Tuncer Bağışkan
Geçen haftaki yazımda Akdeniz köyü ile çevresindeki eski eserleri anlatmıştım. Bugünkü yazımda ise merkezi Roma’da bulunan “Uluslar Arası Araştırma Konseyi Miken, Ege ve Anadolu Çalışmaları Enstitüsü” adına Prof Carlo Callavotti başkanlığında Akdeniz köyünün kuzeybatısındaki antik Paleocastro kalesi ile çevresinde gerçekleştirilen kazılar üzerinde duracağım. Bu yazıyı kaleme alabilmem için Paleocastro ile çevresini gezip görmemi sağlayan Adem Sadrazam, Erol Akcan, Paleocastro kalesi kazısıyla ilgili olan Fransızca metni Türkçeye tercüme eden Gülter Kuran ve Akdeniz’de ‘Kumdan Yaşama’ etkinliğini gerçekleştiren Tarık Tarkan Bozalan ile ‘1. Uluslar Arası Akdeniz Pişmiş Toprak Sempozyumu’nu gerçekleştiren Akçev Der’e öncelikle teşekkür etmeyi bir vefa borcu saydığımı da belirtmek isterim.
PALEOCASTRO KENTİ KAZILARI
İtalyan heyetinin Prof. Carlo Callavotti başkanlığında Paleocastro’da gerçekleştirdiği yüzey araştırma çalışmalarının ilki 1969 yılında başlamış, arazideki arkeolojik kazı çalışmaları ise 1970 yılının son baharında başlayıp 1973 yılının Kasım ayına kadar devam etmiştir. Kalenin merkezindeki 1100 metre karelik bir alanın kazısı 1970 – 1972 yılları arasında, sur duvarlarının bir kısmı ile kuzeybatı köşesinin kazısı 1970 yılında ve güneydeki sur duvarının kazısı ise 1971 – 1972 yıllarında gerçekleşmiştir. 1973 yılında deniz tarafına iki sondaj çukuru açıldıktan sonra kazılar 1974 yılında süresiz olarak tatil edilmiştir.
Küçük olan Paleocastro kalesi ile çevresindeki yapılar Paleocastro deresinin getirdiği alüvyonlarla dolan küçük limanın gerisinde yer almaktadır. Deniz seviyesinden 14 – 15 metre yükseklikteki tepede 280 X 127 metre ebadında olan surlarla çevrili kale (kent), çevresinde yerleşim birimleri ve Paleocastro deresinin döküldüğü koyda ise kentin limanı bulunmaktadır. Ayrıca kalenin çevresinde 2 taş ocağı, bir kanal ile balık havuzu, limanın kuzeybatı ucunda bir deniz feneri, kalenin doğusunda bir kule, iki mezarlık alanı ve iki tapınak bulunmuş olup Lorenzo Quilici’nin çizdiği plana işlenmişlerdir.
Orta Tunç devrinde kentin nüfusu az iken, Geç Tunç devrinde yeni inşa edilen yapılarla kentin genişlemesiyle nüfusunun çoğalmaya başladığı tahmininde bulunulmuştur. Kıyıda dış ticaret faaliyetleri sürdürülürken, kalenin gerisindeki arazide ise tarımsal amaçlı faaliyetlerde bulunulmaktaydı. Bu bölge Geç Tunç (M.Ö 1600 – 1050), Geometrik (M.Ö 1050 – 750), Arkaik (M.Ö 750 – 475), Klasik (M.Ö 475 – 325) ve Helenistik (M.Ö 310 – 30) dönemin sonuna kadar dış ticarette bir ilgi odağıydı. İtalyan heyetin kent içinde gerçekleştirdiği kısmi kazılarında ele geçen buluntulara dayanılarak kale tahkimatının Orta ile Geç Helenistik dönemlere ait olduğu, Roma döneminde evlerin terk edilmesiyle nüfusunun azaldığı ve bu nedenle boşalan kentin kullanılmadığı tahmin edilmiştir. Ancak 1986 – 1987 yıllarında Eski Eserler ve Müzeler Dairesi adına kalenin doğu kapısının yaklaşık 200 metre ilerisindeki ‘kral mezarında’ gerçekleştirdiğim kazıda, Helenistik (M.Ö 310 – 30), Roma (M.Ö 30 – M.S 330) ve Erken Hıristiyanlık (M.S 330 – 647/49) dönemlerine ait zengin ölü hediyeleri bulunduğundan, İtalyan Heyetinin bu konudaki tahmininin yeniden değerlendirilmesi, ya da çevrede başka bir yerleşim yerinin araması gereği ortaya çıkmaktadır.
KALE İÇİN (SİTADEL) KAZILARI
Kalenin yaşam alanı olan merkezi tamamen kazılamamış olduğundan hakkındaki bilgilerimiz ne yazık ki sınırlıdır. En alt katlarda Orta Tunç devrinden (M.Ö 1900 – 1600) başlayıp Geç Tunç devrine (M.Ö 1600 – 1050) kadar devam eden evlere rastlanmıştır. Evler ile tahkimat duvarı devşirme taş ve az sayıda kesme taş kullanılarak yapılmış olup aralarında çamur harcı kullanılmıştır. Savunma amacıyla yapılan tahkimat duvarlarının kalınlığı arazinin şekline göre 90 – 140 cm’den başlayıp 4 metreye kadar değişmektedir. Kalenin denize bakan tarafındaki tepenin kenarına yapılan tahkimat duvarının kalınlığı 1.40 cm, kalenin güney ile doğudaki düz alanın tahkimat duvarlarının kalınlığı ise 225 cm’den başlayıp 350 – 400 cm arasında değişmektedir. Buradaki ana kayalığa yan yana iki sur duvarı yapılmış ve bunların araları doldurularak askeri amaçlarla ‘seğirdim yolu’ (yürüyüş yolu) olarak kullanılmıştır. Surların savunulması amacıyla kalenin 4 ayrı yerine birer kule yapılmıştır. Bunlardan iki tanesi, stratejik öneme haiz olan doğudaki ana giriş kapısının iki yanında bulunmaktadır.
Kalenin merkezinde sekiz köşeli yapılara rastlanmıştır. Buradaki teraslarda çeşitli yönlere giden yolların genişliği 2 metre ile 55 cm arasında değişmektedir. Kent merkezindeki iki katlı evlerin üst katlarına merdivenlerle çıkılmaktaydı. Üst katlarda tahta, çamur (kerpiç) ve tuğla kullanılırken, düz olan damlar ise kil ile kapatılmış durumdaydı. Evlerin alt katlarının atölye ile mağaza olarak, üst katların ise yaşam alanı olarak kullanıldığı görüşüne varılmıştır. Evlerde tekneler, küvetler, taştan yapılmış banyolar, kalenin savunmasının güçlendirilmesi amacıyla her evde istisnasız su kuyuları ve içlerinde el değirmenleri ile depolama küpleri bulunan işlikler açığa çıkmıştır. Yaklaşık 15 metre derinlikte olduğu tahmin edilen su kuyularının birinin ağzında taştan yapılış bir bilezik taşı bulunduğunu saptamam mümkün oldu. Yolların kenarlarındaki su kanallarında akan suyun yönünü değiştirecek taşlar bulunmuştur. Üretim atölyeleri ile dükkânlarda fırınlar, M.S II’inci yüzyıla kadar kullanılan bir değirmen, depolar, çanak çömlekler, pişmiş topraktan küçük heykeller ve şarap ile zeytinyağı kapları tespit edilmiştir.
Kalede, içlerinde banyolar bulunan sekizgen planlı halk hamamları da açığa çıkarılmıştır. Hamamlar, ortasında fıskiyeli bir havuz bulunan küçük bir meydana açılmaktadır. Gerek hamamlarda, gerekse evlerde volkanik bir kaya olan ve ‘Pomza’(Ponza) adıyla da bilinen gözenekli topuk taşlarına rastlanmış, bunların ise deniz kenarındaki kanalın civarında bol miktarda bulunduğu belirlenmiştir.
Bilimsel çalışmalar sonucu kalede bulunan pişmiş topraktan yapılmış çanak-çömleklerin Likya, Pergama, Megara, Rodos ve Chios (Sakız) adası buluntularıyla benzer olduğu ortaya çıkmış olur. Bu nedenle kentin ticari ilişkilerini Suriye ile Mısır’ın yanı sıra bu yerlerle de sürdürdüğü izlenimi edinilir. Ayrıca burada hayvanların koruyucu tanrıçası Potnia Theron’un kireçtaşından yapılmış küçük bir heykeli de bulunur. Bir taht üzerine oturan ve bir yanında sfenks, diğer yanında ise aslan bulunan bu heykelin benzerlerinin İsveç Kıbrıs Keşif Heyeti’nin kazmış olduğu ‘Ayia İrini Açık Hava Tapınağı’nda da bulunduğunu biliyoruz.
Paleocastro’daki kazı çalışmaları 1974 yılında süresiz tatil ettikten sonra burası eskiden olduğu gibi 1974 yılından itibaren de askeri bölge olarak kullanılmış, bu nedenle de arazinin toproğrafik yapısı günümüze kadar hayli değişikliğe uğratılmıştır. İtalyan heyetin kazılarıyla açığa çıkan yapı kalıntıları büyük oranda yıkılarak dağıtılmış, araziye bir atış alanı ile bazı yardımcı binalar yapılmış, sur duvarlarının üzerlerine mevziler inşa edilmiş ve gerçekleştirilen kazılarla yeni mezarlar da açığa çıkartılmış durumdaydı. Nitekim etrafı taşlarla çevrili olan bu mezarlardan birinin damında bir halka saptandığından, hapishane olabileceği varsayımında bulunulduğu da bilgime getirilmiştir. Bu aşamada “Zararın neresinden dönülürse kârdır” diyerek, burası için en içten beklentimin, İngiliz Sömürge döneminde ‘tuz gözetleme evi’ olarak kullanılan ve şimdilerde kaderine terk edilen oradaki binanın bir müzeye dönüştürülmesidir. Böylece bölgeyi ziyaret edenlere Akdeniz çevresindeki eski eser alanlarının fotoğraf, imitasyon ve benzeri malzemelerle tanıtılması mümkün olabilecektir diye düşünüyorum.
SAHİLDEKİ KAYALIKTA BULUNAN MEZARLIK ALANI
Kalenin güneybatısında bulunan deniz kenarındaki kayalık alanda saptanan mezarlık (nekropol) alanının kazısı 1970 – 1972 yılları arasında gerçekleştirilir. Ele geçen buluntulara dayanılarak Geç Tunç (M.Ö 1600 – 1050), Geometrik (M.Ö 1050 – 750) ve Arkaik (M.Ö 750 – 475) devirlerinde kullanıldığı belirlenmiş olur. Buradaki mezarların tamamı kazılmamış olmasına karın, kazılan mezarlarda bulunan Geç Tunç devri buluntuları üzerinde çalışma yapan Paolo Emilio Pecorella ile Lorenzo Quilici, 1977 ile 1990 yıllarında iki ayrı yayın gerçekleştirerek buluntuları bilim dünyasına tanıtırlar.
Çoğu mezarda bulunan üç ayrı gömü tabakasına dayanılarak, bunların üç ayrı zamanda gömü amacıyla kullanıldığı anlaşılmış olur. Ancak bu mezarlık Geç Kıbrıs’ın IB – II evrelerinde terk edildikten sonra, Proto Geometrik ile Arkaik devirlerde de aralıklarla kullanıldığı belirlemesinde bulunulur. Mezarlarda, Yunanistan’daki Micene, Prosymna, Lerna, Skillous /Makrisia, Kythera/Kastri ve Melos / Phylakopi kaynaklı çok güzel erken Miken seramikleri bulunur. Bunların Miken döneminin başında Kıbrıs’a ithal edilmesinin yanı sıra, Suriye ile Yakın Doğu kentlerine de taşındığı izlenimi edinilir. Kazılarda saptanan kafataslarının incelenmesi sonucu bu insanların genellikle Anadolu ile Kafkasya’ya özgü olan “dinaro – arménoide” grubuna girdikleri saptanır. Mezarlarda bulunan kazıma tekniğiyle yapılmış çok renkli kapların Suriye menşeli oldukları görüşüne de varılır. Bunların ya Suriye’de yapılıp Kıbrıs’a ithal edildikler, ya da Kıbrıs’taki Suriyeliler tarafından imal edildikleri tahmin edilir. Mezarlarda ayrıca Suriye silindir mühürleri de bulunur. Mezar buluntularının benzerlerine Kıbrıs’taki Akhera, Enkomi, Myrtou-Pygades, Pendayia, Stephania ve Tumba tou Skuru’da da rastlandığından Paleocastro’nun bu kentlerle de ilişki içinde olduğu anlaşılmış olur.
Bakır üretimiyle ilgili olarak gerek kentte, gerekse mezarlarda herhangi bir kalıntı bulunmamış olmasına karşın, Paleocastro’nun yakın çevresindeki yerleşim yerleri, Ege adaları ve Suriye ile bakır ticaretine dayalı bir ilişkisi olabileceği üzerinde durulmuştur.
PALEOCASTRO’DA BULUNAN DİĞER NEKROPOL İLE TAŞ OCAKLARI
İtalyan kazı heyetinin Paleocastro kalesinin doğu girişinin 250 – 300 metre doğusundaki yol üzerinde gerçekleştirdiği kazılarda bir nekropol alanı bulunmuş ve bu alanın Geometrik – Klasik (M.Ö 1050 – 325) dönemlerde kullanıldığı saptanmıştır. Bilimsel araştırmaları Luigi Rocchetti tarafından yapılan mezar buluntuları 1978 yılında bilim dünyasına tanıtılır.
İtalyan heyetinin Akdeniz köyünün güneydoğusundaki Karangas (Argaki tou Kharanga) mevkiinde gerçekleştirdiği çalışmalarda Geometrik - Arkaik (M.Ö 1050 – 475) devirlere ait iki mezarlık alanı saptanmış ve yayınları Vassos Karageorghis tarafından gerçekleştirilmiştir. Bunlardan biri Arkaik I (M.Ö 750 – 600) ve Arkaik II (M.Ö 600 – 475) dönemlerinde kullanılıp dönemin sonunda terk edilmiştir. Bu mezarlığın Ayia İrini Açık Hava Tapınağı ile çağdaş olduğuna şüphe yoktur. Ele geçen eserler arasında Arkaik döneme ait Suriye – Filistin kaynaklı kalıntılar yer alırken, mezarlardan bir tanesinin M.Ö VII’inci yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen bir Fenike mezarı olduğu ve duvarında cenaze ile ilgili bir yazı bulunduğu da saptanır. Eskiden bölgedeki yoğun yerleşim Paleocastro’nun deniz kenarında iken, Arkaik I – II dönemlerinde karaya doğru genişleyerek nüfusu artar. Bu alandaki yaşam, Arkaik (M.Ö 750 – 475), Klasik (M.Ö 475 – 325) ve Helenistik (M.Ö 310 – 30) devirlerde devam eder. Karangas mevkiindeki yerleşim yeri, mezarlık alanı ve taş ocaklarının Arkaik dönemden itibaren daha da gelişerek Ayia İrini köyüne kadar dayandığı tahmininde bulunulduğu bilgileri edinilmektedir.
Kalenin kuzeydoğusundaki Dikili Taş mevkii ile çevresinde bir taş ocağı ile mezarlık alanı da saptanmıştır. Ancak bu alanda yasa dışı kazılarla soyulduğu bilgime getirilen basamaklı anıtsal bir mezarın çevresindeki kumların, mezar aramak amacıyla buldozerle yenile delik deşik edildiğini de Adem Sadrazam’ın rehberliğinde orasını ziyaret ettiğimde öğrenmiş oluyorum.
Köyün batısındaki Sandukopetra (Sandıklı Taş) bölgesinde de soygun yemiş bir nekropol alanı ile bir taş ocağı saptanmıştır. Burada saptanan kayaya oyulmuş bir pınar ile beş metre boyundaki çok büyük bir stelin (mezar taşının), bölgenin Klasik ve Helenistik döneme ait zenginliğinin bir işareti olduğu kaydedilmiştir.
LİMAN, KANAL VE BALIK HAVUZU
M.S III’üncü yüzyılın sonunda deniz ticaretiyle ilgili olarak bilgiler veren Stadiassmus Maris Magni, o sıralarda ‘Krommyon’ adıyla bilinen Kormacit burnundan 50 Stadia uzaklıkta bulunan ve öneminden dolayı gemilerin yazları demirledikleri Melabron limanından (ve/veya kentinden) söz etmiştir. Burasının ise Paleocastro olabileceği tahmininde bulunulmuştur.
Kentin küçük olan limanı, Paleocastro deresinin getirdiği alüvyonlarla dolması sonucu Paleocastro önemini yitirmiştir. Limanın kenarında kayalığa oyulan tamamlanmamış bir kanal ile dikdörtgen planlı bir havuz bulunmaktadır. Bu havuzun balık üretme veya yakalanan balıkların tazeliğini koruması amacıyla kullanılmış olabileceği öne sürülmüştür. Denizle bağlantılı olan kanalın ise erozyonla dolan eski limanın bulunduğu körfeze doğru uzandığı belirlemesinde bulunulmuştur. Su akışını durdurmak için dere yatağı ise kapatılmış durumdaydı. Bu uygulamaların asıl amacının dere yatağından gelen erozyonun önlenmesi ve denizle bağlantısı olan kanal aracılığıyla gelen deniz suyunun limanda biriken erozyonu temizlemesiydi.
KENTİN TERK EDİLMESİ
Kentin M.S II’inci yüzyılda terk edilişi çeşitli nedenlere bağlanmaktadır. Kentin tamamen terk edilmesi genellikle o sıralarda baş gösteren kuraklığa, limanın alüvyonlarla dolmasına, nüfusun göç etmesine, Potelemaios döneminde gelişen madene dayalı ticarete kentin ayak uyduramamasına ve kentte oluşan kirliliğe bağlanmıştır. Kentin kirlenmesiyle ilgili olarak İtalyan heyetin yaptığı inceleme sonucu, kentin güney kapısındaki sur duvarları ile denize bakan batıdaki sur duvarlarında yıpranma ile aşırı kirlenme izlerine rastlanmıştır. Bu izler ise, ‘Murex Trunculus’ adıyla bilinen midye kabuklarının işlenmesi sonucu kumaşların boyanmasında kullanılan mavi renkli boya maddesinin, kullanım sonrası geriye kalan atık boyanın surlardan aşağıya dökülmesine bağlanmıştır. Ancak bu kirlenmeyle ilgili olarak diğer bir olasılık da hatıra gelmektedir. Köyde yapığım araştırmalarda, antik limanın güneybatısından başlayıp güneye doğru uzanan deniz kıyısının gerisindeki arazinin yıllardan beridir Akdenizli Türkler tarafından ‘Boyalar mevki’ adıyla bilindiği bilgime getirilmiştir. İngiliz Sömürge döneminde, hatta muhtemelen Osmanlı döneminde bile, burada doğal olarak yetişen bir bitkinin boya hammaddesi olarak toplanıp satıldığı söylenmektedir. Dolayısıyla Paleocastro’da yaratılan boya maddesi kirliliğinin açılımını bu şekilde yapmamızın, ileride bu konuda yapılacak çalışmalara katkı sağlayabileceği görüşündeyim.
KENT DIŞINDAKİ YERLEŞİM BİRİMİ VE TAPINAKLAR
Paleocastro’daki hayat kale içinde sürerken, kalenin kapı kenarlarında, kalenin etrafında ve dere kenarında yaşamın yoğun olduğu belirlemesinde bulunulmuştur. Surlarla çevrili kalenin içinde asiller otururken, dışında ise halk oturmaktaydı. Kale içindeki yoğun nüfusun yanı sıra, kalenin kuzeydoğusundaki 28 metre çapındaki tepenin üzerinde ise yoğun bir yerleşim yeri bulunmaktadır. Burada iki küçük tapınak ile bol miktarda adak hediyelerine rastlanmıştır. İçine anıtsal bir rampayla girilen ve kayalık bir zemini olan bir meydana inşa edilen birinci tapınak dikdörtgen şeklinde olup 490 X 600 cm ebadındadır. Burası hem kentin dini meydanı, hem de ticari merkezi sayılmaktaydı. Kalenin dışındaki ikinci küçük tapınak yuvarlak planlı olup burada Helenistik dönem öncesi kalıntılara rastlanmıştır.
ARAZİDEKİ DİĞER KALINTILAR
Paleocastro arazisini ziyaretim sırasında kale ile çevresinde daha başka mezarlıklar ile taş ocaklarının var olduğunu da tespit etmem mümkün oluyor. Nitekim kalenin kuzeydoğusunda üzerinde yapı taşları bulunan sivri bir tepenin etrafını çevreleyen ve basamakları ile mezar odaları tepeye doğru uzanan mezarlar bulunmaktadır. Bu tepenin kuzeydoğusundaki Paleocastro deresine doğru uzanan dere yamacının sadece bir yerinde kayaya oyulmuş merdiven basamakları bulunurken, basamakların nihayetindeki oyukların ise bir zamanlar pınar veya ‘ayazma’ olabileceği izlenimi ediniyorum.
Bu arada kazısını gerçekleştirmiş olduğum Kral Mezarının bulunduğu Galon Boro mevkiinin güneybatısında birer ‘gugo’ bulunan iki ayrı tepeden birinde yoğun taş kesim izleri bulunduğundan taş ocağı olarak kullanıldığı belli oluyordu. Üzerinde ‘gugo’ bulunan diğer tepede ise, kayaların kesilmesiyle yapılan dikdörtgen şeklinde yan yana iki ayrı taş tekne ve bu teknelerin önlerinde ise bir delikle birbirleriyle bağlantılı olan birer yuvarlak çukur bulunmaktadır. Bunların ise şarap imal etmek amacıyla dikdörtgen teknelere konan üzümlerin ayakla ezildiği ve ezilen üzümlerden çıkan sıvının ise teknelerin önlerindeki çukurlara akarak toplandığı iki ayrı işlik olduğu anlaşılıyordu. Ancak yine de bunlardan birinin, Kıbrıs genelindeki antik zeytinyağı preslerine tam olarak benzemese bile, zeytinyağı elde etmek için zeytinlerin ezildiği bir işlik olarak kullanılmış olması da olası görülmektedir.