Dünyanın merkezinin Kıbrıs olmadığını zor da olsa kabullendik. Oysa yıllarca uluslararası örgütlerin, irili ufaklı devletlerin bütün işlerini güçlerini bırakıp Kıbrıs sorununu çözmek için seferber olduklarını zannediyorduk.
Meğer öyle değilmiş!
Dünyanın ilgileneceği yığınla sorun, aşılması gereken sayısız uzlaşmazlık, doğal afet, sağlık sorunları varmış.
Bu gerçeği anladıktan sonra bu küçücük adada hak sahibi iddiasında olan bizler dünya ülkelerine “Bizi unuttunuz” diye biraz küskünleştik. Ama gerçekler bazen acı olur.
Hem ağlamayan çocuğa da meme vermezler!
**
Kıbrıs sorununda yeni bir hareketlenme dönemi başladı. Konjonktürel nedenler, özellikle ‘Akdeniz’den çıkan ve çıkacak gazın salimen Avrupa’ya taşınması’ konulu bizim ruhumuz bile sezmeden yürütülen pazarlıklar bir tetikleme yarattı ve şimdi olup bitenlerin arka planında bunlar var.
Türkiye’nin ve Yunanistan’ın “Kıbrıs’ta acele çözüm” çağrısı yapmalarının sebebi bu olsa gerek.
Elbette Türkiye’nin AB’de Kıbrıs Cumhuriyeti vetosuyla tıkanan ilişkilerini en hızlı biçimde açabilecek yol da, Ankara’nın vetosunu yiyen Kıbrıs Cumhuriyeti-NATO ilişkilerinin selameti de çözümden geçiyor.
Ancak gaz faktörünün yine de ağır bastığını, İsrail’in halihazırda çıkardığı gazın bu sürecin katalizörü olabileceği anlaşılıyor.
**
New York’ta Eroğlu’nun ve Anastasiadis’in temaslarından ve demeçlerinden çok Ankara ile Atina’nın sürpriz şekilde vardıkları ‘özel temsilcilerin başkentleri ziyaret’ kararı dikkat çekiyor.
Bununla beraber Derviş Eroğlu’nun ‘federal çözüm’den söz etmesi, toprak dışındaki konuların kolayca aşılabileceğini söylemesi, Anastasiadis’in ise cesaretle çıkıp “Kıbrıs Cumhuriyeti miadını doldurdu” şeklinde demeç verebilmesi enteresan gelişmeler olup çözüm umutlarını artırıcı bir etki yapıyor.
Özel temsilcilerin başlaması planlanan ama henüz kesin bir karara bağlanmayan liderler buluşmasının metni üzerinde hazırlığa bile başlıyor, 2014 baharında referandumdan söz edilebiliyorsa umutlanmamak mümkün değil.
**
Kıbrıs sorununun bitmesini isteyenlerin süratle harekete geçmesi gerektiği açıktır.
2004’te yaşanan o efsanevi sinerjiye belki geri dönmek mümkün değil, ancak sürecin parçası olmak için zaman kaybedilmeden bütün aktörler devreye girmelidir.
Gaz nedeniyle başlayan ve hızlanacağı anlaşılan Kıbrıs trafiğinden bu sefer de hayal kırıklığı çıkmaması için bütün kesimlerin hazırlıklı olmasında büyük fayda vardır.
Annan Planı’na ‘hayır’ diyen AKEL ve UBP şimdi ‘ana muhalefet’ rolündedir.
Adanın iki kesiminde de diğer büyük partilerin tutumu üç aşağı-beş yukarı bellidir.
Kuzeyde UBP’nin olası bir anlaşmaya ‘evet’ deme olasılığı çok zayıfır.
Ancak geçen sefer ‘ohi’ diyen AKEL’in çözümsüzlük faturasını bir kez daha üstlenmek istemeyeceğine inanmak istiyorum.
Dereyi görmeden paçayı sıvamak gerekmez belki, ancak her iki tarafta barış sürecinin en geniş kitlelerce kucaklanmasının yolu sadece hükümetin değil, muhalefetin ve sivil toplumun da dahil edilmesinden geçiyor.
Her ikisi de hükümet dışında kalan, ana muhalefet görevi üstlenen UBP’nin ve DİSİ’nin bu sefer daha sorumlu bir siyaset izlemesini istemek her barış gönüllüsünün hakkıdır.