir tipoloji” öneriyor.

 

Bu bağlamda  Boym nostaljiyi, ‘yeniden kurucu nostalji’ ve ‘düşünsel nostalji’ olmak üzere ikili ayrıma tabi tutar. ‘Yeniden kurucu nostalji’nin daha çok ‘notos’a (eve dönüş’e) vurgu yaptığını, “yitirilmiş evin tarihaşırı bir tarzda yeniden inşasına teşebbüs” ettiğini, “kökenlere dönüş ve komplo” olmak üzere iki temel olay örgüsü üzerinden anlam kazandığını, bunun da özellikle son dönemlerdeki “ulusal ve dinsel uyanmaların özünü oluşturduğunu” belirterek, bir bakıma nostaljinin kolektif  (ulusal)  hafıza inşasındaki ve bununla örtüşen hakikat dayatmalarındaki manipülatif  karakterini ortaya koyar. ‘Düşünsel nostalji’de ise ‘algia’(özlem) öne çıkar, eve dönüş ertelenir ve burada ‘hakikat’ dayatmaktan çok (belki ‘hakikat çeşitlemesi’ diyebiliriz) bireyin ‘modern çelişkilerden’ etkilelen, özlemlerini dile getiren, “başka bir yerin ve zamanın hayali içinde yıkıntılarla, zamanın ve tarihin pasıyla” uğraşan, deyim yerindeyse bir ‘tefekkür hali’ söz konusudur.

 

Türü ve kapsamı ne olursa olsun nostalji’nin son kertede romantik bir yanının olduğu ve özellikle modern dünyanın bugün itibarıyla sergilediği dehşet tablosunun, bir ‘nostalji patlaması’na yol açtığı aşikârdır. Sınırlı bir ömre mahkûm insanoğlunun bu dramatik gerçeklik karşındaki çaresizliğinin bu yönde yarattığı dürtü bir yana, Boym’un da belirttiği üzere “ayrıntılar ve tatlar farklı olmasına karşın, tüm dünyada romantik nostaljilerin grameri”nin  benzer ve temel düsturunun da “özlüyorum o halde varım” olması, gidilecek yönü de işaret etmektedir. Varoluşu ‘özlem’ üzerinden kuran bu nostaljik halin bir ‘huzur zamanı’ ve ‘huzur mekânı’ araması ise kaçınılmazdır. Buradan bakınca da ‘şimdi’nin dehşet tablosuyla, bunun yarattığı endişeden pay alan ‘gelecek’in belirsizliği karşısında, zaman ve mekân olarak aranan ‘huzur’un ‘geçmiş’te olması anlaşılabilirdir. Anlaşılabilir olmasına anlaşılabilirdir de, bu noktada Boym’un hınzır zekâsı kulağımıza kar suyu kaçırmaktan da geri kalmayacaktır. Söylediği şudur: “Çağdaş bir Rus deyişine göre geçmiş gelecekten çok daha tahmin edilemez hale gelmiştir. Nostaljinin temelinde bu tuhaf tahmin edilemezlik yatar. Nitekim dünyanın dört bir yanındaki nostaljikler tam olarak neyi özledikleri sorulsa, söylemekte zorlanırlar.”  

 

Geçmiş güzellemelerinin bütün dertlerden azade çeşitlemeleri göz önüne alındığında (“Nostalji..suçun olmadığı tarih” diyen kimdi?) yalan da değil. Değil, çünkü geçmiş adına hatırlananların çoğunlukla geçmişe ait hakikatler olmaktan çok olması istenen, kurgusal hakikatler olduğu; geçmişte aranan o ‘huzur zamanı’ ve ‘huzur mekânı’nın ağırlıklı olarak kurgusal olduğu açıktır. Nostaljiyi çeşitlendiren de, (Ör.Boym “yeniden kurucu nostalji” ve “düşünsel nostalji”  ayrımı yapmıştı) ona ‘aldatma’ ve ‘manipülatif’ özellikleri kazandıran da budur.

 

Nostaljinin son kertede  ‘yitik zaman’ ve ‘yitik mekân’ duygusuyla ayağa kalkan, özlemle yüklü, daha çok muhayyel, bir ‘huzur zamanı’ ve ‘huzur mekânı’ arayışı olduğunu; bu arayışın saadetinin onun ıstırabından kaynaklandığını, Boym gibi ifade edersek “insanın kendi fantazisiyle arasındaki aşk ilişkisi” olduğunu söylemek mümkün. Bireysel yaşamlarımızdan yola çıkarak baktığımızda, arkamızdaki geçmiş uzayıp önümüzdeki gelecek kısaldığı; kolektif yaşamlarımızdan yola çıkarak baktığımızda ise, dünya bir yangın yeri olmaya devam ettiği sürece bu özlem ve arayış, yani ‘nostalji’ hep olacak. Bütün mesele nostaljilerimizin ağırlığı altında ezilmemek; onları daha huzurlu bir hayat ve yaşanabilir bir dünya yaratmanın vesileleri haline dönüştürebilmek olsa gerek..

 

Ahh nostalji....Vah nostalji...

                                                                                                                                                              

Dergiler Haberleri