Fatoş Avcısoyu Ruso
‘Yol kenarında ormanı seyreden genç bir kadın gördüm bugün. Bana seni hatırlattı. Suskunluğunu. Hiç konuşmadan bekleyişini. O saatlerde hiç de tenha olmazdı oysa yol. Zaman durmuş olmalıydı. Kavrayamadığım bir akışa kapılmış gidiyordu sanki her şey. Yol kenarında sola meyleden otlar, uçuşan her ne varsa etrafımızda, sola. Gerçeği neresinden tutacağımı bilemeyerek aynı yöne kayıyordum. Hiç ürpermeden yaklaşmamı bekliyordun. Soluk tenin hiç duymadığım bir duaya çalışıyordu. Sözcükler gözeneklerinden öylece süzülüyordu. Varacakları yeri bilen sözcükler. Çok yakınındaydım. İncecik boynuna çarpışını dinledim sessizliğin. Çarpıp çoğalışını. Gök, baş döndürmeyen bir yavaşlıkla hareket ediyordu. Toprak. Ayak ucumuzda birikmeye başlayan göl. Balıklar. Kalp atışlarımı hızlandıran garip bir döngüye çekiliyordum.’
Sendeleyerek girdim içeriye. Aynı izbe yerde buluşmak istemişti. Çoğu boş masalar. Bazılarının üzerinde gül, bazılarının papatya. Sırnaşmayı seven şişman bir kedi. Ah, zihnim düşünceden düşünceye zıplıyordu. Benden önce gelmiş olmalıydı. Yine. Alea iecta est. Son öykülerinden birinin adıydı bu. Sık sık kullandığı. Evliydi, karısına benzeyen iki kızı vardı. Kısa bir süre önce tanıştırmıştı bizi. Bir kitapçıda karşılaşmıştık. Karşılaşmıştık! Ona göre öyleydi. Karşılaşmalarımız sıklaştıkça, uğrak yerlerimi değiştiriyordum. Tesadüflere inanan biri sayılmazdım. Eski bir arkadaşım. Öyle tanıtmıştı beni. Eski. Tozlu.
‘Sırtın, eşsiz bir simetriyle ikiye bölünmüş gibiydi. Orta parmağımla; boynundan başlayıp, bir an önce içine girme hissi veren kalçalarına dek pürüzsüz bir yol çizmiştim. Göğsümün yükselip alçalan ritmine incelen boynunla eşlik ediyordun. Bana doğru gerisin geri bir adım attın. Usulca yaklaştım o yuvarlaklığa. Kalbim başka bir varlığa aitti o an. Sıradan bir şey değildi yaşadığımız. Sonsuzluğu çağrıştıran bir ritimle yükseliyorduk. Karnının düzlüğünü kavradığımda yaşadığımı, nefes aldığımı anladım. Çocukça bir sevinç, belli belirsiz. Bir rüya değil. Yolun ıssızlığını saniyelerle ölçebileceğim, başka hiçbir şeyin umrumda olmadığı.’
Hoş geldin. Gözlerindeki parıltı gerçekti. İçkinin payı yoktu bu ışıkta biliyordum. Seni çok özledim. Kısa bir an kalakaldım. Gitmeli miydim yoksa? Sandalye ile aramda bekleyen kediye takıldı gözüm. Gitmeye hiç niyeti yoktu onun. Ayaklarıma doğru kabaran tüyleriyle boynunu uzattı. Hayır, hiç vakti değildi sürtünmenin. Ayağımı sert bir şekilde yere vurdum, minik taşlar bir tarafa kaçıştı, kedi başka. Lütfen, otur! Aynı ses tonuyla konuşuyordu: Çok önemli, mutlaka mutlaka gelmelisin!
‘Toprak vücüduna temas ettiği an, belli belirsiz bir inilti duyuldu aralık dudaklarından. Sen ürperirken, burnunun kenerlarından, yanaklarına doğru genişleyen çillerini öptüm. Benek benek, pul pul. Gök, göl, otlar, balıklar. Sola meyleden her şey yön değiştiriyordu. Dünya ıslak bedenlerimizden ibarettti artık. Dünya bizdi.’
Seni çok özledim. Yavaşça oturdum sandalyeye. Her hareketimde sesler çıkaracağının sinyalini vermişti, kesintili gıcırtısıyla. Yan masada birkaç oğlan vardı. Ergenliklerini üzerlerinden atmamakta direnen. Hoş, bu loş mekanda buluşan genç bir kadın ve orta yaşlı bir adam görsem, ben de aynı şeyi hissederdim. Aldırma onlara, dedi. Güzelsin, tabii ki bakacaklar sana. Bu kez ‘kesin’ konuşacaktım, kararlıydım. Aramızdaki ilişkinin bittiğini anlamalıydı. Kadehimi doldururken titreyen ellerini izledim; karanlık, üzerlerindeki çizgileri saklayamıyordu. Uzun zaman oldu. Seninle pek karşılaşmıyoruz da artık. Geldiğin için teşekkür ederim. Bazen meşgul oluyorum, biliyorsun; fazla çalışıyorum. Diğer yandan tamamlamak zorunda olduğum birtakım projelerim var. Çok duygusuz konuşuyorsun; yapma böyle! İncindiğini biliyorum, daha fazla incinmek istemediğini. Şarabın, iç lütfen! Onu dinledim, bir yudum aldım şarabımdan. Bir yudum daha. Bir yudum. Daha. Hayat, anlaşılmayı bekleyemeyecek bir hızla değişiyor, biz bunu fark etmiyoruz çoğu zaman. Alışmak daha çok yoruyor tabii. Birden anlıyorsun ki… Uzanıp elimi tuttu. Duymak istemediği sözcüklerle baş etmenin bir yoluydu bu. Sus, demezdi. Dokunurdu. Seninle tanıştığımız günü hatırlıyor musun? Yüzüme unuttuğum bir şeyi ima eder gibi baktı, gülümsedi:
Yol kenarında ormanı seyreden genç bir kadın gördüm bugün. Bana seni hatırlattı!