Dünya siyasetinin üst düzey kişilerinin Kıbrıs’a ziyaretlerinde Kıbrıs Türk lideri ile kendi çalışma alanında görüşmesi eskiden süregelen bir sorundur.
Aslında sıkıntı içine giren üç taraf var: Güney Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs ve yabancı ziyaretçi… Diplomasi gereği, ziyaretçi Güney Kıbrıs’taki mevkidaşının daveti ile gelir, programını da birlikte yaparlar. Ziyaretçi Kuzey’i de ziyaret etmek ve temaslar yapmak arzusunu belirtirse Kıbrıslı Rumlar sıkıntıya girer ve bunun olmaması için her türlü gayreti ve yolu mubah sayıp, ziyaretçiyi pişman edene kadar uğraşır. Sıkıtıya giren ziyaretçi bunları aşabilirse, Kıbrıs Türk tarafına ziyaret yapabilir. Kıbrıslı Rumların yabancı ziyaretçiye baskı zincirini sıralamakta yarar var: “Kuzey’e geçme, geçeceksen kimseyle görüşme ve turistik ziyaret yap, illa ki Kıbrıslı Türklerle görüşmek istiyorsan Güney’e davet et, gelmezlerse ara bölgeye davet et, gene gelmezlerse ve illa ki Kuzey’e geçip görüşeceksen Kıbrıslı Türkün çalışma yerine gitme ve dışarda yap, dışardaki yer de Kıbrıslı Rum malı olmamalı”…
Rum baskı zincirinin hangi halkasında durulacağı artık ziyaretçiye kalmış bir şeydir. Bazıları, eski İngiliz Dış İşleri Bakanı Jack Straw gibi, Kuzey’de Kıbrıslı Türk liderin çalışma yerinde görüşür, bazıları da Rus Dış İşleri Bakanı Lavrov gibi, ara bölgede bir yere davet eder. Bu aşamada da davetin kaderi Kıbrıslı Türk davetlinin tavrına kalıyor. Kıbrıslı Türk davetliler Kuzey Kıbrıs’ın siyasi ve hatta sivil toplum örgütlerinden birileri de olabilir, Rumlar için hiç fark etmez ama en hassas oldukları siyasi, Kuzey Kıbrıs’ta ‘Cumhurbaşkanı’, uluslar arasında da ‘Kıbrıslı Türk lider’ olarak tanımlanan makamdır. Denktaş döneminden kalma eğilim, Kıbrıslı Rum lider ile eşit muamele edilmesidir. Rumların itirazı, “KKTC’nin dolaylı tanınması” tezine dayandırılıyor, Kıbrıs Türk tarafının tezi “BM jargonu”na dayandırılıyor. Yabancı ziyaretçi arada sandviç olup, kendi ülkesinin siyasi duruşuna ve Rumlarla ilişkisine göre karar verir…
Son günlerde, Alman, Rus ve Amerikan Dış İşleri Bakanlarının Kıbrıs’a yaptığı ziyaretler sırasında Cumhurbaşkanı Akıncı ile görüşmeleri gündem oldu… Alman Dış İşleri Bakanı’nın ara bölgedeki Gothe Enstitüsü’nde verdiği davete Akıncı’nın katılmaması çok tartışıldı. Belli ki Almanlar, sırf Akıncı da katılsın diye orda yaptılar; Akıncı da katılacağına dair ipuçları verdi, hatta davetin eşli olup olmadığını da sormuş. Sonunda da Anastasiadis’e ‘Cumhurbaşkanı’, kendisine ise ‘Sayın’ olarak hitap edildiği için katılmamış. Bunu keşke başından Almanlara söylemiş olsaydı, hitaplarda BM jargonunun kullanılmasını isteseydi… Alman Dış İşleri Bakanı son an bildirilen katılmama kararına elbette ki tepki koyacaktı…
Rus Dış İşleri Bakanı ise, ara bölgede görüşmek istedi; Akıncı kabul etmeyince görüşme olmadı. Rum DISI partisinin başkanı da açıklama yaparak, Rus bakanın doğru yaptığını söyledi, Kuzey’e geçip Akıncı’yı kendi makamında ziyaretin tanıma anlamına geleceğini söyledi. Şimdi bu gerekçeyi öne sürene sormak gerek, Akıncı’yı makamında ziyaret eden Alman ve Amerikan bakanlar, Akıncı’yı ve KKTC’yi tanımış mı sayılıyor; bunca zaman bu makama ziyaret yapanlar, tanımış mı? Hepsi bir tarafa, 2000 yılında Clerides Denktaş’la bu binada yemek yemedi mi; Clerides tanımış mı olmuştu?!… Kaş yapayım derken göz çıkarmak gibi oldu DISI başkanının açıklaması.
Ne olmalı?!... Kuzey Kıbrıs’ın siyasetçilerinin yabancılarla temasları çok önemlidir ve gerçekleştirmek için değerleri zedelemeden mütevazi davranılmalıdır. Akıncı’nın Rus Dış İşleri Bakanı ile görüşmemesi, Kuzey Kıbrıs insanının geleceği için önemli bir kayıptır. Cumhurbaşkanı olan kişinin Kıbrıs Türk lideri etiketiyle mümkün olan her türlü yabancı teması yapması bir ihtiyaçtır. Kıbrıslı Türklerin eşit statü hassasiyetinin korunması da gerekmektedir. İnce ayar yapılmalıdır. BM jargonu bu nedenle kullanılmaktadır. Adaya gelen yabancı ziyaretçiler, neticede Güney’dekilerin daveti ile gelmektedir; Kuzey’dekilerle görüşmek de kendilerinin isteğine kalmıştır. Sorun bu aşamada çıkıyor. Kuzey’dekilerin davet edilmeyi beklemeden, davet eden durumuna geçmesi, inisiyatifi ele alması ile diplomasi sorunu çözülür. Yani, herhangi bir üst düzey siyasi Kıbrıs’a geliyorsa, onun Kıbrıs’taki Büyük Elçisi Cumhurbaşkanlığı’na çağrılır, siyasinin adaya ziyareti sırasında kendileriyle görüşme isteği ve dolayısıyla da Kuzey’e davet bildirilir. Görüşme yeri olarak da önce ve ısrarla makam yeri, bunu kesin reddediyorlarsa da ara bölgede uygun bir yer önerilir. Bu davranış, hem yabancı siyasiyi Rum cenderesinden kurtarır, hem de ara bölgedeki görüşmeye gidecek olan Cumhurbaşkanı, oraya davet edilen değil, oraya davet eden statüsüne geçer. Bundan da kimsenin gocunmaması gerek.
Önemli olan üzüm yemekse, oturup da gelmelerini beklemek yerine, çağırıp da görüşmek ve mutlaka görüşmek gerek.