Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana yaşananlarla ilgili olarak birçok şey yazılıp çizildi. Artık büyük oranda kendini tekrar eden cümleler kuruluyor.
“Müdahale değil irade” diyenler, demokrasi katline işaret edenler, tükenişin uyarı borusunu öttürenler, hemen hepsi bu kısır gündemin içerisinde kısıldığımızın birer nişanesi.
Bununla birlikte en genelde siyasi yozlaşma olarak niteleyebileceğimiz vakalar ise halk tarafından giderek daha yaygın bir kabullenmeyle karşılanıyor.
Hakim siyasi iklim yozlaşmanın kanıksanması sonucunu doğuruyor. Bu iklim gerçek anlamda üşütmüyor bile, gerçek şu ki, buz gibi bir soğuğa fazlasıyla alıştık.
Sanırım en kötüsü de bu; artık hiçbir şeye şaşırmamak, yaşananları kabullenmek, hepsine ve her şeye birer birer alışmak.
Bir de sürekli haklı çıkmakla övünenler var tabi. Seçimlerin ardından UBP kurultayında yaşananlara “biz söylemiştik, inkar ettiniz, başınıza geleni çekin şimdi” dediler. Azınlık hükümetinin kurulma sürecinde yaşananlar hakkında “ya ne olacaktı, ne beklerdiniz ki?” yorumunu getirdiler. Meclis başkanı seçememe garabeti karşısında “bu memleket zaten böyle” diye buyurdular.
“Ben söylemiştim” deme meraklıların en tehlikeli tarafı halkı normal olmayana alışmaya davet etmek.
Sonuçta alt yönetimiz ya, o zaman tabi ki şaşırmamalıyız olanlara. Demokratik süreçlerin bertaraf edilmesine alışmalıyız. İradenin deniz aşırı yerlerden belirlenmesini kabullenmeliyiz.
Bu öğrenilmiş çaresizlikten çıkış yolu var mı peki? Muhalefet halka olması gerekeni gösterebiliyor, başka türlü bir şeyler önerebiliyor mu?
Bir yanda salgın sinsice can almaya devam ederken, diğer yanda halkın büyük çoğunluğu geçim derdindeyken, siyasetin içerisinden başka birileri halka umudun kapısını gösterebiliyor mu?
Bu topraklarda gelecek gailesi taşıyan bir muhalefet tarzı üretebilmenin yolu bu soruları sormaktan geçiyor. Süratle ele alınması gereken, ötelenemeyecek sorunlara çareler üreten bir siyaset yürütebilmek için muhalefetin aynayı öncelikle kendisine tutması gerekiyor.
Gün be gün yaşanan siyasi krizlerden medet umarak, gün gele halkın kötünün iyisine oy vermesine bel bağlayabilirsiniz. Bu şekilde seçim başarısı elde ederek hükümet olabilmeniz de elbette mümkün.
Ancak verili koşullara sıkışıp kalan bir hükümet etme pratiği gerçekten iktidar olamadığınız anlamına gelir. Bu şekilde başka türlü bir siyaseti mümkün kılabilmeniz asla beklenemez.
Eğer muhalefet süratle bu gündelik siyasetin anaforundan kurtulamazsa, başımıza tüm bu yaşananlardan daha da kötüsü gelecek.
Gündemi takip eden değil, belirleyen bir mücadelenin yolu bulunamazsa eğer, hep birlikte tükenmişliğe esir olacağız.
Aydınlık bir gelecek oyunun kurallarını kökten değiştiren bir muhalif anlayışta saklı.
Aksi halde bugünkü muhalefet yarın hükümet olsa bile, yine de biz alışmanın o yok edici dehlizlerinde kaybolacağız.