‘Akıl tutulması’ yaşayanlara kurtulmaları için yardımcı olalım

Tayfun Çağra

 

Badadiiizzzzz… Yerli badadeeiiizzzz…  Bap bap bap…. Hade badadeiiiiiiiizzz… Bap bap baaappppp…..
Bir gürültü, bir bağırma, çağırma… Klakson sesleri… Mahalleyi çınlattı… Sokağın bütün binaları üzerinde yankılanan, sokağın bir ucundan girip diğer ucundan çıkan çok güçlü bir ses… Kamyonetinin arkasında patates satan satıcının hiç megafona ihtiyaç olmayan ve arabasının klaksonundan çıkan ses ile yarışan çok güçlü sesi…
Normal bir zamanda olsa belki de çıkar bağırırdım adama… Nedir o gürültü diye… Ama yapmadım, yapamadım… Çok da hoş geldi bana… Sanki benden bir şeydi çünkü… Sankisi fazla… Öyleydi.
Belki de eskide kalmış alışkanlıklara, geleneklere, göreneklere şimdilerde çok da ihtiyaç duyulmayabilirdi ama şimdi onları arıyorum, özlüyorum ve de uyguluyorum.

***

Ülkemizdeki olumsuz gelişmeler bizi geleneklere daha çok sahip çıkmaya itiyor. Şimdi buna olumlu mu bakmak gerekiyor peki!.. Yani ne kadar olumsuzluk olursa o kadar kendimize sahip çıkıyoruz anlamına gelebilir mi bu davranış biçimi…
Bir yandan böyle görülebilir ama diğer yandan da bizi içimize kapatmaya, eskide yaşamaya, “kimliğimizi kaybediyoruz” korkusuyla belki de aşırı milliyetçi ve de ırkçı bir yaklaşıma da itebilir.
Bu kötü duygu ve yaklaşımların önünü almak gerekiyor… Peki ama kolay mı?
Koordinasyon Ofisi diye ne amaçla hayatımıza girdiği veya gireceği belli olan bir oluşuma öfke duymamak mümkün mü? Tufan hocamız her ne kadar da “bizi öfkelendirmeye çalışanlara o şansı vermeyelim” diyorsa da bence biraz kontrollü öfkelenmekte yarar var gibi… Aksi takdirde etkiye tepkiyi pek bekleyemeyiz. Kontrollü bir öfkenin olması gerekiyor ki hayatımıza müdahale etmeye çalışan bir gelişmeye karşı tepki duyabilelim, karşı duruşumuzu gösterebilelim, eyleme kadar gidebilelim.
Elbette sevgimizi yitirmeyelim, neşemizi kaybetmeyelim ama bu insani duygular bizi tepki göstermekten de men etmesin.

***

Hayatımıza sürekli müdahil olabilecek gelişmeler yanında günlük yaşamdaki gelişmelere de tepki koyalım, doğrusunu yapalım, yazalım, söyleyelim… Çok basit; ortak bir yaşamda hoşgörülü olabilmeyi, bir apartmanda apartman kurallarıyla yaşabilmeyi, trafikte kuralları uygulayabilmeyi, dinde saygıyı, hoşgörüyü gösterebilmeyi, hiç kimseyi ötekileştirmeden bakabilmeyi, savaş, gerilim yerine barış ve huzuru arayabilmeyi vb gibi becerebilmeliyiz… Ancak bunları yaparken de “kurallar, özgürlüğümüzü bozar” gibi yanıltıcı düşüncelerden de sakınmalıyız. Kurallar herkesin huzur içinde, birbirine saygı duyarak yaşayabilmesini sağlar. Bunun için de yaşadığımız yerdeki yasalar ve de kurallar büyük ustanın dediği gibi “bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” yaşamamızı sağlar.

***

Ve rahat, neşeli, sevgi dolu yaşamak için de “noktasına, virgülüne dokunmadan imza atalım” diyenlerin, “Ofis iyi şeyler yapmak için geliyor” düşüncesinde olanların ‘akıl tutulmasından’ kurtulmalarını ummak veya umuttan öte bundan kurtulmalarına yardımcı olmak gerekiyor.


---------------------------------------------

Yok olanlar, eriyenler…

Girne’den Mağusa’ya giderken ağır vasıtaların geçtiği ve yolların da bozulduğu dağ yolunu değil de Lefkoşa üzerinden geçmeyi tercih ederim çoğu zaman… Bu sefer de giderken Lefkoşa tarafını tercih ettim ama dönerken Lefkoşa’nın o trafiğinden sıkıldığım için bu kez dağ yolundan Girne’ye ineyim dedim… O da ne? O yoldan geçmememin en büyük nedeni aslında Beşparmakların yok edildiğini görmemek içindi ama görmek durumunda kaldım. Hem de ne yok olma… Ne erime… Bir yerde de değil… Dağa tırmanırken 4-5 yerde patlamalar, çıkan toz duman… Öyle iç yakıcı bir görüntü ki… Devlet eliyle yapılıyor hem de… Daha da üzücü… Ne uğruna… Betonlaşma uğruna… Güneye de satış uğruna… O tarafta kıyılamayan dağların yerine bu taraftan gidiyor ihtiyaçlar… Nasıl olsa bu tarafta o bilinç yok. N’olmuş ki dağlar erimişse!.. Para kazanıyoruz ya!... Yazık, hem de ne yazık…
Dağların yanında yollar da berbat… Hem ağır vasıtaların altında ezilen hem de sıcaktan eriyen ve kabaran asfaltın dışına çıkmamak için iki kol yetmez, dört kolla sarılmak gerek direksiyona… O yolda meydana gelen kazalar zaten bu durumu anlatıyor ama burada da kime ne! Öylesine bir memleket işte… Şansına yaşıyoruz.


------------------------------------------

YAKIN ZAMAN

Aşılama

Türkiye’nin devlet televizyonu TRT’de ‘kamu spotu’ gibi bir programdı galiba… Bir-iki dakika izledim. Çocuk anlatıyor; “Annemin tesettüre girdiğini görünce önce şaşırdım sonra merak ettim, internetten baktım, kutsal kitabı okudum, neden tesettüre girdiğini anladım.” Ardından anne anlatıyor neden tesettüre girdiğini… Yani halka, devletin televizyonundan ‘tesettür’ aşılanıyor… Saygı mı, ne saygısı Allah aşkına!.. Devletin televizyonundan ‘aşılama’ diyorum. ‘Tesettüre girin’ diyor. Yakındır, bizim devlet televizyonumuz BRT de ‘Ofis’in uygun projeleri! kapsamında aynı programı yayınlarsa şaşırmayın sakın!

------------------------------------------

ANALİZ

Acıyorum

Gençler aldılar ellerine direksiyonu… Koordinasyon mu, ofis mi, “istemiyoruz” diyorlar, “reddediyoruz” diyorlar. UBP-DP azınlık hükümeti ille de “ofis olacak” diyor. Ben üzülüyorum hallerine… Bu çaresizliklerine… Bu kulluk durumlarına… Çok yazık. Böyle durumlara düşmek o kadar kötü ki… Ellerinden bir şey gelmemesi, sadece emirleri uygulamaları… Ama başkaları da bunu yapamazdı ki… Gençleri kontrol altına almak için istenen ofise gençler “reddediyoruz” diyorken “ille de gelecek” demek zorunda olanların yerinde olmak istemezdim. Acıyorum!

------------------------------------------------

“Arzu öyle bir şeydir ki, hiç doymak bilmez; birçok insanın hayatı, arzularını doyurma yollarını aramakla geçer.”
Aristotoles