Kara kabus denizden fışkıracak bu sefer... Çocukluğumuzda “stratejik önem” diye bir nedenden ötürü acı çeken Kıbrıs’ımızın hikayesini okuyup dururduk. Akdeniz’in ortasında, Orta Doğu’nun dibinde bir ada olmaktı küçük ülkemizin bahtsızlığı...
Son yıllarda pek çok Kıbrıslı gibi ben de görüşme masasındaki detaylara ilgimi yitirdim. Eskiden bir görev gibi takip ederdim. O zaman da sıkıcı gelirdi ama bilmekte yarar var diye bir bakardım. Petrol arama meseleleri gündeme gelince çevrecilerin tepkisini bekledim öncelikle ama “tıs” yoktu. Bu tatsız konuyu gazete sayfalarından şöyle bir okudum. İşin hukuksal ve konjektürel boyutlarıyla ilgili tartışmalara kulak kabartınca içimi sıkıntılar bastı.
Amaaan, ne halleri varsa görsünler, ben kendi işime bakayım, biraz şiir, biraz felsefe ile uğraşayım derken petrol krizi hayatımı işgal etmeye başladı. Öncelikle haftanın dört günü Kıbrıslı Rum öğrencilerle olduğum Kıbrıs Üniversitesi’ndeki derslerimde “ Savaş çıkacak mı?” sorusu gündeme oturdu. Ben sınıfa girer girmez korkulu gözler bu soruyu sorup durmaya başladı. “Yok canım, yok öyle bir şey “ dedim sadece. Ekonomik krizin yerini yeni gündemlere bırakması bilindik bir taktik diye düşündüm. Tam da zorda olan Hristofyas’ı kurtaracak bir durum bu...
Geçen gün, 24 Eylül’de 95 ülkeden şairlerle gerçekleşeceğimiz “Değişim için 100.000 şair” projesi için hazırlık yapıyorduk. Tam da, Fikret Demirağ’ın “ Kardeşim, barışı ne zaman yapacağız?” şiiri eşliğinde dans eden Dilara’yı izliyordum ki telefonum çaldı. Türkiye’den birileri güneye ait CYTA hattımdan arıyordu ve sınıra uzak olduğumuzdan dolayı hat kesildi. Arayan ısrarla çaldırmaya devam etti.” Size KKTCELL numaramı vereyim” diyorum, bağlantı kötü olduğu için işitmiyor. Ben arıyorum; bir TV kanalının bandı dönüp duruyor. Kimin aradığını bile bilmiyorum ki... “ Hay senin kuzeyini de, güneyini de, Kıbrıs sorununu da...” diye patladım sonunda. Neyse ki sonunda cep telefonuyla aramayı akıl etti ve numaraya geri döndüm. Haber bülteninde petrol krizi için yorum yapmamı istiyorlarmış. “Ben uzman değilim bu konuda... Tek anlatabileceğim Güney’deki atmosfer “ dedim. Bir saat sonra ki haberlerde bu konuda yorum yapmam için ısrar ettiler ve hayır diyemedim. Tam telefonu kapamıştım ki prova yaptığımız kültür merkezinde duruma kulak misafiri olan bir genç : “Petrol meselesi mi? Ben bu konuda doktora tezi yazıyorum. Size anlatayım “dedi. Hemen bilgisayarlar açıldı ve ayrıntılı haritalar üzerinde bir brifing izledim.
Televizyon bağlantısı, ardından Sanatçı ve Yazarlar Birliği toplantısı derken gecenin bir yarısı Kıbrıs’ın güneyindeki evime avdet ettim. Ve sürpriz! Geçen haftaki yazımı okuyanlar hatırlayacaktır yeni taşınan kapı komşumun bana yazdığı mektubu. Bu düşmanca mektuba bir cevap yazıp komşularımla her zaman iyi ilişkiler içinde olduğumu kendisiyle de aynı ilişkileri sürdürme dileğini taşıdığımı belirtmiştim. Kapımın altından atılan mektup şık bir zarf içindeydi bu sefer. Açar açmaz sonundaki rengarenk çiçek buketini gördüm. Mektup, çok incelikli bir dille yazılmıştı. Kendisine yazdığım cevabın kalbini ısıttığını, geçmişte yazdıklarının bir yanlış anlama olduğunu ve bu konuyu kapatıp benimle iyi bir komşuluk ilişkisi kurmak istediğini yazıyordu. Hatta tiropitta pişirdiği için beni o akşam çaya davet ediyordu. Eve geç geldiğim için çay davetine gitmem mümkün değildi. Bana yazdığı telefon numarasına bir SMS çekip durumu anlattım ve “Her zaman kapım açık” cevabını aldım. Barış hiç de zor bir şey değilmiş!
İlk mektubundan dindar ve milliyetçi olduğunu anladığım komşumun kalbi bir mektupla yumuşayıp bana barış elini uzatırken petrol ve parayla başı dönenler içimize savaş korkusu salıyorlar.
Petrol konusunda bana brifing veren genç arkadaşım “Savaş çıkmaz” demiş ve meselenin karmaşık boyutlarını, çıkar hesaplarını anlatmıştı. Savaş çıkmayacağına ikna oludum da bundan barış da çıkmayacağı ilgilendiriyor en çok beni.
Yeni bir döneme girdiğimiz kesin. Amerika Irak’ı işgal ettiğinde ortalıkta bir espiri dolanıyordu.” Irak üçe bölündü Kurşunlu , kurşunsuz ve normal “diye. Küçücük adayı ikiye böldükleri yetmedi şimdi de denizleri bölmeye çalışıyorlar. Biz yine de sokaklarda şiir okuyup Fikret Demirağ’ın bize bıraktığı soruları sormaya devam edebiliriz.
“ne zaman anlayacağız yaşamın saygıya değer olduğunu,
insanın ve şarkısının,
bir otu, bir yapraği bile ezip örselemeden sevip
koklamayı, ne zaman,
uğultulu zaman kovanı önünde ürpermeyi ve doğru
algılamayı onu,
acıları gündemden ne zaman düşeceğiz, insanla yaşıt o
çıkar duygusunu”