Ahmet Ulaş dostumuzu, arkadaşımızı kaybettik. O, öğrencilik yıllarından beri, Kıbrıs'ta barış, demokrasi ve bu güzel yurdun insanlarının, demokratik hukuk devleti ilkeleri içinde yaşaması için çaba ortaya koyan, emek veren insanlarımızdan biridir.
Diğer bütün arkadaşları gibi ne boyun eğdi, ne de egemen olanlardan minnet bekledi.
O’nu, Selimiye Camii karşısında, Arasta’dan gelip Bedesten’e ulaşan ana yolun köşesinde, Karabüllüğün kahvesinin karşısında, bandabuliyaya karşıdan bakan, hemen köşede, babası Enver dayının çalıştırdığı dükkandan bilirim.
Tirifil bağlarının kokusunun, sıcak ekmek kokuları ile karıştığı ve çok enteresan bir kokunun eşliğinde, bandabuliyanın o iki toplumlu, hareketli günlerinden, kardeşleri ile babasına yardım ederken, o coşkulu hali ile O’nu tanıdım ve hep o anları da hatırlarım.
O coşkulu hali, yaşamı boyunca hiç ama hiç eksilmedi.
Ahmet, 12 Mart 1971 faşist darbesinin yıkımını da boyun eğmeden aşanlardandır.
Bir mühendis olarak görev yaptığı karayollarında, en zor zamanlarda, mesleğinin temel ilkelerine bağlı çalıştı.
Aynı zamanda sendikal çalışmaların içinde yer aldı. Emekçilerin örgütlenmesi, hak ve demokrasi mücadelesi için elinden geleni yaptı.
Hiç yılmadı. Bu çalışmaları siyasi mücadele ile de birleştirdi.
Bir kamu görevlisi olması nedeni ile CTP'nin yasal üyesi olmadan, partinin siyasi gelişmesi için, emeğini, örgütsel disiplin içinde yerine getirdi. CTP'nin gelişmesi, büyümesi için emeğini hiç esirgemedi.
Baskıların en yoğun olduğu zamanda sinmedi, tırsmadı.
O güzel kahkahası ve canlı, heyecanlı davranışları ile herkese moral kattı.
Mücadelenin hiç bir aşamasında geri kalmadı. En sert tartışmaların içinde asla kırılmadı. Ama en önemlisi, bu tartışmalarda da tartıştığı kimseyi de kırmadı.
Siyasi başarılarımızda çocuklar gibi sevindi. Ama başarılar nedeni ile asla da şımarmadı, şımaranları da hep uyardı. Yenilgi zamanlarında sinmedi, daha büyük coşku ile yola devam diyenlerdendi.
Mesleğine her mühendis gibi tutkundu. Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimarlar Odası’ndaki görevini de siyasi kimliğini bunun önüne geçirmeden, büyük bir sorumlulukla yerine getirdi.
Kurumun yasal konumunun gelişmesi için gösterdiği çabaların her aşamada tanıklığını yaptım.
Kendinden farklı siyasi görüşlere sahip meslektaşlarına verdiği değeri ve önemi hep yaşadım.
Barış ve çözüm onun en büyük beklentisi idi. Pek çoğu gibi bunu yaşarken göremedi.
Bir sömürge çocuğu olarak doğanlardandı. Çocukluğunda Kıbrıs Cumhuriyeti’ni gördü. Ama delikanlılığına da savaşların ve çatışmaların içinde başladı ve gelişti. Mücahit de oldu. Bu yaşadıkları, diğer çağdaşları gibi Barış ve demokrasi mücadelesini, yaşamının temel dayanağı yapmasını getirdi. İşte bu olgu da yaşamının önemli bir parçası oldu.
O da bizim gibi sömürge yönetimini, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni, Kıbrıs Türk Yönetimi’ni, Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi’ni, KTFD'yi, KKTC'yi yaşadı.
Hedeflediğimiz Federal Kıbrıs'a uzansak, üzerine, 24 Nisan 2004'te değsek de hepsimizle birlikte göremedi. O değme anından sonrada, “aha yine olmadı" deyip hepsimiz gibi pısmadı, son nefesine kadar bunun için uğraştı.
Pısanlara da öfkelenmedi. “Onları da kazanalım” deyip yine devam dedi.
Evet, Ahmet dostum, hepsini bizim kuşak birlikte yaşadı. Ama yaşamımız sona erse de, bildiğimiz bir şey var.
Bu toplumun insanlarının içinde barışa, demokrasiye, bu toplumun varlığının demokratikleşerek, üretkenlik temelinde gelişip sürmesine dair istek, arzu ve inanç hiç sönmeyecek. Er geç bu topraklara barış, çözüm gelecek.
Bu çileli yaşam çizgimiz, çektiğimiz acılar, sıkıntılar bu topraklara, hep birlikte ekilen barış fidanının güçlenen gövdesinin üzerinde açan güzel çiçekleri ve vereceği güzel meyveleri de görecek.
Sen, diğer hayatını kaybeden dostlar, belki sizin gibi bizlerde, bu güzel çiçekleri koklama, meyvesini yeme hazzını tadamayacağız.
Bu topraklara, bu güzel fidanın dikilmesini engellemeye, engelleyemeyince de onun kesilip, yada yakılarak yok edilmesini amaçlayan gericiler hep oldu. Ama onlar bunun ne dikilmesini, nede gelişmesini engelleyemediler....
Çünkü onlara karşı, bu fidanı dikenler, onu korumasını da bildi ve alın terleri ile suladı, bilgileri ile gübreledi.
Böylece bu güzel fidan, bugün köklü bir ağaç oldu.
İşte bundan ötürü Ahmet dostum, senin de bir parçası olduğun bu ortak çabayı veren binlerce insanımızın emeği ile gelişen bu ağaç, er geç çiçek açacak ve açılan çiçeklerde meyveye duracak. Er geç, bu toplumun, bu adanın insanları onun açan güzel çiçeklerini koklayıp, leziz meyvesini tadacak.
Sen, o güzel çiçekleri koklayamayacaksın, meyvesini tadamayacaksın, belki bugün seni ebedi istirahgahına yollayan bizler de bunu göremeyeceğiz.
Ama bileceğiz ki bu güzel ağaç, er geç çiçek açacak ve meyveye duracak. Onun gölgesinde oturup, onun güzel çiçeklerini koklayıp, meyvesini tadacak olanlar, bunun ekilip, gelişmesine katkı sağlayanları da hiç unutmayacaklardır.
Ahmet dostum, sana güle güle derken, emeklerini, o güzel kahkahanı, sevgi ve inanç dolu yüreğini asla unutmayacağımızı bil.
Eşine, ailene, çocuklarına, tüm arkadaş ve dostlarına başsağlığı dilerken, sevgi ile kal, ama bil, o ağacın bakımı, sulanması, çiçek açana ve meyve durana kadar devam edecek, sürecek.