Alternatif Yol !

Asım Akansoy

 

Ağırlıklı olarak siyasete yeni giren kesimlerin gündeme getirdiği, Kuzey Kıbrıs’taki yaşamın “normalleştirilmesi”nden benim anladığım şudur: KKTC’deki rejimin, Kıbrıslı Türklerin egemenliğinde yeniden inşa edilmesi. Bugün, vesayet rejimi olarak niteleyebileceğimiz düzeni, Türkiye devletinin etkin ve fiili varlığının kuzeydeki hayatın her alanında hegemonya kurarak yarattığı ortamı, dönüştürmek. 

Yani, demokrasiyi ete kemiğe büründürmek.

Kıbrıslı Türklerin, kendi kendilerini yönettikleri bir rejim kurmak. 

Bu hayali elbette bir günde gerçekleştirmek mümkün değil. Bu bir süreç. Ancak bu sürecin belli bir stratejiye dayanması ve yönetilmesi gerekiyor. 

Yönetilmeyen bir gidişatla, bizim toplum olarak, “normalleşme” adına herhangi bir yere varabilmemiz mümkün değil. Öyle bir durumda günü tekrar eder, tekerrürün girdabında kayboluruz. 

Daha açık yazacak olursam, (çözümsüzlük koşullarında ve izolasyonların varlığı altında) :

 

KKTC’nin dış güvenliğini kendi kapasitesi ile karşılayamayacağı açıktır. Dolayısıyla, bu yönde TC devleti ile Güvenlik alanında işbirliği anlaşması yapılması; elbette Anayasa’nın geçici 10. Maddesinin hemen değiştirilmesi; Polisin sivil otoriteye bağlanması ; 1974 savaş düzeninin en belirgin sonuçlarından olan, adadaki Türkiye askerinin, sembolik düzeye indirgenmesi ve tüm sivil alanlardan, ona tahsis edilecek alanlara çekilmesinin sağlanması; Sivil savunma, askere bağlı sivil işler gibi tüm militer-yarı militer unsurların sivil otoriteye bağlanması; TC Lefkoşa Elçiliğinin normalleştirilerek, yardım heyetinin uyguladığı “paralel hükümet” düzeninin hemen ortadan kaldırılması, ; TC-KKTC arasında, kuzey Kıbrıs’ta ekonomik konuların ele alınacağı, yatırım imkanlarının geliştirilip, alternatif çözüm yollarının üretileceği  yeni bir işbirliği modeli geliştirilmesi ; yine TC-KKTC arasında, daha bütünlüklü, ticaret, turizm ve kültürel ilişkiler üzerinde ciddi anlaşmalar yapılmalı ya da olanlar redakte edilmesi ve daha nice konular normalleşme bağlamında gündeme gelmeli.

 

Bu konular, hiç kimse için, hiç bir taraf için, bir çözümün “müzakere/pazarlık” unsuru haline dönüşmemeli. Bu erdemli duruşu Türkiye devleti gösterebilmelidir. Bunlar, Kıbrıslı Türklerin, adanın kuzeyinde, gerçekten “sürdürülebilir” bir düzen tesis etmesinin yegane yoludur. 

Müzakere konusu, bizim için, siyasi eşitliktir, ekonomidir, topraktır…

Ve eğer normal bir rejimden, ayakları üzerinde duran bir düzenden bahsedeceksek, bu ayaklar, bu adanın kuzeyinde yaşayan KKTC yurttaşları ve kayıtlı çalışanların tümü olacaktır. Olmalıdır. 

Bu bağlamda, demokratik, adil, vesayet ilişkilerini ortadan kaldıran, sivil bir düzen tesis etmek gerek ekonominin gelişmesini gerekse uluslararası alanda daha çok kabulü getirecektir. 

Şimdi;

BM parametreleri çerçevesindeki müzakere sürecine alternatif arayışlar mevcuttur. Türkiye’den yapılan resmi açıklamalar, buna biraz işaret ediyor. Oysa hepimiz çok iyi biliyoruz ki, eğer çözüm olacaksa, yine bu parametreler üzerinden olacaktır. Bu bir realitedir. Reel politik bunun üzerinden şekillenmektedir.

Ancak;

Neden, BM parametreleri çerçevesinde Federasyon masada dururken, karşılıklı kabul edilebilir, eşit ve adil bir Birleşik Federal Kıbrıs için bir yandan “mücadele” ederken, çağdaş, kendi kendine yetmek için çalışan, kendi kendisiyle ve Türkiye ile  barışık, gelişmiş bir KKTC yaratılmasın ?

Eğer tartıştığımız konu bağlamında akılcı yol aranıyorsa, tek “alternatif yol” bu olabilir, olmalıdır, diye düşünürüm. Yani çeşitli kanaat önderlerinin “normalleşme” olarak niteledikleri düzenin, yol haritası ile adım adım hayata geçmesi. Çözüm konusunda isteksiz, inançsız, kararsız kesimlerinin konuşması gereken konu biraz da bu değil mi? 

Elbette Türkiye devlet siyasetçisi ve bürokrasisinin buna ikna olması gerekir. Olur mu ? Çalışmak gerekir.

           Biz federasyon konusunda kararlı ve aktif mücadelemizi sürdürürken, bu kesimlerin sadece evi süpürmek değil, Kıbrıslı Türkler için çağdaş bir yaşam adına siyaset yapmaya katılması  gerekmez mi? 

* * *

Gerçekleri konuşmamak bizi yok ediyor. Gerçekleri konuşmadan siyaset yapmanın yarattığı sinizm* siyaseti bitirmek üzere… Siyasetin güven kaybetmesinin, toplumun siyasete küsmesinin, geri çekilmesinin, kendi yolunu çizmeye çalışmasının nedeni sinizmin yarattığı büyük sosyal tahribattır. Bu tahribat, en çok da dönüşümü isteyenleri vuruyor. Konuşmayalım, saklanalım, bekleyelim dönemleri çoktan bitti. (Artık başımızı kumdan çıkarıp buğunun dünyasında hak ettiğimiz yeri almamızın zamanı çoktan geldi.)

Değerli yazar Tanıl Bora, Cereyanlar adlı kitabında sinizmi şöyle tarif eder: “Gerçekliğe -kendi gerçekliğine de- eleştirel bir mesafeyle bakan ve onu kavrayan, fakat bu kavrayıştan çıkardığı sonucun icabını yapamayan, yapmaya muktedir olamayan, yapamamanın da mutsuzluğunu taşıyan bilincin ifadesi.”