Okan Bullici
okan.bullici@yahoo.com
Ben bölünmüş bir Kıbrıs sonrası dünyaya gelmiş ikiz bebeklerden solda olanıyım. Bu Sol’da olmak çok göreceli bir şey olmakla beraber, odanın hangi açısından bakarsanız veya nasıl konumlanmışsanız bu gerçeklik farklılık gösteriyor. İlk doğan hangimizdi, onu da bilmiyorum çünkü sezaryen ve prematüre bebekler olarak doğduk. Ama bazı farklılıkları sayacak olursam, bizi uzandığımız beşikler ayırıyordu. Devam edecek olursam, mesela, benim ismimi Okan koymuşlar. Rumca ve Yunancadaki aynı manası Theo’doros. İngilizce konuşan dünyada ise en yakın manası Logan. Okan olarak adlandırıldığım ismin özelliğini ilk keşfedişimde zihnimde patlayan nöronların sayısını bir makinede saymış olsaydık, bir tarama verisi elbette ortaya çıkardı. Ne üzücüdür ki, bu veri çok fazla toplanamadan zihinlerimizin içinde gezmeye devam ediyor. İleride her şey pek tabi ki farklı olacaktır. Fakat, bu fark biz iletişim kurarsak gerçekleşecektir. Ben de maalesef iletişim kuramayan, hatta kurmak istesem bile nerede kuracağımı bilemeyen ve o hasreti, o kardeşliği, o acıyı, o sevinci, yani aynılığı yaşayacağım o mekanı nerede ve nasıl bulacağım konusunda tereddütler içerisinde belli bir zaman harcayarak ve bir deneyim, yaşam deneyimi edinerek bu hayatı yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum. Başka bir deyişle aslında rol alıyorum. Tiyatro kulübü, Mütercim-Tercümanlık ve Edebiyat bölümü kişisel ve akademik seyahatler ve bunlara ek olarak gönüllü televizyon programı çekimi, gönüllü plaj temizliği gibi gönüllülük esasına dayalı ne etkinlik varsa katılmama rağmen içimdeki boşluğu bir türlü dolduramıyordum. Şansa bak, rast geldi, ikizim ile birlikte meğer bölünmüş bir ada içerisinde, ruhumuzun bir yanını farkında olmadan bir mekanda bırakmışız. Telin diğer tarafında, 5 Aralık 1994 tarihinde bu mekansal aktarım gerçekleşmiş ve ruhumuzun bazı parçaları orada sessizce 2004 tarihine kadar uyumuştu. Uyurken akşam rüyalarıma girenler, hep bana öteden seslense de benim ruhumun diğer yarısına ulaşmam için vakit ve bir bekleyiş gerekiyordu. Bunlar bir kenara dura dursun, İkiz olmak nasıldır diye hep sorarlar, hep şunu önce belirtmekte bir fayda oluyor ve bu fayda şudur: Tek yumurta mı, çift yumurta mı?
Yumurtalar ayrı, beşikler ayrı, odalar aynı, okul aynı fakat sınıflar farklı, arkadaşlar aynı fakat arzular farklı, düşler farklı, nesneler ve imgeler farklı… Bu farklılıklar bir kenara dursun ve biz büyüyünce belli süreçler sonrası diye devam ededursun, ayaklarım beni, sadece bir yere çekiyordu, Post Araştırma Enstitüsü ve Dayanışma Evi. Beni ben yapan diğer mekanlardan en önemli olan sadece iki (2) tanesi bu yerlerdir. Lefkoşa’da yürüyün, Dereboyu’nun arkasına doğru kayınca, Post RI ve H4C tabelalarını görürsünüz. Dayanışma Evi… her ne kadar bir kurum/kuruluş olsa da orayı kendi evimdeymişim gibi hisseder oldum. The Home Cafe / Evin Kahvehanesi olarak adlandırdığımız o biricik mekan, benim sanki de evimin mutfağı. Sanki de, tüm ekip benim ailem; her ne kadar da onlar benim takım arkadaşlarım ve meslektaşlarım olsalar da…
İki şefimiz de leziz yemekler pişiriyorlar. Kıbrıs mutfağını birçok dünya mutfağı ile birleştirip üzerine bir de veganizm ekledik mi, ortaya çok muazzam bir şey çıkıverdi. Şeflerimiz yemek pişiredursun, ben ve takım arkadaş(larım) baristalar olarak kahvelerimizi kaynatıyor ve demliyoruz. Diğer kahvelere ve çaylara ek olarak, kendi favorim Flat White ve Soğuk Süt, çoğu zaman, yani, %80 vegan, bazense %20 alışılagelmiş halinde hazırlanıyor, servis ediliyor ve tüketiliyor. En komik kahveden bahsetmek istiyorum çünkü melez gibi gözüken bir kahve kendisi, o güzelim kahvenin adı ise: Geleneksel kahve olarak ortayolu bulduğum kahve çeşidimiz olan Kıbrıs-Kahvesi. Türkiye Türkleri gelince bazen dil sürçüyor. Çok tatlı bir bilinçdışı olay o an böyle bana yansıyor ya, ufaktan tebessüm ediyorum ve onları idare ediyorum. Onlar da tabii ki beni idare ediyorlar. Ayrıca, Yunanistan Yunanlıları gelince Yunan Kahvesi diyorlar, onlara Yunanca konuştuğum için, kahveyi yunanca tasvir ediyoruz. Bir tek o kahveyi kamusal alanda sahiplenmeyenler Kıbrısmaronitleri ve Kıbrısermenileridir diye kendimce, tüm naifliğimle düşünüyorum. En azından bu benim deneyimim de böyle gözüküyor. Yaşayabildikleri veya dönebildikleri evlerinde veya kahvehanelerinde onlar nasıl bu durumu deneyimlemektedirler doğrusu çok merak ediyorum.
Cümlelerimi bitirirken, 32 dişin de otuz ikisini göstermeye çalıştığımız o tatlı kahvehanede sizleri de görmeyi umuyor, Kıbrıs tatlarından tatmaya davet ederken küçük bir uyarıda bulunmak istiyoruz. “Gelirken, kimlik kartınızı, bir şişe suyunuzu, kendi kahve kupanızı – indirim almak için! - anılarınızı ve bol sohbetinizi getirmeyi ve birçok şeyi manifeste etmeyi sakın unutmayınız” diyoruz. Neden öyle diyoruz ve bitiriyoruz… çünkü unutursanız üşürsünüz, değerli okurlar…