“Bugün de risk altındayım. Cumhurbaşkanına hakaretten açılan davalar, Twitter’da bana yapılan hakaretler ve tehditler var. Bana vatan haini diyorlar. Yirmi beş dile çevrilen Türkiye’yi anlattığım ve tanıttığım onca kitaptan sonra bana vatan haini diyorlar. Bunu planlı olarak kışkırtanlar var.”
“Kesinlikle bu roman günümüzü daha iyi anlamak için yazıldı. Bizim aydınlarımız uzunca dönem bir yanılgıyla Osmanlı’yı yok saydı. Görmezden geldi. İlericiliği, geçmişi yadsımak zannettik. Aksine geçmişin çok iyi irdelenmesi ve bilinmesi gerekiyor.”
“Bugün de bu topraklarda kuşkusuz değişim ve dönüşüm söz konusu. Dediğim gibi kültür değişiyor ancak bugün olan başka bir şey. Tarihsel olarak bugün olan dönüşüm olsa da ilerici bir dönüşüm değil.”
“14 yaşımda iken politik iktidarı ele geçirirsek her şeyi değiştiririz sanıyordum. Şimdi ise böyle olmadığını anladım. Oysa kültürü değiştirebilirsek dünyayı değiştirebiliriz.”
Simge Çerkezoğlu
Ahmet Ümit günümüz Türkiye’sindeki en iyi romancılardan biri. İlk başta sadece polisiye roman yazarı olarak algılansa da aslında çok daha fazlası… Romanlarında engin tarih bilgisi saklı… İnsan okudukça daha çok okumak, öğrendikçe daha çok araştırmak istiyor. Yirmi beş farklı dilde kitapları yayınlanan bir yazara göre çok mütevazi ve hayli insani…
“BENİ HERKES OKUR”
Ahmet Ümit her ne kadar bir polisiye roman yazarı olarak anılsa da aslında siyasi fikirleri olan, hayatta belli duruşa sahip ve bunun bedelini de fazlasıyla ödeyen yazarlardan…
“Tabii Türkiye’de politik duruşunuzu korumak ve benim gibi de muhalif olmak her zaman riskli. Hele bugünlerde çok daha riskli. 14 yaşımda devrimci oldum. Komünist Parti üyesi oldum. Ancak sonra tüm bağlarımdan kurtuldum. Sanatçı bağımsız olmalı bence. Şimdi eskisi gibi diktatörlük, işçi sınıfının diktatörlüğünü falan savunmuyorum. Bunu da tek seslilik olarak görüyorum. Artık daha özgürlükçü anlayışa sahibim ama solda duruyorum. Hep muhalifim. Muhalifliğim sadece sol düşünceyi savunmak anlamına da gelmiyor. Kim zulme uğruyorsa baskı görüyorsa onun yanında yer alıyorum. Kim baskı uyguluyorsa ki bu sol bir hükümet de olabilir ona karşı duruyorum. Bunun riskleri var. Küçük yaştan beri de bunu yaşıyorum. Polislerden dayak yedim. Öldü diye bıraktılar oysa yaralıydım. Bugün de risk altındayım. Cumhurbaşkanına hakaretten açılan davalar, Twitter’da bana yapılan hakaretler ve tehditler var. Bana vatan haini diyorlar. Yirmi beş dile çevrilen Türkiye’yi anlattığım ve tanıttığım onca kitaptan sonra bana vatan haini diyorlar. Bunu planlı olarak kışkırtanlar var. Tehdit her zaman olacak. Yapacak bir şey yok. Ya sesimizi kesip oturacağız ki insan olarak o zaman kendimi mutlu hissetmeyeceğim. Hükümetle iyi geçinebilirim. Şahan olur çok bayılırlar da buna, beni de el üstünde tutarlar ama ben yanlışı söylemek zorundayım. Anlatmak zorundayım. Sonuçta edebiyat da bir sanattır. Politika değildir. Kendi kuralları vardır. Eserlerimi politikanın hizmetine sunmuyorum. Sunamam da ama duruşum neyse romanlarıma da yansıyor, ortaya çıkıyor. Ama beni herkes okur ülkücüsü de, solcusu da AKP’lisi de, Atatürkçüsü de… Ben önce insanı anlatırım.”
Önce biraz geçmişe gidiyoruz. Yazar bize ilk yıllarını ve yazın hayatına nasıl başladığını anlatıyor.
“1989 ve 1992 yıllarında bulunduğum sol örgütte aktif olarak çalışmaya başladım. Parti sonra bitti. Ben de yazar olmaya karar verdim. 29 yaşımda iş hayatına atıldım. Bir ajansta iş buldum. Sonra yayın evine devam ettim. Gündüz çalışıyordum. Geceleri ise ofiste oturup eski bir bilgisayarda hikâyeler yazıyordum. Yazarlığa böyle başladım. Artık sadece edebiyatla uğraşıyorum. O zaman paraya ihtiyacım vardı. Şimdi hayatımı yazarlıkla idame ettirebiliyorum. Tümüyle kendimi yazarlık ve edebiyata verdim. Yılda dört yüz bin satan kitaplarım var.”
“RESMİ DÜŞÜNCENİN SÖYLEDİĞİ TARİH ÇOK SIĞ”
Baş komiser Nevzat, yazarın üç kitabının ana karakteri. İnce Mehmet gibi unutulmaz bir karakter olmaya aday olan Nevzat’ın Ahmet Ümit kitaplarında sıklıkla yer alması sebepsiz değil.
“Aslında baş komiser Nevzat ve onun ekibi olan Ali ve Zeynep’i bazı romanlarımda kullanma nedenim tamamen olayları derinlemesine anlatma ve anlatacağım olaya hemen girme isteğim. Çünkü normalde yeni karakterleri okuyucuya anlatmak ve tanıtmak gerekiyor. Oysa bazı kitaplarımda kullandığım bu karakterlerle hemen olaya ve anlatmak istediğim konulara giriş yapabiliyorum. Okuyucuya karakterleri tanıtmakla sıkmıyorum. Yeni romanda Nevzat yok. Geçmişten gelen bir hikâye çünkü. Ancak sonraki romanlarda olacak. Benzer karakterleri kullanmak romanın problematiği neyse doğrudan ona ulaşmakta kolaylık sağlıyor. Böylece gereksiz ayrıntılardan kurtuluyoruz. Nevzat çok sevilen de bir karakter. Ben de seviyorum zaten şu anda da Penguen Dergisi’nde Körebe diye bir tefrika oldu. Romanı da devam ediyor.”
Yazarın öyle romanları var ki bir romandan çok daha öte… Tarihi içinde barındıran bu kitapları okuyup, Babı –Esrar’la Konya’ya gittiğimi ya da Beyoğlu Rapsodisi ile Pera’nın arka sokaklarında kaybolduğumu unutamıyorum.
“Ben fark ettim ki kültürümüz ve tarihimiz çok önemli derken aslında bu yalanmış. Bu toprakların ve toplumun çok derin bir tarihi var. Oysa resmi düşüncenin söylediği tarih çok sığ. Ben de tarihi malzemeleri kullanmaya karar verdim. İlk tarihi romanım Patasana’ydı. Hititleri anlatıyordu. Gerçekle yüzleştik. Arkeologlarla tarihçilerle konuştuk. Ardından İstanbul Hatırası geldi. Bize anlatılan İstanbul’un tarihi 1453’te başlıyor. Mümkün mü? Sekiz bin yıllık tarihi olan bir şehir bu. Bize anlatılan Mevlana başka, gerçek Mevlana başka. Bunların her biri hem bir zenginlik hem de tüm insanlığı kapsayan bakış açısı. Fikirlerimle böylece doğru ve resmi tarih söylemleriyle de mücadeleye başladım. Ben sadece polisiye yazmıyorum. Çok daha fazlasını anlatıyorum.”
“ELVEDA GÜZEL VATANIM”
Merakla beklenen yeni kitaptan bahsediyoruz. “Elveda Güzel Vatanım… Kitap 1Aralık’ta okuyucularla buluşacak.
“Yeni romanım aslında İttihat ve Terakki’yi anlatıyor. İttihat ve Terakki Osmanlı’nın yıkılması ve Türkiye’de reform hareketleri ile Cumhuriyetin kurulması ve elbette 1. Dünya Savaşı’na girmesi meselesinde anahtar bir teşkilattı. Aynı zamanda Türkiye’nin batılılaşma sürecini özetleyen de bir teşkilat anlamına gelmektedir. Aslında bugün yaşadığımız, ülkenin yaşadığı pek çok sorun o dönemden kaynaklanıyor. O dönem çözülememiş sorunlar bugüne yansıyor. Osmanlı İmparatorluğu parçalanıyor, dağılıyor ve bu durumdan rahatsız olan asker ve sivil kökenli aydınlar bu durumu değiştirmek istiyor. Bunun için de meclis istiyorlar. Aslında bu hareket çok daha öncesinde Genç Türklerle başlıyor. Sonra da Genç Türklere İttihat ve Terakki katılıyor. İşte bu kitap tamamen bize bu dönemi anlatıyor. 1889’dan 1926’ya kadar bir süreç bu. 1926 yılında İzmir’de Mustafa Kemal’e suikast düzenlenmek isteniyor ve buna İttihatçılar teşebbüs etti deniliyor. Böylece örgüt olarak tasfiye ediliyorlar. Fakat zihniyet değişmiyor. İttihat ve Terakki’ye karşı olanlar bile bugün onların düşüncelerini, özellikle de son dönemdeki baskıcı, kendinden başkasını tanımayan ötekileştiren politikalarını benimsiyorlar. O yüzden bunu anlatmak istedim. Selanik’te, İstanbul’da, Trablusgarp’ta… Osmanlı coğrafyasının olduğu üç kıtada Avrupa, Asya ve Afrika’da geçen bir kitap bu. Tabii Paris de var. Çünkü Paris, İttihat Terakki ve Jön Türkler için çok önemli bir yer. Osmanlı’nın son döneminde Abdülhamit’ten kaçan aydınların çoğu Paris’e gitmişti. Tüm bu coğrafyada geçen bir hikâye bu. Mektuplardan oluşuyor. Kırk beş mektup üstüne hikâye kurgulanıyor. ”
******************************
“TARİH BİZE ÇOK ŞOVENİST ANLATILIYOR”
Bugünü daha iyi anlamak için bir anlamda geçmişe dönmeyi seçen Ahmet Ümit, bir anlamda geleceğe de ışık tutmaya çalışıyor.
“Kesinlikle bu roman günümüzü daha iyi anlamak için yazıldı. Bizim aydınlarımız uzunca dönem bir yanılgıyla Osmanlı’yı yok saydı. Görmezden geldi. İlericiliği, geçmişi yadsımak zannettik. Aksine geçmişin çok iyi irdelenmesi ve bilinmesi gerekiyor. Ancak bugünü o şekilde anlayabilir ve geleceğe dair de öngörüde bulunabilirsiniz. Geçmişi anlamadan, bugünü değerlendirmeden geleceğe dair öngörüde bulunmak mümkün değil. Cumhuriyetle beraber bir anda altı yüz yıllık Osmanlı yok sayıldı. Mümkün mü bu? Benim dedem ve babam Osmanlı vatandaşı olarak doğdu oysa. Bu anlayışı ne yazık ki devam etti. Bunu ilericilik adına yaptık ve son derece de yanlıştı. Aksine o dönemlerin çok iyi değerlendirilmesi sadece Osmanlı’nın da değil sonuçta Selçuklu, Roma ve Hitit İmparatorluğu tüm bu geleneklerin içinden gelen halkız. Köklerimiz bu. Kıbrıs da öyle… Roma ve Antik Yunan da bizim iki halkın ortak mirası. Fakat bize tarih çok şovenist olarak sunulduğu için hakim iktidarlar tarafından buna tepki olarak biz de bunu tümüyle reddettik. Başka noktalara savrulduk. Yanlış yaptık.”
‘Elveda Güzel Vatanım’ ismini ilk okuduğum andan itibaren aklıma yeni Türkiye kavramı geliyor. Bu isim bende günümüz Türkiye algısına bir gönderme hissi uyandırıyor.
“Hikâyenin temeli aslında bu, karakter burada hem Selanik’e veda ediyor, ki Selanik o dönemde çok önemli bir şehir. Osmanlı aydınlarının buluştuğu çok kozmopolit bir şehir. Avrupa’ya çok yakın. Adam hem şehri Selanik’i kaybediyor hem de vatanı olan Osmanlı’yı. Osmanlı sadece Anadolu, Trakya ve İstanbul’dan ibaret değildi ki. Kuzey Afrika’sı var, Bağdat var, Suriye var. Hatta Mısır, Makedonya her yer Osmanlı… ‘Elveda Güzel Vatanım’ derken onun olan, ki vatan sadece toprak parçası değil bir de kültürdür aynı zamanda onun olan kültürü de kaybediyor. Elinden kayıp gidiyor. Tabii bugüne de göndermem var. Çünkü bugün de Türkiye değişiyor. Kültür değişiyor. Hızla değişim içinde. Geçmişle bugünün farkı ise Osmanlı’nın yıkılması mukadderattı. Fransız İhtilali ile dünyada değişim başlamış ve ulus devletler çağı başlamıştı. Osmanlı’da yüz yıl sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. Çok geç bile kalınmıştı. Ancak bu mukadderatı sağlayacak sınıflar da yeterince olgunlaşmamıştı. Köylüler, küçük burjuvalar ve işçiler yoktu. Bunu ancak İttihat ve Terakki gibi örgütler, Mustafa Kemal ve arkadaşları yapabildi. Aydınlar sistemin çağ dışı olduğunu görüp saltanat ve padişahlığı değiştirdi. Demokratik hükümet kurmaya çalıştılar. Tabii ne kadar demokratik oldular o ayrı bir tartışma konusudur.”
“AKIŞA TERS BİR DÖNÜŞÜM”
Bugün Türkiye’de günümüzde yaşanan dönüşüm ve değişimi de değerlendiren Ahmet Ümit, günümüzdeki değişimi gerici bir değişim olarak tanımlıyor.
“Bugün de bu topraklarda kuşkusuz değişim ve dönüşüm söz konusu. Dediğim gibi kültür değişiyor ancak bugün olan başka bir şey. Tarihsel olarak bugün olan dönüşüm olsa da ilerici bir dönüşüm değil. Yanlış bir dönüşüm. Tamamen politik zorlamalarla olan dönüşüm. Tarihin mantığı bunu kabul etmeyecektir. Bu dönüşüm akışa ters bir dönüşüm. O yüzden de zaten baskı dönemi, yoğun bir baskı dönemi başladı Türkiye’de. Böyle bir süreci yaşıyoruz şu anda. Umarım bir an önce hükümet kendi hatasını görür. Ötekileştirme ortadan kalkar. Yani %49 oy aldılar ama %51 de onlara karşı. Ama nefretle karşı. Böyle bir ülke yönetilemez. Onun yerine barış ve kaynaşma lazım. Bu politikalardan vazgeçmek lazım. Bunu başarırlarsa belki Türkiye kendi yoluna doğru gider ama başaramazlarsa Türkiye’yi çok karanlık günler bekliyor. Dolayısı ile ‘Elveda Güzel Vatanım’ ifadesini bugün için de söyleyebiliriz. Şu anda Türkiye’de bir savaş var. Silvan dokuz gündür kuşatma altında. Silvan neresi, bizim vatanımız. Bizim toprağımız. İç savaşın bir parçasını zaten şu anda yaşıyoruz. Bu korkunç birşey. Ekonomi sürünüyor. Dünyada bir tek dostumuz yok. Avrupa Birliği mülteci krizi nedeniyle Türkiye’ye gülümsüyor. Bunu tamamen çıkar için yapıyorlar. Ahlaksız bir dünyada yaşıyoruz. ”
*************************
“BEN BİR ŞEYLERİ DEĞİŞTİRDİĞİME İNANIYORUM”
Ahmet Ümit daha önceki bir röportajında çok erken yaşta dünyayı değiştirme idealine sahip olduğunu söylüyor. Buna dair birşey yapabildiğine inanıyor mu merak ediyorum. Gülüyoruz…
“Ben birşeyleri değiştirmeye başladığıma inanıyorum. İlk değiştirdiğim Türkiye’de hiç polisiye okunmazken bunu kırdım. Ama 14 yaşımda iken politik iktidarı ele geçirirsek her şeyi değiştiririz sanıyordum. Şimdi ise böyle olmadığını anladım. Oysa kültürü değiştirebilirsek dünyayı değiştirebiliriz. Bunun araçlarından biri de sanat ve edebiyattır. Şu an birkaç milyon insan benim fikirlerimi tartışıyor. Belki bazıları benimsiyor. Ya da karşı çıkıyor. En azından onların kafasında soru işareti oluşturmayı başarıyorum. Sadece ben değil aslında her insan dünyayı değiştirebilir. Dünyanın problemi küçücük olduğumuz için farkında değiliz ama dünyayı terk etme sorunudur. Güneş bir gün soğuyacak. Biz güneşsiz hayatı icat edemezsek türümüz sona erecek. İnsanlık olarak dünyaya sorumluyuz. Geleceği aramalıyız. Oysa herkesin kaygısı günü kurtarmak. Türkiye’deki son seçim sonuçları da bunu gösteriyor. Herkes hayatını sürdürme telaşı içinde. Günü kurtarma derdinde. Politikacılar da buna yaslanıyor. Hayatta kalma duygusu, hayatı devam ettirme ve üreme ile temel hayvani hisler. Doğalı küçümsemek için de söylemiyorum ama insan olarak daha fazlasını yapmalıyız diye düşünüyorum.”