Adalet ve Kalkınma Partisi ile Kıbrıslı Türklerin yolları tarihsel bir dönüm noktası sayılabilecek bir kavşakta kesişti. Kemalist Türkiye’de “post modern darbe” olarak anılan 28 Şubat Süreci sonrasında varlığını sürdürebilmek için Erbakan’ın geleneksel Milli Görüş akımından ayrılan İslamcı kesimin kurduğu AKP, 2000’li yılların başında var kalma ve güç sahibi olma stratejileri geliştirirken, Kıbrıs Sorunuyla yüzleşmek zorundaydı.
Oysa AKP’nin genç kurucuları tarihi liderleri Erbakan’ın izinden giderek Kıbrıs Sorununun “1974 Fethi” ile bittiğini düşünüyorlardı. Gelgelelim Kemalist müesses nizamla baş edebilmek için kaba bir pragmatizm sergileyip rotalarını Türkiye’nin AB üyeliğine doğru kırınca, ister istemez Kıbrıs Sorununa tosladılar. Kıbrıs Sorunu AB’nin Helsinki Zirvesinden (1999) sonra Türkiye’nin AB yoluna döşenmiş bir mayın gibiydi. Kim AB yolunda ilerlemek istiyorsa, bu mayına çarpmayacak bir yöntem bulmalıydı.
O tarihlerde AKP için Türkiye’nin AB perspektifi cankurtaran simidi idi. Türkiye AB yolunda ilerlemeden İslamcı kesime hayat hakkı tanımayan laikçi asker-sivil bürokrasinin gücünü kırmak imkansızdı. Bu yüzden AKP, Erbakan’dan farklı olarak, sırtını genel olarak Batı dünyasına ve özellikle de AB’ye dayamaya karar verdi.
AKP daha kuruluş aşamasında programını hazırlarken, AB’den üyelik müzakerelerine başlama tarihi alabilmek için Kıbrıs Sorununun çözümüne katkı koymanın şart olduğunu biliyordu. Bu yüzden, Rauf Denktaş’ın ve askerlerin yüksek sesle iki-ayrı devlet ve konfederasyon haykırdıkları bir dönemde programına sessiz sedasız “Belçika modeli federasyon” tezini aldı. Gelgelelim, 2002 yılının sonuna doğru hükümet olan AKP Kıbrıs yüzünden önemli sorunlarla karşı karşıya geldi. Annan Planının birinci versiyonunun masaya yatırıldığı 2002 sonundan itibaren Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerine başlamasının kabul edildiği 2005 yılına kadar geçen süre içinde pek çok badire atlatmak zorunda kaldı.
Müesses nizamın bekçileri Rauf Dektaş ile birlikte hareket ederek AKP’yi devirmek, Türkiye’nin AB üyeliğini engellemek ve Kıbrıs’ta çözüm sürecini sabote etmek için her yola baş vuruyorlardı. Darbe söylentileri gündemden düşmüyordu.
İşte böyle bir ortamda AKP dikkatini Kıbrıs Türk toplumuna çevirdi. Kuzey Kıbrıs’ta rejimin zor günlerden geçtiği bir dönemdi. Bankalar batmış, ekonomi dibe vurmuştu. Öte yandan Kıbrıs adım adım AB’ye üye olma yolunda ilerliyordu. Rejimden umudunu kesmiş Kıbrıslı Türkler sokaklara dökülmüş, AB kapısını açacak sloganlar haykırıyorlardı: “Kıbrıs’ta Barış Engellenemez!”
Rauf Denktaş ise Annan Planına açıkça karşı çıkıyor ve Ankara’daki bağlantılarını devreye sokarak hem kendi toplumuna hem de AKP hükümetine karşı öfkeli bir kampanya yürütüyordu. Fakat Kıbrıslı Türkler de boş durmuyordu. Bir isyan havası içinde bir zamanlar omuzlarında taşıdıkları Rauf Denktaş’ı yerden yere vuruyorlardı.
Hükümet eden ama sınırlı iktidar sahibi olan AKP’nin güçlü rakipleriyle baş etmesi mümkün görünmüyordu. Denize düşen yılana sarılır misali, AKP Kıbrıslı Türk çözüm güçlerine sarıldı. Kıbrıslı Türkleri, özellikle de çözümün başını çeken solcuları “zındık” olarak gören İslamcı AKP önderleri, bir an için gözlerini kapayarak Kıbrıslı Türklerle ortak cephe kurdu ve geçici olarak “kader birliği” yaptı. AKP AB yolunda ilerleyerek Kemalist müesses nizamı yıkmayı hesaplarken, Kıbrıslı Türkler barışa kavuşmayı ve AB üyesi olmayı umuyorlardı. Bu amaçla Annan Planına “evet” dediler ama Kıbrıs Rum toplumunun “hayır” oyu her şeyi altüst etti ve bütün umutları boşa çıkardı.
Gelgelelim Kıbrıslı Türklerin “evet” oyu AKP’ye yaradı. “Kıbrıs Sorununun çözümüne katkı koyduğu” gerekçesiyle AB ile üyelik müzakereleri için tarih aldı. AKP engebeli yolları aşarak birkaç yıl içinde Kemalist elitleri tasfiye etmesini tamamen bu gelişmeye borçludur.
Ne var ki, AKP iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra reformcu, kucaklayıcı kimliğini rafa kaldırdı ve tek tipçi otoriter bir anlayışla Kültür Savaşı başlattı. AKP’ye göre, Kemalist Türkiye “dindar toplumun değerlerini aşağılayan, yabancı”, neredeyse “sömürgeci” bir düzendi ve bu düzen yıkılıp toplumun “milli ve yerli değerlerini” yansıtan bir düzen kurulmalıydı. Bu sosyal mühendislik projesi “devlet ile toplumun buluşup barışması” olarak takdim ediliyordu ama aslında toplumun büyük bir kesimini dışlıyordu. Dindar nesiller yetiştirmek adına belirli ahlak ve din kalıpları dayatılıyordu ve bu kalıpların dışında kalanlar horlanıyordu. Eski düzenin elitlerine karşı yürütülen hınç kampanyası, “mazlumların” yeni yönetici elitler olarak güçlenmesiyle baş başa gidiyordu ve bir zamanlar hor görenlerin hor görüldüğü bir iklim yaratılıyordu.
Recep Tayyip Erdoğan’ın giderek otoriterleşen tutumu ve dinsel değerleri topluma dayatmayı hedefleyen Kültür Savaşı, zaman içinde Kıbrıs Türk toplumuna da yansıtıldı. Kıbrıslı Türklerin “zındık” olduğu hatırlandı ve Kıbrıs’ın kuzeyini “İslamlaştırma” çabalarına hız verildi. Zaman zaman AKP’liler tarafından sözlü saldırı ve aşağılamaya da uğrayan Kıbrıslı Türkler günümüzde laik Kıbrıslı Türk kimliğine dört elle sarılıyor ve AKP’nin dayatmak istediği yaşam biçimine elinden geldiğince karşı koyuyor.
Ekonomi ve diğer maddi alanlarda Kıbrıslı Türkler üstünde tahakküm kuran AKP, toplumsal ve kültürel alanlara nüfuz etmekte zorlanıyor. O alana Kıbrıslı Türkler hükmediyor ve AKP’nin Kültür Savaşına karşı kültürel kimlikleriyle direnmeye çalışıyorlar.
Giderek daha büyük oranda milliyetçiliğe eklemlenen AKP, Kıbrıs Sorununun çözümü konusunda da artık eski çizgisinde değil. Şimdi “iki ayrı devletten” veya “konfederasyondan” söz ediyor. Bazı kurmayları, bakanları ve danışmanları ise “ilhaktan” bahsediyor.
Kıbrıslı Türklerin büyük bir kesimi bu noktada da AKP’nin karşısında duruyor. En gerçekçi çözümün adada federal bir devlet kurmak olduğunu bilen ve toplumun kurtuluşunu burada gören Kıbrıslı Türkler zor bir mücadele vermektedirler.
Bir zamanlar Kıbrıslı Türklerin barış iradesini kullanan ve bu sayede iktidarını güçlendiren AKP, şimdilerde Kıbrıslı Türklerin kimliğine, değerlerine ve kurumlarına karşı savaş açmış durumdadır.