3-7 Ekim 2011 tarihlerinde Strasbourg’ta gerçekleşen AKPM 2011 yılı son genel kurulunda onaylanan “Ulusal Egemenlik ve İnsan Hakları” raporu tartışılırken genel kurula hitaben yaptığım İngilizce konuşmanın Türkçe metnini paylaşmak istedim sizlerle bugünkü köşemde.
KONUŞMA METNİM
“AKPM Alman Milletvekili Sayın Shuster’in DİSİ Milletvekili Sayın Pourgoridis’in Komite Başkanlığı yaptığı “Hukuk ve İnsan Hakları” Komitesinin AKPM Genel Kuruluna sunduğu “Ulusal Egemenlik ve İnsan Hakları” başlıklı raporundaki Kıbrıs ile ilgili maddeler aşağıda özetleyeceğim birtakım tarihi gerçeklikler dikkate alınmadan yazılmıştır düşüncesindeyim ve bu da bana biraz önce sunumunu yapan CHP Milletvekili Sayın Koç’un “tarihi kullanmak süpermarkette alışverişe benzemez ki beğendiklerinizi alıp beğenmediklerinizi raflarda bırakasınız” sözünü hatırlatmaktadır.
İngiltere, Türkiye ve Yunanistan garantör ülkeler olarak 1960 yılında Kıbrıslı Türklerle Rumların ortaklığında Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulmasına imza attılar.
Ancak Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklerin ortaklık devletindeki etkinliklerini azaltmak ve adayı bir Rum Cumhuriyetine dönüştürmek ve akabinde ENOSİS’i gerçekleştirmek çabaları sonucunda 1963’te kanlı olaylar başladı ve Kıbrıslı Türkler devletin her kademesinden ve yaşadıkları köylerden atıldılar ve ayrıldılar.
Kıbrıslı Türkler özellikle 1963 olaylarında uluslar arası toplumun müdahalesini ve katliamların durdurulmasını çok beklediler. Ancak ne yazık ki onları pek duyan olmadı!
Bu gelişmelerin ardından BM, 4 Mart 1964’te 186 sayılı kararla adadaki olaylar yatışana kadar Rum Hükümetini Kıbrıs Cumhuriyetini temsil eden hükümet olarak tanıyacağı kararını aldı. Bu karardan ve olaylar yatışmaya başladıktan sonra Kıbrıslı Türk milletvekilleri Sayın Berberoğlu’nun girişimleri ile Meclise dönmek istedilerse de Rumlar buna pek fırsat vermediler.
Kıbrıslı Türkler o günlerde de uluslar arası toplumun kendi haklarının gasp edilmesine karşı çıkmasını bekledi ama bu bekleyiş de maalesef sonuçsuz kaldı!
O gün bu gündür Kıbrıslı Rumlar BM’nin 186 sayılı kararı ile Kıbrıs Cumhuriyetini temsil ediyorlar! Üstelik, 1960 Anayasasını Kıbrıslı Rumlar lehine olacak bir biçimde tek yanlı olarak da değiştirdiler.
1974 yılında Faşist bir darbe ile Samson Makariyos’u devirdi ve birçok bölgede Kıbrıslı Türklere de saldırmaya başladı. Amaç, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilmesi idi.
O yıllarda Yunanistan’da askeri faşist CUNTA ülkeye egemendi ve Yunanistan bir garantör ülke olmasına rağmen Kıbrıs’taki darbenin de doğrudan tarafı olmuştu.
Türkiye ise İngiltere ile de istişare ettikten sonra olaylara müdahale etti.
1975 yılında toplum liderleri nüfus mübadelesi anlaşması yaptılar. 1977 ve 79 doruk anlaşmalarında da 2 bölgeli federasyonu kabul ettiler.
Ancak yıllar geçtikçe Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Cumhuriyetinin de yasal mirasını kullanarak çözümden hep kaçtılar ve Kıbrıs’ta kendi yarattıkları duruma garantör ülke olarak Türkiye’nin müdahalesini bir işgal gibi göstermeye devam ettiler.
Halbuki bize göre Kıbrıs’ta bir işgalden bahsedilecekse eğer, esas işgal Kıbrıs Cumhuriyetinin Kıbrıslı Türklerin meclisten ve hükümetten atılması ile gerçekleştirilen, Kıbrıslı Rumların Kıbrıs Cumhuriyetini işgalidir.
Kıbrıslı Türkler Cenevre görüşmelerinde Kantonal çözümü, ardından 80’li ve 90’lı yıllarda Galli Fikirler dizisini ve Perez de Cuellar belgesini ve nihayetinde 24 Nisan 2004’te Annan Planını referandumda kabul eder ve Türkiye de Birleşik Federal Kıbrıs çözümünü desteklerken; yıllarca tüm dünyayı kendilerinin çözüm istediklerine inandıran Kıbrıslı Rumlar her öneriye “OXİ” diyerek uzansak elimizle tutabileceğimiz kadar yakınımıza gelen Birleşik Federal Kıbrıs çözümünü Annan Planı’na da “OXİ” diyerek engellediler.
Bilindiği üzere şu anda da 3 Eylül 2008’den beridir Sayın Talat ve Sayın Hristofiyas arasında yapılan 23 Mayıs ve 1 Temmuz 2008 anlaşmaları temelinde müzakere süreci devam ediyor.
Kanımca esas önemli olan noktalardan belki de en önemlisi, BM’nin 186 sayılı kararını gözden geçirmesi olacaktır; çünkü Kıbrıslı Rumlar bu karar orda durup da kendilerini tüm Kıbrıs’ın tek sahibi gibi gördükleri müddetçe, Kıbrıs’ta çözüm zor görünüyor.
Türkiye 1974 yılında faşist darbeye müdahale etmeseydi, Kıbrıslı Türklere karşı bir soykırım olabilecek, Kıbrıslı demokrat ve aydın insanlar daha çok katledilebilecek ve bugün Kıbrıs Cumhuriyeti bırakın AB üyesi olmayı, muhtemelen Yunanistan’a ENOSİS yolu ile ilhak edilmiş bir ada olacaktı.
Bu nedenle böylesi önemli bir konuda Türkiye’nin Kıbrıs’a uluslar arası garantörlük hakkını kullanarak yapmış olduğu ve hem Kıbrıslı Türkleri hem de Kıbrıslı Rumları yok olmaktan kurtardığı müdahaleyi ulusal egemenlik ve insan hakları konusunda kötü bir örnek olarak göstermek ve özellikle Kıbrıslı Türklerin haklarından, mağduriyetlerinden, uğradıkları izolasyonlardan ve haksızlıklardan ve kendi kendilerini yönetmek isteyen bir halkın egemenlik haklarından nasıl koparıldıklarından, kültürlerinin asimile edilmesinden, gençlerinin ülkelerinden göç etmek zorunda kalmalarından ve daha onlarca insan hakları ihlallerinden hiç bahsetmemek özellikle bu raporun eksikliği ve en büyük talihsizliğidir diye düşünüyorum.”
BİZLERİ NELER BEKLİYOR?
Bu konuşmamda da bahsettiğim 4 Mart 1964 tarihli 186 sayılı BM kararı, Annan Planındaki Kıbrıs Türk Devleti olgusu ve Anayasası, müzakere sürecinde gelinen son durum ve Ekim sonu New York’ta gerçekleşecek olan zirve ve zirve sonrası olasılıklar, İslam Konferansı örgütündeki Kıbrıs Türk Devleti temsiliyeti, Filistin Devletinin BM’ye üyelik başvurusu ile olası bir Kıbrıs Türk Devletinin yol haritası senaryoları, Hidrokarbon krizinin düşündürdükleri ve benzeri konuları önümüzdeki hafta Salı ve Perşembe günkü yazılarımda sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
.