Tarih öğretiminde olaylar, “Ben oradaydım” başlığıyla görgü tanıklarının ağzından da anlatılır. Bu yöntem sosyal tarihin anlatımında sıklıkla kullanılır. Resmi tarih söyleminin dışında bir duruşu vardır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın 19 Temmuz 2011’de ülkemizi ziyaret etmişti.
Hamitköy çemberine getirilen bir kalabalık vardı. Bir de Küçükkaymaklı istikametinden gelen yolda özelleştirme politikalarını protesto eden sivil toplum örgüt temsilcileri vardı. Eylemcilerin çembere gelmesi polis tarafından engellendi. Olaylar çıktı. Basının görüntü alamasını engellemek amacıyla polis otobüsleriyle yol perdelendi. Gerçi Türkiye’den gelen basınının da görüntü almak gibi bir niyeti de yoktu ! Olayların olduğu esnada Erdoğan, Hamitköy çemberinde durup kendisini alkışlayanları selamladı. Akşam, Türkiye televizyonları “Kıbrıs’ta halk Erdoğan’ı sevgiyle karşıladı.” haberlerine yer verdi.
Resmi haberlerin dışında gerçek böyle değildi.
O günlerde buna çok şaşırmıştım.
Çünkü kısa bir süre önce aynı hükümet gerçek haberle kurgulanmış haberi ayırt edilebilmesi için okullara “Medya Okur Yazarlığı” dersini koymuştu.
Okullarına böyle bir ders koyan hükümetten böyel bir uygulama beklenmezdi.
Niyetle eylem uyumlu değildi.
***
Türkiye’de Gezi Parkı direniş olayları bir türlü dinmiyor.
Toplum iki kutba doğru bölündü - bölünüyor. Farklılıklar daha kalın çizgilerle belirginleştirilip, ayrıştırılıyor. Gerginlik artıyor, tolerans azalıyor...
Bir yarı “Bu yola kefen giyip de çıktık.”
Öteki yarı “Öl de ölelim, vur de vuralım.”
Hangi yola çıktın?
Kimi vuruyorsun?
Biri dini, öteki askeri “itaat kültürünün” söylemi.
Sağduyu izne gönderildi; söyleneni yapacaksın !..
Gerginliklerde kitleler sloganist sözcüklerden, simgelerden... her zamankinden daha çok ve farklı etkilenmektedir.
Gerginlikler arttıkça ‘öteki olan’ tehtide dönüşmekte; itaat etme, güvenli büyük şemsiyenin altına girme, saldırganlık eğilimleri artmaktadır.
Bu, kitleleri etkilemede, yönlendirmede, geçişlerde kullanılan demokratik olmayan bir yoldur.
***
Toplumları etkilemenin bir başka yolu daha vardır:
Polis, ekonomi ve medya gücünü siyasi ideolojinin kontrolu altına alarak üst yönetim baskı aracına dünüştürmek ve bu amaçla kullanmaktır.
Bu da demokratik değildir.
Gösteri yapanları polis gücüyle döve döve dağıtırsan, katılımcıları ekonomik yönden tehdit edersen, medyayı paranın gücüyle susturursan... İşte böyle olur! Türkiye il il yanarken, televizyon ekranlarında penguenleri görürsünüz.
Gezi Parkı direnişi söz konusu güçlerin nasıl ideolojik kontrol ve baskı aygıtına dönüştürüldüğünü gözler önüne sermektedir. Batı ve uzak doğu ülkeleri basının sessizliğini hayretle izledi. Basının susması, baskının kanıtına dönüştü.
Kurgulanmış haberler, olaylar ekrana yansıyor.
Ne kadar kurgularsanız kurgulayın halk “Ben oradaydım” diyerek Taksim’de, Kızılay’da... farklı bir ‘sosyal gerçekliğin’ tanıklığını yaşıyor.
***
Asıl sorulması gereken soru “Türkiye’de polis, ekonomi, medya gücü üst ideolojik kontrol ve baskı aygıtına dönüştürülerek hangi amaçla kulanılmak istenmektedir?”
Gerginlik artırılarak nereye varılmak istenmektedir?
Olaylar yatıştırılabilirken, neden tansiyonu artırıcı açıklamalar yapılmaya devam ediliyor?
Amaç nedir? Sandık her şeyi yaptırmaya muktedir midir?!