Türkiye 16 Nisan’da demokrasi, hukuk ve insan haklarının askıya alınmış olduğu OHAL şartlarında anayasa referandumuna gidiyor. Sadece bu bile Türkiye’nin özellikle BM ve AB nezdinde imzalamış olduğu tüm demokratik ve sivil haklar anlaşmalarına ters düştüğünün göstergesi. Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, Binyılın Kalkınma Hedefleri Deklarasyonu, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Sözleşmesi ve dahası...
Biliyorsunuz kısa süre önce Avrupa Konseyi'nin Anayasal konulardaki danışma organı Venedik Komisyonu, Türkiye’ye giderek anayasada 18 maddede yapılacak değişiklikleri inceledi ve rapor sundu. Raporda, "Gerekli kuvvetler ayrılığı mekanizmasının ortadan kaldırılmasıyla değişiklikler, güçler ayrılığına dayanan demokratik başkanlık sistemine değil, otoriter bir başkanlık sistemine dönüşme riski taşıyor" yazıyordu.
Türkiye halkları da raporla aynı fikirde olacak ki tüm zorlamalara rağmen anketlerde ‘hayır’ çok az farkla önde gidiyor. Yani Erdoğan ilk kez kaybedecek gibi görünüyor. Buna neden olacak olan da bölünen MHP değil. AKP’nin ta kendisi. Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Ahmet Davutoğlu’nun parlamenter sistemden yana, Türkiye’nin totaliterleşmesine karşı oldukları biliniyor. Hatırlarsınız, Abdullah Gül, “Türk tipi bir parlamenter sistem yaşadık sonuçlarını gördük. Türk tipi bir başkanlık sistemi de olmamalı. Eğer olacaksa ABD’de olduğu gibi kuvvetler ayrılığının açık, seçik, sarih şekilde tarif edildiği, gelişmiş demokrasilerdeki gibi hukukun üstünlüğüne dayalı olmalı, şüphesiz o da demokratik bir sistemdir” demişti.
Totaliter rejimlerde terör ve ideoloji birbirinden ayrılamaz. Tek adam rejimi ile yönetilen ülkelerin hepsi geri kalmış ülkeler. Halkları yoksulluk ve cehalet içinde. Yöneticileri (akrabalar, aşiretler, tarikatlar) ise zevk ve sefa içinde. ABD’nin ‘doktrinleri’ nedeniyle dünyaya çizilen kader, Orta Doğu’da ülkelerin bölünmesiyle devam ediyor ve Irak, Libya, Yemen, Suriye’de yaşam eskisinden de berbat durumda.
İnsanlığa kesilen fatura ise hayli yüklü: Milyonlarca ölü ve göçmen...
Bu nedenle referandum sonucu bölge ve bizim için çok önemli. Türkiye’de ne olup bittiği bizim için gerçekten çok önemli.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık ettiği ve Fırat Kalkanı Operasyonu’nun bittiğinin duyurulduğu, dört saat süren Milli Güvenlik Kurulu’nun son toplantısında Kıbrıs’la ilgili kararlar da alındı. Yayımlanan bildiride, müzakerelerin tekrar başlamasının ancak Rum tarafının güven tesis edici adımlar atmasıyla mümkün olacağı yazdı. Rum lider Anastasiadis güven artırıcı önlem lafını duymak istemiyor ama Cumhurbaşkanı Akıncı da son günlerde tıpkı Erdoğan gibi güven artırıcı önlemleri öne sürüyor. ‘Güven artırıcı önlemlerden’ anlamamız gereken şey, ‘parçalı çözüm’ ise bunu başka bir yazının konusu yapalım ama meselenin gidişatı pek parlak görünmüyor. ABD Dış İşleri Bakanı Rex Tillerson birkaç gün önce Türkiye’ye giderek Erdoğan ile görüştü. Gündemlerinde Kıbrıs filan da yoktu. Suriye ve Fettullah vardı. Toplantıdan sızanlara göre Donald Trump yönetiminden umutlu olan Ankara umduğunu bulamadı. ABD, ‘Esad’lı Suriye’ tezinde ısrar etti ve IŞİD’in bölgeden temizlenmesi için Kürtlerle birlikte hareket edeceğini iletti. Yani Türkiye için durum gerçekten içinden çıkılmaz bir hal aldı.
Etrafımızda bu gelişmeler olurken bizlerin acilen eyleme geçmesi gerekiyor. Kıbrıs’ta halkların yakınlaşması, güven duyup ticaret yapması, birbirini tanıyıp birlikte yaşamı kurması için siyasetin bu akvaryumu kırması gerekiyor. Aydın sorumluluğu bunu gerektiriyor çünkü büyük denize açılmanın başka yolu yok. Dört tarafı denizlerle kaplı bu küçük kara parçasında bölünmeden üretip, güçlerimizi birleştirip büyüyebiliriz. Tabandan ortaklaşarak harekete geçmeliyiz. Aksi takdirde totaliter rejimin alt yönetimi olmaya devam edeceğiz.