Kıbrıs Sorunu Hakkında AKEL Merkez Komitesi bir açıklamada bulunarak çözümsüzlüğün sebebinin Türkiye olduğu iddia edildi. AKEL’in çözüm, kurtuluş ve yeniden birleşme için verilen çabayı sonuna kadar sürdüreceği vurgulanan açıklaması şu şekilde:
“Crans Montana Konferansı’nın ertesi günü manzara endişe verici şekilde puslu görünüyor. Kesinlikle söyleyebileceğimiz şey ana hedefin başarılmadığı, ileriye doğru özlü adım atılmadığıdır. Aksine çözümden uzaklaştık.
Kıbrıs sorununun çözümünün bugüne kadar başarılmamasının ana nedeni şüphesiz Türkiye’nin yıllardır süregelen uzlaşmazlığı ve yayılmacı çıkarlarıdır. Ne yazık ki, Crans Montana’da tarafımız BM Genel Sekreteri’nin, AB’nin ve genel olarak uluslararası faktörün önerilerinin sonucu olarak, müzakerelerde var olan imkânları değerlendirmedi.”
“2004’ten bu yana Kıbrısrum tarafı açısından en kötü rapor…”
“Nikos Anastasiadis’in Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesinin hemen ardından AKEL rövanş alıcı bir politika izlemeyeceğini, bilakis müzakere sürecini bütün gücüyle destekleyeceğini ilan etti. Bunu yurtsever ve sorumlu bir parti olarak, Kıbrıs’ın ve halkımızın çıkarlarını her şeyin üzerinde tuttuğumuz için yaptık.
Görüşmelerin sıfırdan değil, kalmış oldukları yerden başlaması gerektiğini vurguladık. Bunu kendimizi haklı çıkarmak için değil, o zamana kadar sağlanmış olan önemli görüş birlikleri terk edildiği takdirde, sonucun ya sonu gelmeyen bir müzakere ya da görüş birliklerinin daha kötüye doğru değiştirilmesi olacağına inandığımız için söylüyorduk.
Diğer siyasal güçler AKEL’in bu teziyle hemfikir olmadılar ve Cumhurbaşkanı seçim öncesindeki oportünist taahhüdünde olduğu gibi, müzakere sürecinin başında kolay olan yolu seçti.
O politika bir yıl sonra, güney sahillerimizde rahatsız edilmeksizin dolaşan Barbaros’la ve BM Genel Sekreteri’nin Güvenlik Konseyi’ne 2004’ten bu yana Kıbrısrum tarafı açısından en kötü raporu sunmasıyla çöktü.”
Toprak, sabit tezler ve güneydeki seçim…
“Mustafa Akıncı’nın Kıbrıstürk toplumu liderliğine gelmesi ve görüş birliklerini tekrar masaya getirmesiyle Cumhurbaşkanı’nı da aynı çizgiye yöneltti. O zamandan itibaren, müzakere masasında, iki tarafın da yalpalanmaları olduysa da, ilerleme gözlemlenmeye başladı. Ancak daha öncesinde de uyarmış olduğumuz gibi, çok değerli zaman kaybı ve bazı gerilemeler yaşandı.
Kıbrıstürk tarafının sabit tezi toprak ve devamında güvenlik başlığının, önce geriye kalan bütün başlıklarda sonuca varıldıktan sonra, sadece son aşamada görüşülmesi gerektiği yönündeydi. Daha sonra Akıncı bu nihai aşamaya bir türlü varılamadığını söyleyerek, önce diğer başlıklar çözüme kavuşturulmaksızın toprak başlığını görüşmeyi kabul etti ve bu Mont Pelerin’de yapıldı. Ancak Kıbrıstürk yönetimi altında kalacak toprak oranında taraflar arasında yakınlaşma menziline girilmesi başarıldığı anda, Cumhurbaşkanı anlaşılmaz ve pek çok soru işaretlerine yol açan nedenlerle bu çabayı kesti. O zamandan itibaren istikrarlı bir gerileme süreci başladı. Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in o andan itibaren ve sonrasında ortaya koyduğu tutumlarda maalesef gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili iletişimsel maksatlarının olduğu belirgin bir biçimde ortaya çıktı.”
“Cenevre’de konferansın birinci aşaması zemin hazırlanmadığından başarısız oldu”
“İkinci Mont Pelerin başarısızlıkla sonuçlandı. Sürecin kesin çöküşe uğraması tehdidi altında Kıbrıs Konferansı’nın toplanması konusunda anlaşmaya varıldı. AKEL gerek konferansın başarıya ulaşma ihtimali, gerekse terkibi hakkında farklı görüşteydi.
Tüm bunlara rağmen, iki lider ve BM tarafından bu kararlaştırıldığından, AKEL yine çabayı destekledi, ancak daima Kıbrıs Cumhuriyeti’nin güvence altına alınması önkoşuluyla.
Cenevre’de konferansın birinci aşaması zemin hazırlanmadığından başarısız oldu. Bunun üzerine, gelecek aşamanın hazırlığı için, yine Mont Pelerin’da teknokratların konferansı kararlaştırıldı. Ancak konferansın sona ermesinin ardından, Enosis referandumuyla ilgili kararla, bilinen olumsuz gelişme yaşandı. Söz konusu karar Kıbrıstürk tarafınca müzakere sürecinin kesilmesi için değerlendirildi. AKEL sürecin kurtarılması için yine yapabileceği her şeyi yaptı. Okullardaki etkinliklerin denetimi hakkında DİSİ’nin bilinen önerisiyle özünde hemfikir olmamamıza rağmen, Meclis’te bu öneriye lehte oy verdik. Cumhurbaşkanı bizim sorumlu tutumumuza saygı gösterme yerine, durumu kötüleştirerek konuyu Yüksek Mahkeme’ye taşıdı. Bunu Cumhurbaşkanı’nın, diğer başlıkların görüşülmesinin ön koşulu olarak, önce garantiler ve güvenlik, ardından toprak başlıklarında anlaşma talebi izledi. Yani söz konusu olan, önkoşma politikasının tekrar masaya getirilmesidir ve bu politika geçmişte kaç sefer denendiyse, olumsuz sonuçlarla başarısız oldu. Bu sefer de olumsuz sonuçları oldu, bunun için de terk edildi.”
Sayın Anastasiadis’in siyasi tavrını sıklıkla karakterize eden tutarsızlıklar ve gerilemeler müzakere sürecinde tarafımızın ortaya koyduğu tutumların sonuç vericiliğini çoğu kez sınırlıyor ya da altını oyuyordu.
Crans Montana Konferansı’nın ikinci aşamasının çok öncesinde, AKEL, ilerleme sağlanması için izlenilmesi gereken yolun, Kıbrıs sorununun iç yanına ilişkin bütün başlıklarda askıda olan temel konuların çapraz müzakeresinin yapılması olduğuna işaret etti. Hedef, bunlarda anlaşma menziline ulaşılması ve konferansta Türkiye’nin güçlü olmadığı güvenlik konularının ele alınması olmalıydı. Ancak maalesef yine bize kulak verilmedi. Bu müzakere taktiği Crans Montana’daki çöküşten önce son anda değil, zamanında ve hazırlıklı olarak uygulansaydı, tarafımız müzakere için koyduğu hedefleri gerçekleştirme çabasında ciddi olarak güçlenmiş olacaktı.
Crans Montana’daki konferansın tüm süresi boyunca AKEL’in tek derdi çözüm perspektifini açarak ileriye doğru kararlı adımın atılması çabasına olabildiğince yardımcı olmaktı.
Orada kapsamlı çözüme ulaşmamızın mümkün olmadığını biliyorduk. AKEL’in hedefi çözüm sürecinde geri dönüşü olmayacak şekilde ileriye doğru kararlı bir adımın atılmasını başarmaktı. Bunu başaramazsak, en azından süreç çökmemeliydi. Bunu da başarmak mümkün olmazsa, kimsenin bize sorumluluk yükleyememesiydi.
Esas olarak Türkiye’nin kabul edilemez tezlerde ısrarı arzu edilen ilerlemenin gerçekleşmesine izin vermedi. Sürecin çökmüş olmamasını ve devam etmesini samimiyetle diliyoruz. Şimdi buna odaklanmamız gerekiyor. Başarısızlığın tüm sorumluluğunun Türkiye’de ve Kıbrıstürk tarafında olduğuna dair Cumhurbaşkanı’nın kendinden eminliğinin Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği tarafından da teyit edilmesini iki misli diliyoruz.
Şu anda önemli olan, ertesi günde önümüzde olan ve olabilecek olanlara karşı koymaktır. İşgal ordularının kırk bin askerle adadaki varlığı ve defacto taksim, Garanti ve İttifak Antlaşmaları geçerli olmaya devam ediyor; göçmenler sabırla evlerine ve mülklerine dönmeyi bekliyor. Eğer bu olan, bu müzakere süreci açısından yolun sonu olarak görülürse, bunu olanların Güvenlik Konseyi’ne raporu izleyecektir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarının icrasında yapılması beklenen sondajla bağlantılı bir biçimde, tüm bunlar ertesi günün konularıdır.
Türk saldırganlığı biliniyor ve kesinlikle bu çabanın da başarısızlığında ana sorumluluk, işgalci güç olarak, Türkiye’dedir. Çözümün BM parametreleri dışında aranması gerektiğine dair Çavuşoğlu’nun açıklaması özellikle endişe vericidir.
Hedef Kıbrıs ve Kıbrıs halkı aleyhine olası bütün olumsuz gelişmelere karşı koyma olmaya devam etmektedir. Bu yönde AKEL şimdiden inisiyatifler üstlenmektedir. Bu kolektiftik ve birlik içerisinde hedeflenmelidir. Ancak bu birlik sadece Ulusal Konsey’in yıllardır var olan tezleri ve özellikle 2009 Eylül’ünde oybirliğiyle yapılan açıklama temelinde sağlamlaştırılabilir. İki bölgeli, iki toplumlu federal çözüm stratejik hedefinin değiştirilmesi gibi muğlak öneriler sadece tehlikelere gebe olmakla kalmayıp yurdumuzu ve halkımızı tehlikelere maceralara sürükleyecektir.
AKEL, Kıbrıslırumlara ve Kıbrıslıtürklere, Kıbrıs halkına çözüm perspektifini açık tutmamız için mücadele etmemiz çağrısında bulunmaktadır. Çözüm, kurtuluş ve yeniden birleşme için dev çabayı sonuna kadar sürdüreceğimize söz veriyoruz.”