Mehmet Burhan
burhancyp@gmail.com
Son güne kadar, ‘’Kesin bir şey olacak ve Akıncı kazanmayacak!’’ diye geçti içimizden, onlarca senaryo arasından o ‘’bir şey’’i bir türlü tanımlayamasak da. Sadece Gezici değil bizler de geziyorduk ve yolda, sokakta, köyde, kasabada herkes onu diyordu, fakat hep ‘’İsveç’te yaşasa başbakan olurdu’’ denilen Akıncı nasıl Cumhurbaşkanı olurdu İsveç’ten bu kadar uzak bir yaşamda?
Rahmetliye çizmesinin boyunu hatırlatan, Mallorca’da Erdoğan’ın tadını kaçıran, diğer 77 arkadaşıyla güneydeki seçimlere adaylık başvurusunda bulunup ortalığı bulandırınca dönemin başbakanı Ferdi Sabit Soyer’in ‘’siyasetinde ince ayar yapıp marjinal olmaya karar verdi’’ diye toplumun önüne attığı herkesin düşmanı bu marjinal adam bizim reel politiğimizde Cumhurbaşkanı olamazdı çünkü. Birileri son dakika elbet düğmeye basacaktı.
Belki birilerinin sürekli düğmemize bastığı memleket halleri paranoyaklaştırdı bizleri, belki Tayyip paraleller arasında çoksesliliğe barajlar örerken boş anına denk geldi bu kader kaymamız bilinmez ama o ‘’bir şey’’ olmadı işte.
Başka ve çok daha güzel bir şey geldi başımıza...
Konjonktür
2003’lerde politize olmanın cılkını çıkaran toplumumuz kaybedilen umutlarla yuvasına dönmüştü. Ekonominin de dibe vuruşuyla işine gücüne sarılan insanımız siyasetten uzaklaşıyor, siyasi partiler hem örgütlenmekte, hem nitelikli kadrolar çıkarmakta iyiden iyiye zorlanıyordu. Partisel yapılar zayıfladıkça siyasetin içi boşalıyor, siyasi ahlak seviyesi de yerlerde geziyordu. Haliyle başarısızlık, bağımlılığı, bağımlılık inançsızlığı daha da artırdı.
Toplumla siyasetin arası öyle bir açıldı ki son seçimlerde adaylar bağımsızlaşmak zorunda kaldı. Artık yoldaşlığın yerini gönüllülük almıştı.
İşte bu hali doğru okuyan kampanyalar öne çıktı propoganda dönemi boyunca. Bir de hala daha sebebini anlamadığım şekilde siyaseti bırakmakla suçlanan Akıncı’nın özellikle 2006 sonrası yozlaşan yapıyla adının anılmaması, diğer taraftan yıllarca suya sabuna dokunmadan ellerinin temiz olduğuna toplumu ikna eden Özersay’ın apolitik tavırları bu adayları daha da öne atıverdi.
Konjonktürden bahsederken CTP’nin hükümette olmanın; hele de multi-bakanımız Denktaş gibi bir vakayla ortak olmanın dayanılmaz ağırlığını kaldırmakta zorlanışını es geçemeyiz.
Bununla birlikte tabanının partisinin tıraş olmuş halini pek de sevmemesi, Sibel Siber’i aday olarak benimsemeyişi de CTP’nin yarışa geride başlamasına sebep oluyordu. Kampanyanın başarısızlığı da daha da katmerledi bu başarısızlığı. Her şeye rağmen CTP’nin ikinci tur manevrası parti açısından çok daha travmatik sonuçları engelledi kanaatindeyim.
Eroğlu’na ne yazsak ki?
Eroğlu bildiğimiz Eroğlu!
Akıncı'nın Kıbrıs’ı
Akıncı karakter ve yapı itibariyle geldiği görevlerde iz bırakmış bir siyasetçi oldu hep. Her ne kadar yoğunlukla çözüm ve sivilleşme konularındaki duruşuyla algılanıp desteklense de, ben Akıncı’nın toplumu dönüştürme noktasında iz bırakacağına inanmaktaydım seçildiği takdirde.
Akıncı her zaman ‘’akıl’’ ve ‘’tavır’’ adamı olmuştu ve her toplum da kendi liderinin karakterine bürünüyordu zamanla.
Ve daha ilk günden bu akıl ve tavır sınandı aklı az, tavrı çok biri tarafından. Akıncı ise seçim sloganına vurgu yaparcasına cevapsız bırakmadı zattı. Hem de tam da kendi aklı ve tavrıyla ve aynen kampanya boyunca seçmene söz verdiği gibi ne çatışmacı, ne de teslimiyetçi bir üslupla ve bir hengamedir başladı o andan beri.
28 Nisan sabahına çoğumuz farklı bir hisle uyandık o gün. O dönemi yaşayan fanatik Galatasaray taraftarları bilir; hani UEFA kupası finalinin ertesi sabahı var ya? İşte o sabahki histen bahsediyorum. Bu kez gazeteleri sondan değil baştan okumaya başladık aynı heyecanla. Ve bu kez Cimbomun gollerini değil Akıncı’nın Erdoğan’a cevaplarını okuduk satır satır yine aynı heyecanla.
Yaşadığımız hissiyat milliyetçiliğin bir türevi aslında. Kötüdür diye demiyorum, bir ‘’national proud’’ hali. O kadar ki, ‘’en solcuyum’’cular sol jargonu ezip geçip ‘’LİDER’’lerini alkışlıyor. Ne de olsa Sibel Siber’in kampanya boyunca dem vurduğu toplumsal özgüvenimiz 7.5 – 8’lerden tavan yapmıştı bir anda.
Az değildi yaşadığımız çünkü. İngiliz Yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti derken kendi kurduğumuz evde de yıllar geçtikçe salondaki çek-yatta yatan misafir konumundaydık artık.
Ve artık biri bize ‘kendi evimizin efendisi olalım’ diyordu ve kendinin de ne kadar kararlı olduğunu ispatlıyordu daha ilk günden.
Peki biz ne yapalım?
Akıncı hem son milletvekilliği döneminde, hem seçim kampanyası boyunca sinyallerini verdiği ve seçimin hemen ertesi günü de perçinleştirdiği bir mesajı vardı topluma. Denktaş’tan sonra ilk kez Cumhurbaşkanığı’nın yanında, toplum lideri olma iddiasını ortaya koydu Akıncı.
Toplum da şimdilik bunu seve seve kabullenmişe benziyor.
Ama unutmamalıyız ki toplumsal dönüşümler tek bir kişinin veya makamın tavırlarıyla gerçekleşmez, tercihe göre o kişinin yanında veya arkasından aynı yolu yürümekle başarıya ulaşır.
Bizlerin, bu topluma ait her zümrenin; çalışıp üreteren; bilime, kültüre, çevreye önem veren; çok sesliliğe, çok renkliliğe kucak açan; demokratik, adaletli bir toplum sistemi için daha çok mücadele etmemiz ve Federal Kıbrıs hedefimizden şaşmamamız gerekir.
Unutmayalım ki Akıncı sadece bir temsiliyettir ve bize ancak bu dönüşümü yapabileceğimiz, baskılardan uzak bir alan yaratma konusunda yardımcı olabilecektir. Gerisi bizlerin elindedir.
İhtiyacımız olan bizlerin de o aklı ve tavrı göstermesidir. Akıldan ve doğru tavırdan uzak her toplumsal hareketlenme tarih yapraklarında kuru bir gürültü olarak kalacak, bizi yeni bir karanlık çağımıza daha sürükleyecektir.
Unutmayalım ki bizler Arif Hoca’nın ruhunu anlamadan Arif Hoca’nın dediğini dilimize pelesenk etmiş bir topluluğuz. İşte o ruh olmayınca, Arif Hoca’nın dediği de sol bir tavır olmuyor.
Unutmayalım ki bizler meclis aritmetiği 25-25 çıktığı seçimlerde statükoyu devirdik diye, Annan planının referandumda sınıfta kaldığı gün sırf ‘’evet’’ dedik diye arabalarla tura çıkan bir ehaliyiz.
Ne olur bu kez aklımızı ve tavrımızı doğru kullanalım, bu coğrafyayı yaşanabilir bir yere çevirip, bir zeytin ağacı gibi kök salalım topraklarına ve yeşerelim...