Akdeniz’de Gemilerin mi Battı?

Akdeniz’de Gemilerin mi Battı?


Tegiye Birey
tegiyebirey@gmail.com

Bu yaz, denizde yüzmek her zamanki kadar rahatlatıcı olmayabilir. Akdeniz artık toplu mezar. Mezarda kulaç atmak çok da iç açıcı olmaz heralde, ne dersiniz?

Bizim Akdeniz’de gemilerimiz battı, yüzümüzden düşen bin parça. Sınırlar öldürüyor, dönüp sınırlardan şikâyet edince ‘makul siyasi çerçeve’ içerisine oturtulamıyoruz. İlla ki ölelim gerekiyor sanırım. Sonra sınırları mahkemeye bile veremiyoruz. Onlar öldürmeyi başaramadıklarımızı mahkemeye veriyor aksine, hapse filan da atıyor. Faili meçhul mü dört ayda Akdeniz’de gemisi batan 2000’e yakın kişinin ölümü? Sermaye bütün edasıyla salınırken, sınırları aşarken, insan aşamıyor. O tel o boğazı kesiyor. İş mi bu yaptığı kişiye kişinin? 

Mart 2013’den beridir Mülteci Hakları Derneği’nde Kamu Bilgilendirme Sorumlusu olarak çalışmaktayım. Gülünç bir iş aslında insanların canını kurtarma çabasını kamu nezdinde meşrulaştırmaya çalışmak. Bunda anlatılması gereken ne var? Anlamak güç. Evinde yangın çıksa yan ev komşunun evi diye oraya geçmeyecek misin? Oturup evinde yanacak mısın? Komşun sana kapıyı açmasın mı? Yanan evine geri mi göndersin?

Peki ya biz şu anda o komşudan farksızız desem? Çalışan bir sığınma mekanizması kurmamakta diretmek demek, çoğunlukla insanları bilinmeze geri göndermek demek. Peki, biz buradaki sisteme adapte olamayıp Gaza’ya geri dönen Filistinli çocuğun hesabını kimden sormalıyız? Yedi hafta tutukluluktan sonra “Burada öleceğime Suriye’de annemin yanında ölürüm” deyip Suriye’ye geri dönen ve yakın zamanda ölüm haberini aldığımız Meelad için kimi hangi mahkemeye vermeliyiz? Devamlı suretle sırf Suriyelidirler diye girişlerine izin verilmeyen yüzlerce kişinin akıbetini kimden sormalıyız? Ülkelerindeki zulümden kaçabilen ve zorunlu yolculuklarında da hayatta kalabilip bize ulaşan mültecileri bilinmezliğe geri gönderirken, diğer yandan savaşlara üzülmek ne yaman çelişki. Çelişkiyi aşmak için savaşlara üzülmeyi mi bırakacaksınız şimdi?   

Oysa elimizden geldiğince üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirme şansımız var.  Mülteci Hakları Derneği olarak, 2014 yılının sonundan beri, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin katkılarıyla Fasıl 105 Yabancılar ve Muhaceret Yasası’na eklenmesi üzere hazırladığımız iki maddelik önerilerle ilgili çalışmamızı sürdürmekteyiz. Bu bağlamda sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve yetkili kişilerle gerçekleştirdiğimiz toplantılar ve internet üzerinden başlattığımız imza kampanyamız devam etmekte. Kişilerin zulüm görme riski olan yerlere geri gönderilmemeleri ve özellikle çocuk mültecilerin haklarını korumak için düzenlemeler öngören değişiklikler, konuyla ilgili sorumluluğu İçişleri Bakanlığı’nın almasını öngörürken özellikle refakatsiz mülteci çocukların sorumluluğunun da Sosyal Hizmetler Dairesi tarafından alınmasını öneriyor .

Mülteci haklarının en temel prensibi olan “geri göndermeme” ilkesini temel alan bu değişiklik önerileri aslında kapsamlı bir yerel mekanizma olmaktan çok uzakta; öneriler sadece bir ilk adım niteliğinde. Çok olmaktan, çok gelmekten korkar olduk, hak ararken. Onurlu yaşamaya, onurlu yaşatmaya atacağımız ilk adımlardan bir tanesi diyelim; elimizden geldiğince, vicdanımız döndüğünce...

Bu makaleyi yazarken MHD olarak UNITED Against Racism isimli uluslararası konferansta ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı kültürlerarası eylem örmek için çalışan onlarca örgütle birlikteyiz. Konferansın alt başlığı “Bütün sınırlardan kurtul.” Burada, ülkesinin bir tarafından diğer tarafına geçmek için “sınır” geçmek zorunda bırakılan tek kişiyim. Bu başkasının değil; “bizim hikâyemiz.” Sınırların sınıfa, cinsiyete ve doğulan ülkeye göre olan seçici geçirgenliği ve bu seçici geçirgenliğin binlerce kişinin kanını akıtması, sınırsız bir dünyayı hayal değil mantıksal bir zorunluluk haline getirmektedir. Sermaye sınır tanımazken, hayatını kurtarmak isteyen insanların sınıra toslamasını normalleştirebildiğimiz bu sistem içerisinde var olmak git gide anlamını yitirmektedir. Ulusal söylem tehdidin dışarda tetikte beklediğini söyleyedururken ve polis/asker/sınır üçlemesi bizi dışardan gelecek tehditlerden korumak üzerinden meşruiyet talebinde bulunurken, yaratılan korku politikalarının sonuçlarını iyice sindirerek bunlara kritik bir gözle karşı gelmek, seçim değil zorunluluk olarak kendini gösteriyor.

Çoğunlukla doğa katliamıyla sonuçlanan yatırımları yapmaya gelen yabancılara kapılar sonuna kadar açıkken, mülteciler, ayrımcı sınırların esas işlevlerini deşifre ettikleri için tehdit olarak lanse edilebilirler. Unutmamalıyız ki coğrafyalar, onları yönete(meye)nlerin değil, halklarındır. Bu bağlamda, somut sınırları kaldırabilene kadar, bize egemen söylem tarafından empoze edilen fikirsel sınırlarla başa çıkıp mültecilerle dayanışmak, atabileceğimiz en kolay ve somut adımdır. Akdeniz’de daha fazla kişi ölmemesi biraz da “Akdeniz’in İncisi”nin elindedir. MHD olarak sormaya devam ediyoruz: Sorumluluk şimdi değilse ne zaman?

 

------------------------------

Yasa ve ilgili Tüzük değişikliklerine ve imza kampanyasının linkine mhdkibris.org adresinden ulaşabilirsiniz.

Dergiler Haberleri