Bundan iki hafta önce, “Özel hayata müdahale ve gazetecilik” başlıklı yazımda, Cumhuriyet Meclisi’nde oybirliği ile kabul edilen ve Cumhurbaşkanlığı onayına sunulan “Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasası”na değinmiş ve yasanın gazetecilik açısından yaratacağı sıkıntılardan söz etmiştim.
Yazımda, özel hayata ve haberleşmenin gizliliğine mutlak koruma getirildiğini, kamu yararından hiç söz edilmediğini; oysa gazeteciliğin en önemli argümanının kamu yararı olduğunu ifade etmeye çalışmıştım.
Örneğin Türkiye’de son bir ayda ortaya dökülen ses kayıtlarının yayımlanması, içeriğinin haberleştirilmesi bu yasaya göre ağır bir suç teşkil ediyor ve benim anladığım kadarıyla da altı yıla kadar hapis ve para cezası öngörülüyor. Öte yandan, ifşa edilen ses kayıtları içerik itibarıyla kamunun bilme hakkı çerçevesinde değerlendirilebilecek konuşmalardan oluşuyor, yani bu kayıtların ifşasında kamu yararı söz konusu.
Geçen haftaki “Gazetecilik ve kamu yararı” başlıklı yazımda bu kavramı irdelemeye çalışmıştım. Yazımın sonunda şunları yazmıştım: “Yapılan herhangi bir haberin kamu yararına hizmet ettiğini savunabilmemiz için, haberin yayımlanmasıyla birlikte toplumun bir zarardan korunduğunu, yasalar açısından suç sayılan bir eylemin açığa çıktığını, toplumun bilme hakkına hizmet edildiğini kanıtlayabilmemiz gerekir. Eğer bir haber demokratik toplumsal yaşamın sağlıklı biçimde işleyişine yardımcı oluyorsa, kamu yararı taşıyor demektir. Gizli ses kayıtlarını, gizli belgeleri, suç teşkil eden ilişkileri bu çerçevede değerlendirmek gerekir.”
AİHM kararları
Bu hafta, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği iki kararlardan söz edeceğim. Öncelikle bir hukukçu olmadığımı, kararları bir hukukçu gözüyle değerlendiremeyeceğimi belirteyim. AİHM’in web sayfasından kararları incelemeye çalışırken, hukukçu Rıza Türmen’in Milliyet’te “Ses kayıtları ve ifade özgürlüğü” başlığıyla 8 Mart Cumartesi günü yayımlanan yazısını gördüm. Rıza Türmen, 1998-2008 yılları arasında AİHM’de yargıçlık görevinde bulunmuştu. Türmen yazısında şunları söylüyor: “Yargı kararı olmadan yapılan dinlemelerin suç oluşturduğu açık. TCK 132-140 maddeleri bu suçla ilgili. Hukuka aykırı bir biçimde elde edilen bu kayıtlar bir yargılamada kanıt olarak kullanılamaz. Ancak hukuka aykırı yollardan elde edilen ses kayıtlarının medyada yayınlanması ifade özgürlüğü kapsamına girer mi?” Türk Ceza Kanunu’nun yukarıda sözü edilen maddeleri, “Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına İlişkin Suçlar”ı düzenliyor. Hem Rıza Türmen’in yazısında zikrettiği hem de kendi bulduğum bazı kararlar ışığında AİHM’in konuya nasıl yaklaştığını aktarmaya çalışacağım.
Radyo Twist / Slovakya davası
Radyo Twist, Slovakya Başbakan Yardımcı ve Maliye Bakanı olan kişi ile Adalet Bakanı Yardımcısı’nın telefon konuşmasını yayımlar. Telefon konuşması yasadışı biçimde dinlenmiş ve radyoya ulaştırılmıştır. Ses kayıtlarını yayımlamadan önce programcı bir anons yapar ve mahkeme kararı olmadan yapılan yasadışı dinlemeleri onaylamadıklarını, ancak ellerinde bulunan ses kaydını kamu yararı söz konusu olduğu için yayımlamaktan kaçınamayacaklarını ve toplumu bilgilendirme görevlerini yerine getireceklerini söyler. Ardından kayıt radyoda yayımlanır. Slovak mahkemesi radyoyu suçlu bulur ve konu AİHM’e taşınır. AİHM, Radyo Twist’i haklı bulduğu ve yerel mahkemenin kararını geri çevirdiği kararında şu noktalar üzerinde durur.
1. İfade özgürlüğü, demokratik toplumun en önemli temellerinden birisini oluşturur. Bu özgürlük sadece olumlu bilgi ve fikirler için değil; kızdıran, şok edici ve rahatsızlık veren bilgi ve fikirler için de geçerlidir.
2. Basının her ne kadar kişilerin şöhretine ve haklarına zarar veren yayın yapmaktan kaçınması gerekse de, asli işlevi kamu yararına giren her konuda bilgi ve fikirleri aktarmaktır.
3. Kamusal figürler olan siyasetçiler için kabul edilenilir eleştiri sınırları sıradan insanlara göre daha geniştir.
4. Basına verilen cezanın yaratacağı “caydırma etkisi”nin, gelecekteki gözetim işlevine ilişkin performansını olumsuz etkleyeceği dikkate alınmalıdır.
5. Telefon konuşmasının içeriği aşikar biçimde politiktir ve özel yaşama ilişkin bir konuşma olarak değerlendirilemez.
6. Konuşmalarda, devlet işletmelerinin yönetimi ve özelleştirilmesinden söz edilmektedir ve bu konuşmaların kamuyu ilgilendirdiği gayet açıktır.
7. Konuşmaların yasadışı yöntemlerle kaydedildiği doğru olsa bile kayıtları gazetecilerin yaptığına ilişkin bir suçlama yoktur.
8. Radyo, üçüncü bir kişi tarafından yasadışı biçimde kaydedilen konuşmayı yaymladığı için cezalandırılmıştır. Bu durum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde düzenlenen ifade ve basın özgürlüğüne aykırıdır.
Von Hannover / Almanya davası
Monako Prensesi Caroline Von Hannover, 1990’lı yılların başından itibaren özel yaşamıyla ilgili fotoğrafların medyada yayımlanmasını engellemeye çalışmaktadır. Üç Alman dergisi, prensesin eşiyle ve bir aktörle uzaktan çekilmiş fotoğraflarını yayımlamış ve konu Alman Federal Mahkemesi gündemine gelmiştir. Federal Mahkeme Prenses Caroline’in engelleme taleplerini reddedince konu AİHM’e taşındı. AİHM, 2004 yılında verdiği kararda Caroline’i haklı buldu ve kişilerin özel fotoğraflarının ancak, "genel kamu çıkarı söz konusu olduğunda yayınlanabileceği" kararını verdi. Davacının bir kamu görevi yerine getirmediğinı ve fotoğrafların da kamunun bilme hakkına hizmet etmediğini ifade etti. Ancak tartışmalar bitmedi nihayet 2012 yılında AİHM Temyiz Mahkemesi verdiği kararla gazetecileri haklı buldu. Kararda şu noktalara dikkat çekildi:
1. Özel hayat kavramı, bir kişinin ismi, fotoğrafı, beden ve ruh bütünlüğü gibi kimliğiyle ilişkili unsurları içerir. Dolayısıyla bir kişinin fotoğrafının izinsiz yayımlanması, o kişinin özel hayatına bir müdahale oluşturmaktadır.
2. Kamu tarafından tanınan kişiler olsa dahi herkesin özel hayatlarına saygı gösterilmesini isteme hakları vardır.
3. Kişilerin özel hayatlarının korunması ile ifade ve basın özgürlüğü arasındaki dengenin iyi kurulması ve basın özgürlüğüne getirilecek sınırlamanın ikna edici olması gerekir.
4. Basının, her ne kadar başkalarının şöhret ve haklarıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de, kamuyu ilgilendiren her konuyu aktarma görevi vardır. Aksi takdirde vazgeçilmez “bekçi köpeği” görevini yerine getiremez.
AİHM’in aldığı bu konularda gündemine gelen başka davalar da var. Örneğin, Frezzoz ve Roir / Fransa davasında, Fransız mizah dergisi La Canard Enchainé, Peugeot otomobil şirketi başkanının gizli vergi kayıtlarını ele geçiriyor ve yayımlıyor. Gazete, bu kayıtları yayımlarken şu iddiada bulunuyor. Şirket, işçilerin zam teleplerini ekonomik gerekçelere dayandırarak reddederken, başkanın maaşına yüklü bir zam yapıyor. Yerel mahkeme gazeteyi suçlu buluyor, ancak AİHM yerel mahkemenin kararını geri çeviriyor: Haber, büyük bir otomobil üreticisinin yaşadığı ücret tartışması sırasında yayımlanmış ve genel tartışmaya katkıda bulunmuştur. Yöneticinin itibarına zarar vermeyi hedefleyen bir amaç söz konusu değildir.
Görüldüğü gibi, AİHM, verdiği çok sayıda kararda, özel hayatın ihlâli ya da haberleşmenin gizliliğinin ihlâli gibi konularda, basın özgürlüğünü yok etmeyecek şekilde özgürlükler arasında bir denge kurulması gerektiğini; basın özgürlüğünün demokratik toplumun en önemli dayanaklarından birisi olduğunu, gazetecileri gözetim işlevini yerine getirmekten caydıracak kararlardan uzak durulması gerektiğini ifade etmektedir.
Son olarak, Yenidüzen’de 7 Mart’ta tam sayfa olarak yayımlanan, “Milliyet’in patronu telefonda ağladı” başlıklı haberin, yazdığım yazılar çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar, dinlemelerin yasadışı olma ihtimali yükse de, içerik açısından kamu yararı taşmaktadır. Konuşmalarda, açık biçimde medyaya müdahale edildiği ifşa edilmektedir. Gazetecinin görevi gizlemek değil, gizli kapaklı ilişkileri açığa çıkarmaktır.