Hayat çok ilginç… Başbakan Binali Yıldırım, önceki gün Türkiye’de gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle bir araya geldiği toplantıda “12 Eylül 1980 darbesi sırasında Karamürsel’de denizci olarak askerlik görevini yapmakta olduğunu” anlattı. Binali Bey, darbe sırasında Yedeksubay Hazırlık Okulundaymış… Komutanları, saat 05:30 da koğuşa girerek tüm askerleri kaldırmış ve Karamürsel caddesinde yürütmüş…
“Nesi ilginç bunun?” derseniz, 15 Temmuz darbe girişiminde yaşananlara bakın… Komutanlarının emriyle yolları, köprüleri tutan, halka silah çeken, çoğu askeri öğrenci ya da teskere için gün sayan askerleri hatırlayın…
Eğer 12 Eylül darbesi sırasında halk sokağa çıkabilmiş, direnebilmiş olsaydı ve darbe başarısızlığa uğrasaydı, bugünün Başbakanı Binali Bey, bir darbe girişimine katılmaktan, silah zoruyla meşru bir hükümeti devirmeye çalışmaktan tutuklanacak, yargılanacaktı…
Meşru hükümete karşı darbenin anayasal bir suç olduğunu o gün de, bu gün de bilen Binali Bey, eğer 12 Eylül darbesi başarısızlığa uğrasaydı ve tutuklansaydı, muhtemelen sorgusunda “Ben emir kuluydum, Komutanımız ne emrettiyse onu yaptım” diyecekti… Tıpkı 15 Temmuz darbe girişiminde tutuklanan çok sayıda askeri öğrencinin, erin, alt düzey rütbelilerin söylediği gibi…
***
15 Temmuz darbe girişiminin, o tuhaflıklarla, yanıtlanamamış sayısız soruyla dolu gecenin üzerinden tam 1 yıl geçti…
Sayısız tuhaflık var kuşkusuz… Fakat sadece bir tanesi, gazeteci Ahmet Şık’ın Kafkaesk hikâyesi bütün bu tuhaflıklar silsilesinin somutu olarak tarihe geçecek…
Hükümet, darbe girişiminin, dış güçlerle iş birliği halindeki FETÖ tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürüyor. Yani “İmamın Ordusu” tarafından…
2011 yılında, yani darbe girişiminden tam 5 yıl önce, dönemin başbakanı tarafından “bazı kitaplar bombadan daha tesirlidir” ifadesiyle nitelenen “İmamın Ordusu” kitabını yazan, bu nedenle tutuklanan Gazeteci Ahmet Şık, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu kez FETÖ ile işbirliği gerekçesiyle tutuklu…
Ahmet, “İmamın Ordusu” na dokunanın yandığını haykırdığında, “Koskoca bir cemaate, hayırlı işleriyle matuf Hizmet Hareketine, Fethullah Gülen Hocaefendiye hakaret ettirmeyiz” diye ayağa kalkanlar, şimdi Gülen cemaatinin ülkedeki tüm melanetlerin sorumlusu olduğunu, habis bir kanser gibi devletin tüm hücrelerini ele geçirdiğini söylüyor… Üstelik büyük bir pişkinlikle “Canım efendim, biz o zamanlar bilmiyorduk bu örgütün ne felaket bir yapı olduğunu” diyorlar.
Ne zaman yaşandı şu meşhur 17-25 Aralık süreci? 2013’te…
Ahmet ne zaman yazdı “İmamın Ordusu” kitabını? 2011’de…
Dönemin başbakanı ne zaman “bazı kitaplar bombadan tesirlidir?” dedi? 2011’de…
Sonra…? Sonra… 2012 yılının haziran ayında, yani Ahmet’in “İmamın Ordusu” kitabını yazıp tutuklanmasından tam 1 yıl sonra, dönemin başbakanı, FETÖ tarafından devlet desteğiyle düzenlenen Türkçe Olimpiyatlarının kapanışında şöyle konuşuyordu:
“Kardeşlerim, gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır, faturası çok ağırdır. Biz, gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz. Gurbet aynı zamanda garipliktir. Zaten oradan anlamını yükleniyor. Onun için de biz garipliğe tahammül edemeyiz. Diyoruz ki, bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz. Doğrusu ben şu andaki tavrınızla hep birlikte bu hasretin bitmesini istediğinizi anlıyorum. Öyleyse bitsin bu hasret diyelim. Gurbeti bir kenara, hasreti bir kenara bırakalım diyorum.”
Bu sözler söylendiğinde Ahmet tutukluydu..
Sonra?... Bu konuşmadan tam 1 yıl sonra, 2013 yılının haziran ayında; yani Ahmet’in “İmamın Ordusu” kitabını yazıp tutuklanmasından tam 2 yıl sonra dönemin başbakanı, FETÖ tarafından devlet desteğiyle düzenlenen Türkçe Olimpiyatlarında şöyle konuşuyordu:
“Sizler bozkırdaki fidan gibi, çölün ortasındaki vaha gibi, kuruyan dudaklarda bir damla su gibi, kararmış dudaklarda bir damla merhamet gibi en zor zamanlarda bize güzeli anlattınız bize güzeli hatırlattınız. 3 haftadır Türkiye'de birbirinden taban tabana zıt iki fotoğraf var. Bir tarafta taş vardı sapan vardı molotof kokteyli vardı. Diğer tarafta Türkçe vardı Türkü vardı Şiir vardı. Bir tarafta çatışma vardı bir tarafta kardeşlik dostluk barış vardı. Bir tarafta vandallar bir tarafta gönül dili Türkçe'ye sarılmış barış elçileri vardı. Bir tarafta hakaret vardı sövgü vardı tahammülsüzlük vardı ama diğer tarafta sevgi vardı aşk vardı hoşgörü vardı. Dövene elsiz gerek sövene dilsiz gerek diyen engin neferler vardı.”
Bu sözler söylenirken Ahmet tutukluydu…
Sonra? Sonra şunlar oldu:
Ahmet’in “İmamın Ordusu” kitabını “bombadan daha tesirli” olarak değerlendiren, FETÖ liderine “bitsin bu hasret” diyen dönemin başbakanı önce Cumhurbaşkanı oldu… Ardından, referandumla anayasa değişikliği gerçekleştirildi ve AKP Genel Başkanı oldu… FETÖ örgütüne karşı en kararlı mücadeleyi veren isim olarak bayrağı taşıyor… Türkçe Olimpiyatlarında yaptığı konuşmalar ve iktidarda olduğu sürece FETÖ’ye verdiği desteklerle ilgili olarak “Kandırıldık, milletimiz ve Rabbim bizi affetsin” dedi…
15 Temmuz 2016’da FETÖ örgütü bir darbe girişimi gerçekleştirdi. 249 insanımız katledildi.
FETÖ liderine “Hocaefendi” diye övgüler düzenlerin ikballeri, mevkileri yerli yerinde…
FETÖ lideri Pensilvanya’da sıhhat ve afiyette!
Ahmet Şık? O hala, yıllardır cemaatin kanserli bir hücre gibi devleti ele geçirdiğini söyleyen yüzlerce gazeteci, aydın, bilim insanı ile birlikte hapiste…