YENİDÜZEN yazarlarından Fatma Azgın, İngiliz sömürge devrinde eşini öldürdüğü için idam edilen Dr. Behiç’in kızı, Berin Arif, Hüseyin Behiç Gökay ve “Teşkilat” tarafından “kayıp” edilen Erol Arif Behiç’in annesi Söğüda Hanım’la ilgili hatırladıklarını yazdı… Ondan bu konuda bildiklerini paylaşması için bu yazıyı kaleme almasını rica ettik ve bizi kırmayarak bildiklerini ve gözlemlerini paylaştı… Çok teşekkür ederiz…
Fatma Azgın’ın yazısı şöyle:
“Emekli Polis Altay Sayıl’ın Kıbrıs’ta 1924 -1988 yıllarında “Cinayet Kurbanı Kadınlar..”Kitabını okumuştum. Bu tarihler arasında 64 Kadın öldürülmüştü.
Nedenler çoğunlukla Namus /Kıskançlık olarak gösteriliyordu.
Bu cinayetlerin içinde en çok ilgimi çeken Lefkoşa elitleri çiftlerinden Dr. Behiç beyin eşi Fatma hanımı öldürmesi ve arkasından Dr.Behiç beyin İngiliz idaresince idam edilmesiydi..
1989 da Yenidüzen gazetesinde makale yazmaya başlamış, daha çok kadınlar, hakları ve politika konularına eğilmekteydim.
Dr. Behiç bey ve Fatma hanımın acı hikayesini annem babam Aziz ailesi de çok iyi bilirdi. Hatta her öldürülen ve öldüren için ağıtlar yakıldığını da öğrenmiştim..
Aydın yurtdışında okumuş siyasi geleceği ümit vadeden isteyerek evlendiği, kendisinden 15 yaş küçük, Müftü Raci beyin torunu, posta müdürü Hüsnü beyin kızı güzeller güzeli 2 çocuklu Fatma hanımı Dr. Behiç nasıl öldürebilirdi?
O dönemlerde “Kadınlar hamamı” günlerinde bir başka kadın Fatma hanımın “Ben”ini görmüş kahvehanede Dr Behiç beye söylemiş Bunu özel hayata müdahale görmüş küçük toplumda yayılacağı bir namus sorunu olarak algılamış, Kavanin Meclis’ine girmesini engelleyecek, siyasi ve toplumsal kariyerini etkileyecek bir unsur olarak değerlendirip sinirlenmiş ve karısından şüphelenmeye hesap sormaya başlamış kavga etmeye başlamışlar. Fatma hanım bu tartışmalardan bunalıp iki çocuğunu alıp annesinin evine dönmeye karar verince çılgına dönmüş ve karısını iki çocuğun önünde tabanca ile öldürmüş..
Yıllar sonra kızları SÖĞÜDA hanımla buluşmamız…
Bir gün Müftü Ziyai Sokak’taki eczaneme kilolu, kılık kıyafeti fakir, bakımsız görünen bir kadın geldi..”Ben Dr. Behiç bey ve Fatma hanımın kızıyım Girne’de yaşıyorum, evliyim ve iki oğlum, bir kızım var” dedi. “Şarkıcı Behiç Gökay da oğullarımdan biridir” dedi.
Anne babasının ölmesinden sonra oradan oraya neler çektiğini anlattı. Girne’deki evine davet etti. Gittim. Döküm saçık eski, boyaları düşmüş bir evde yaşıyordu. Kocası ve çocuklarının sorunlu olması nedeniyle mutsuz bir hayatı olduğundan bahsetti.
O gün bugündür, aklım babası tarafından öldürülen annesi ve cinayet işlediği için idam edilen babasının statüsü, kültürü ile Söğüda hanımın uyum sağlamadığı böyle bir çoçuğun anne babası sağ olsaydı bambaşka bir Söğüda olacağı algısını yarattı ve hiç aklımdan çıkmadı..
“Anne baba nasılsa çocuklar öyle olur” sözlerinde doğruluk payı olduğuna acı içinde anladım..
Söğüda hanım, eşi ve müzisyen oğlu ölmüş, bir oğlu da kayıp… Bir kızı da intihar etmiş…
Aile faciası tümünün üzerine düşmüş…”
(FATMA AZGIN – 13.9.2019)
(PAZARTESİ DEVAM EDECEK)
Lefke, 1964…
Sotiris Savva arkadaşımızın, ΜΝΗΜΕΣ ΚΑΤΕΧΟΜΕΝΩΝ-ΛΑΙΚΗ ΠΑΡΑΔΟΣΗ ΚΑΙ ΙΣΤΟΡΙΑ ΤΗΣ ΚΥΠΡΟΥ yani “KIBRIS’TAN HATIRALAR” diye çevirebileceğimiz sosyal medya grubunda paylaştığı bu fotoğraf Lefke’de, 1964’te çekilmiş… Fotoğrafı kimin çektiğini bilmiyoruz…
Bir grup Kıbrıslıtürk kadın, belli ki büyük bir kayıp için ağlıyorlar, yas tutuyorlar…
Ölülerine ve kayıplarına ağlıyorlar…
Sayfamızın okurları hatırlayacaktır, Lefke’den pek çok “kayıp” Kıbrıslıtürk var… Bu “kayıp” Kıbrıslıtürkler’den bazılarının gömü yerleri bulundu, bazıları henüz bulunamadı.
Bir Kıbrıslırum okurumuzun çok değerli yardımları sonucunda Koççinodrimitya köyü dışındaki sıra kuyuların olduğu bölgede, bir kuyuda beş kişi, diğer bir başka kuyuda ise iki Kıbrıslıtürk’ten geride kalanlar bulundu. Bu bölgede toplam yedi “kayıp” Kıbrıslıtürk’ün gömü yerleri bu okurumuzun yardımlarıyla bulundu … Ona çok teşekkür ederiz, göstermiş olduğu insaniyet ve cesareti nedeniyle…
Koççinodrimitya’da Yorgacis’in “Teşkilat”ına bağlı bir grup Kıbrıslırum, bu yedi Kıbrıslıtürk’ü öldürerek “kayıp” etmişti… Bu yedi kişiden ikisi Lefke’den Rifat Salih ile Ertan Ali idi… Onların cenaze törenlerine de katıldık ve mezarlarına birer çelenk koyarak aileleriyle bu büyük acılarını paylaştık…
Ancak Lefke’den çıkıp da yolda “kayıp” edilmiş başka Kıbrıslıtürkler de var, onlar için uğraşlarımız hala devam ediyor…
Sotiris Savvas’a bu fotoğrafı paylaşmış olduğu için teşekkür ederiz…
“Ermenilerin “İkinci Kırım" Korkusu: 6-7 Eylül…”
Serdar KORUCU
6-7 Eylül Pogromu maddi olarak en büyük hasarını İstanbul'da Şişli-Taksim-Galata ekseninde bıraktı. Ancak aslında o geceden kalan en büyük yıkım, Rum, Ermeni ve Yahudi toplumlarının Türkiye'de yaşama iradesinde açıldı. Güvenlik güçlerinin varlığına rağmen yaşanan öldürme, taciz ve cinsel istismarlar nedeniyle...
1948 doğumlu Garbis Çelik, Ermeni Soykırımı'nın birinci kuşağı ile aynı evde yaşadığı için onların hislerini aktarabilenlerden. 2006'da Ülkede Özgür Gündem için Yüksel Genç ve Talip Kanar'a konuşan Çelik, o gece büyükannesinin 1915'i hatırladığını vurguluyordu:
"Benim için oldukça kontrast bir durumdu. 1915'i yaşayan büyükannem 'Bu ikinci kırım olacak' diyordu. O gün 4 saat boyu karanlıkta, ilk defa ölüm korkusunu yaşadım. Yedi yaşında bir çocuktum ve ölümün ne demek olduğunu bilmiyordum. Sadece durumun normal olmadığını biliyordum fakat o gün yaşadığım ölüm duygusu bende bir travma yarattı ve unutamadım."
O gece 7 yaşında olan ve soykırım anlatıları ile büyüyen Garbis Çelik, yaşadıkları baskının normal olmadığını yetişkin olunca fark edebilecekti:
"Babaannem bana soykırım hikayeleri anlatırdı. Ben soykırım hikayeleriyle büyüdüm. Bizim ancak böyle baskılarla yaşayabildiğimizi, bunun kaderimin bir parçası olduğunu düşünüyordum. O yüzden bana her şey normal geliyordu. 23 yaşına kadar da doğal görünüyordu."
Bugün bile can kaybı sayısı tartışmalı olsa da en az 11 kişinin öldüğü kabul edilen, anlatılardaysa tecavüzlerin 200'e ulaştığı belirtilen pogrom sırasında "koruyan" bekçi ya da komşu anıları da yer bulmakta. 1929 doğumlu Hrant Torunyan'ın hatıraları da bu yönde. Torunyan'ın anlatısı Kemal Yalçın'ın "Anadolu'nun Evlatları Yüz Yılın Tanıkları" kitabında bulunuyor:
"Korkunç sesler geliyordu. Şaşkın bir halde etrafımıza bakıyorduk ki, bizim caddedeki Halk Bankası ile Ziraat Bankası'nın bekçilerini gördüm. Ellerindeki tabancaları, kırıp yakmaya gelen kalabalığa çevirmiş, 'Bu caddede gavur yok! Bu caddede sizin aradıklarınızdan yok! Dokunmayın! Gidin buradan!' diye bağırıyorlardı."
6 Eylül 1955 akşamı, eğer o banka bekçileri olmasaydı benim dükkanım da kırılıp yıkılır, belki Erol'la birlikte dükkanımızın içinde öldürülürdük. Bizi banka bekçileri kurtardı."
Hrant Bekçiyan da "koruyan bekçiler" anlatısını 1915 ile birleştirmekteydi. Soykırım sırasında Ermenilere yardım eden az, çok az sayıdaki insanı anarak:
"Bu bekçiler gibi insanlar İstanbul'da, Türkiye'de her zaman var olmuştur. 1915 felaketi sırasında bile kendi hayatlarını tehlikeye atıp sürgün edilmiş birçok Ermeni'yi korumuş, melek ruhlu insanlar olmuştur."
Ermeni toplumu içinden bazı anılar kaleme alınabilmiş olsa da soykırım sonrasındaki zorunlu sessizliği ve tedirginliği bazı anlatılar açıkça ortaya koyuyor. Belki de bu ruh halini en iyi anlatan, Samatya'da kızkardeşi Hıripsime ile yaşayan 1938 doğumlu Ağavni Tantig'in (teyze), Aris Nalcı'nın Agos için 2009 yılında yaptığı haberindeki sözleri: "Bak bizim ailemiz aksor'dan (sürgünden) önce ne kadar zenginmiş, ne kadar özgürmüş. Ne oldu şimdi, hepsi öldü, kimse kalmadı. Yazma sen beni dinle!"
(BİANET.ORG – Serdar KORUCU – 7.9.2019)