Ali Pilli’nin görevden alınması hükümetin böylesine kritik bir dönemde içinde bulunduğu durumu sorgulatması bakımından önemli göstergelerden biri oldu.
Fakat siyasetin geleceği açısından esas sorgulanması gereken görevden alma kararının açıklanması üzerine halktan gelen tepkilerin boyutu olmalı.
Bir çok farklı kesimin büyümesine katkıda bulunduğu bu tepki dalgası doğrusu iyice abartılı bir noktaya geldi. Yetersiz bir bakan, başarısız bir yönetici olduğu gün gibi ortada olan birisinden devrimci bir halk kahramanı yaratıldı. Bu durumun siyasette başarıdan ne anladığımız sorusunu öne çıkarması gerekiyor.
Süreç boyunca bir çok uzman ve yorumcu ısrarla sağlık alanında yapılmayan işleri, eksiklikleri anlatmaya çalıştılar. Ancak siyasete olan güvensizlik içerisinde Pilli’nin toplumdaki algısı iyi yönde gelişmeye devam etti. Pilli halkın geniş bir kesimi tarafından samimi bulunuyor, tüm olumsuzluklara rağmen canla başla çalıştığı düşünülüyor ve esasında hiç de öyle olmamasına rağmen halk sağlığını ön planda tutan bir bakan olarak görülüyordu.
Ali Pilli’nin başarısız bir görev dönemi geçirdiğini anlayabilmek için içinde bulunduğumuz duruma dikkatlice bakmamız lazım. Salgınla tanıştığımız ilk günlerin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Halk sürecin başında işini gücünü bırakıp evlere kapanmak zorunda kaldı. Bu kapanma döneminin sağlık alanında yapılması gereken işler için başta sağlık bakanı olmak üzere devleti yönetenlere zaman kazandırması gerekiyordu. Ancak hiç de öyle olmadı ve biz yeniden kapanmak zorunda kaldık.
Peki sağlık altyapımız hala daha bu kadar yetersizken, hemşire ve doktor eksikliği tüm uyarılara rağmen halen devam etmekteyken, toplumun aşılanmasında yaşanan torpiller henüz bu kadar tazeyken buradan bir başarı öyküsü yaratmak nasıl mümkün olabilir?
İşte bu noktada karşımıza sihirli bir sözcük çıkıyor; samimiyet...
Hepimiz günlük yaşantımızda ve özel hayatımızda etrafımızda bize karşı dürüst, samimi insanların bulunmasını isteriz. Kendi çıkarları için bizimle ilişki kurmaya çalışan, yüzümüze gülüp de arkamızdan iş çeviren insanları biraz da sezgisel olarak fark eder, aramıza mesafe koymaya çalışır, uzak duramıyorsak en azından kendimizi onlara karşı korumaya çalışırız. İyi insan olduğunu düşündüklerimizi genelde “içi dışı bir” olarak tanımlarız.
Ancak kamusal nitelikte bir göreve sahip bir bakan açısından samimiyet denilen şey ne kadar geçerli olabilir? Daha doğrusu samimiyet bir politikacı için tek başına yeterli bir kriter olarak kabul edilebilir mi?
En temeldeki sorun şu; esasen bireylerin özel yaşamlarıyla ilgili kavramları kamusal rollere yansıtıyoruz. Bu da Ali Pilli vakasında olduğu gibi ilgili kamusal rolün gerçek işlevini göz ardı etmemize yol açıyor.
Siyasetten örnek vereceksek, bir yöneticinin yaptığı ya da yapamadığı işleri değil, hangi kişilik özelliklerine sahip olduğunu daha fazla önemsiyoruz. Bir siyasetçinin hangi politikaları uyguladığını değil neyi nasıl söylediğini ve o söylediklerinin duygularımıza, kendi iç dünyamıza hitap edip etmediğini dikkate alıyoruz.
Halkla ilişkiler çalışmaları politikaların önüne geçiyor, imaj gerçeklerden daha önemli hale geliyor. Samimiyet beceriksizliğin kılıfı, sempatiklik sorumluluktan kaçmanın aracı oluveriyor.
Ali Pilli vakası olayları algılayış biçimimizdeki bu çarpıklığı tüm çıplaklığıyla ortaya koymuş oldu. Bu durumun ilerleyen günlerde halk tarafından sorgulanıp sorgulanmayacağı ise şimdilik belirsiz.
Bunun için halkın başka türlü bir siyasetin mümkün olabileceğini görmesi gerekiyor. Burada da görev sanırım herkesten daha fazla muhalefete düşüyor.