Akbabalar!

Serhat İncirli

Külliye ile ilgili dün yazdıklarımızı bir kez daha hatırlatayım…

İster külliye olsun isterse mezarlık; Türkiye’deki AKP iktidarının meseleye yaklaşımı sadece “rant”tır…

Buradaki dostlar – adamlar – yalakalar da bundan bir miktar “koparırsa”; o da “kar”dır!

-*-*-

“Hayır, seni gidi pis Rumcu, külliye, KKTC’nin itibarı için yapılacaktı!” mı diyorsunuz!

“Bre cehenneme gidesice hıyarlar; devletin itibarı külliye midir?”

-*-*-

Okulunuz yok!

Hastaneniz yok!

Yolunuz da yok!

Limanınız döküldü!

Kuruşunuz kalmadı!

Ülkenin nüfusunu bile sayamıyorsunuz!

Yollarınız kap karanlık!

-*-*-

“Karanlık” dedim de geçmeden edemeyeceğim!

Çok açık ve net bir şekilde, KKTC Elektrik Kurumu’na ihaleyle akaryakıt sağlanmasından vazgeçilmesi ve şu anda, kimden, hangi kalitede, kaça akaryakıt alındığının sorulmaması, en başta belirttiğim “rant”ın ta kendisidir!

-*-*-

Bu arada belirtelim!

Bu ülkenin dışişleri bakanının kolunda “Rolex” marka saat vardır!

-*-*-

Kendi kendine mi aldı?

Doğum gününde babası mı aldı?

Abi hiç fark etmez; demokratik bir ülkede, multi trilyoner de olsanız, kolunuzda “rüşvetin en büyük işareti olan” Rolex, takamazsınız!

-*-*-

Çok basit bir örnek vereyim; İngiliz Başbakan Rishi Sunak çok zengindir…

Karısının ailesi, ülkenin en zengin 10 ailesinden biridir…

Eminim ki Rolex’leri vardır…

Ama sıkıysa taksın!

Takamaz!

-*-*-

Rolex meselesini açma sebebim sadece Tahsin abi değil ama…

Bir bakanın yakışıklı oğlu, “babama iki tane verdiler ama takmıyor” diyormuş!

Kimin verdiği de biliniyor!

İsmi mi?

Önemli değil!

-*-*-

Şu anda TC’nin Lefkoşa Büyükelçisi; Bakanlar Kurulu’nun AKSA ve Emrullah abi için karar alması, yasa hazırlaması için bastırıyor…

Hukuk profesörü…

Avukat…

Aynı zamanda “arabulucu” gibi bir şey!

-*-*-

“Ama büyükelçidir, çok saygısızsın Serhat, ayııııp!”

Biliyor musunuz?

Başımıza ne geldiyse hep bu “çok ayıııp ediyorsun”lardan geldi!

Doğru!

Bizi kurtardılar…

Da olmaz bu kadar be gavollem!

-*-*-

Büyükelçiysen, büyükelçilik yap.

Yok müstemleke valisi gibi davranacaksan ve meseleyi “aracılık – komisyonculuk” noktasına kadar taşıyacaksan, demokrasiyi keyfine göre düzeceksen; geçtim ayıbı, cehenneme kadar yolun var kardeşim!

-*-*-

“Ama çok ayıııııp ve çok saygısızca Serhat… Bak adam ne güzel sosyal medya fotoğrafları paylaşıyor…”

Hade be oyanı!

-*-*-

“Rumcusun sen Serhat!”

Hasss…. !

-*-*-

Yeter artık!

Bunlar, aynı şeyleri hem de çok daha büyük paralar kazanarak Türkiye’de de yapıyorlar…

“Birgün” gazetesinin dünkü manşeti çok çarpıcıydı…

“Deprem konut ihalelerini yandaşlar kapıyor… Akbabalar enkaza çöktü…”

Ne acı, ne acı!

-*-*-

Bizde yıllardır tam bir çöküş söz konusu!

Bizim yıllardır hep enkaz kalmamızın sebebi, hep çökük olmalarıdır!

Ve Ersin denen zavallı da belki farkında, belki değil ama bu çöküşe “egemen eşit devlet” falan diyor!

N’appppsıııın, atın be genne top da oynasın!

-*-*-

Son bir bilgi vereyim…

AKP’nin çok önemli bir efendisinin bir yakını ile bizdeki efendilerin bir yakını, 27 Şubat akşamı Girne’de birlikte yemek yedi…

Biri arsa alıcısıydı, öteki ise aracı…

Komisyon miktarını konuştular…

Bilmem anlatabildim mi?

-*-*-

Erdoğan neden mi gitmeli?

O geldiydi, şu aday olduyduyu geçin…

Bay Kemal da değildir önemli olan…

Türkiye’yi seviyorsanız değerli abiler, ablalar, Erdoğan dönemi bitmeli!

Budur önemli olan…

Aksi takdirde, akbabalar hem ölülere hem ölmek üzere olanlara; kısacası her şeye çökecek!

 

Yüksel Kasabalı ve Önder Natık’ın şerefine

İçki içmek bir sanattır…

İyi içen, iyi sanatçı…

Onlar bardağı tutarken, mezeyi ağzına koyarken ama hepsinden önemlisi o masada sohbete katılırken, herkes hayrandır…

Mesela annemin babası Hüseyin Teralı çok büyük bir sanatçıydı…

Kimseyi incitmezdi…

Eğlenirdi, eğlendirirdi…

-*-*-

İçki içmekle ya da içki içilmesiyle övünülür mü?

Ülkeyi soyanların eşit egemen devlet yönettiğini öne sürdüğü ve övündüğü hırsızlarla ve komisyoncularla, rüşvetçilerle dolu bir coğrafyada, içki içmekle övünmek, şereftir canlarım benim!

-*-*-

Asılacaksın bodiriye, gizli gizli içip de “içmiyormuş gibi yapan” Türkiyeli diplomatların da KKTC’li siyasi ve bürokratların da şerefine” diyeceksin!

-*-*-

Adam hukukçuymuş!

Profesör, avukat!

KKTC’ye gelince “mafya temsilcisi” oluvermiş!

Neyse!

-*-*-

Çok, ama çok güzel içen; çok güzel iki insanımızı kaybettik…

Ne şereftir benim için ki, ikisinin de içki sofrasında bulunmuşluğum vardır…

Biri Yüksel Kasabalı…

Diğeri Önder Natık…

-*-*-

Baf’tan Limasol’dan…

Futboldan…

Doğan Türk Birliği’nden, Çetinkaya’dan…

Dost.

Abi.

Baba.

Aile.

Ama hepsinden önce “güzel insan”…

-*-*-

Bir bir tükeniyoruz…

Yavaş yavaş bitiyoruz…

Ve yerimize gelenler, bize bol bol bayrak sallayıp, milliyetçilik dersi veriyor, vatanın nasıl sevilmesi gerektiği konusunda dersler verirken, ihaleleri götürüyor, bazı ihalelerde komisyonculuk yapıyor…

Ve bizim yalakalar koltuk aşkına izliyor, onları destekliyor…

-*-*-

Yüksel Kasabalı ve Önder Natık’ın ailelerine, sevenlerine ülkemize başsağlığı diliyorum…

İkisinin de toprakları nur dolsun…

-*-*-

Türkiye’den gelen badem bıyıklı veya sonradan dinci bürokrat, diplomat kardeşlerim mi?

Yiyin ve çekinmeyin!

Siz kurtarmamış mıydınız bizi?

Yüksel Kasabalı’lar, Önder Natık’lar mücahit olmuş da ne olmuş yani?

Ersin denen zavallı da çocuklara demedi mi geçen gün “uçup da betona çakılmadan önce”; “Türk ordusu gelmeseydi, Rumlar bizi kesecekti”…

Da sonuç değişmedi be Ersin yeğen!

Onlar keserek tüketecekti, bunlar soyarak tüketiyor…

İngiliz da der “what’s the fucking different?”

-*-*-

Ve ben de bunları yazdığım için “Türkiye düşmanı” oluyorum ama kimse onlara “bre soyguncu hırsızlar” diyemiyor!

Acaba neden?

-*-*-

Hoşça kala Yüksel abi…

Dayılarıma çok selam söyle…

“Yeğeninizle epeyi içtik” dersen, eminim benle gurur duyacaklar…

Ve hoşça kala Önder Natık hoca…

Seni tanımak, seninle sohbet etmek, seninle de içmek büyük şerefti…

Hiç eksilmeyen şerefinize içeceğim gayrı!