Gerek son günlerde konuştuğumuz spor ambargosunun, gerekse de ticaret, turizm, eğitim, kültür vb. ekonomik ve kültürel ambargoların asıl nedeni ayrılıkçı politikalardır.
Kıbrıs Türklerin 1974 sonrası ilk örgütlenmeleri daha savaşın acıları sürerken, daha güneyden kuzeye göç devam ederken 13 Şubat 1975’te kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti idi.
1983 yılına kadar bu örgütlenme devam etti. Bu dönemde Kıbrıslı Rumların uyguladığı doğrudan ulaşım ambargosu hariç, ne ticari, ne sportif, ne de başka ambargolar etkili olmadı. Kıbrıslı Türkler hem ürettikleri malları pazarlayabiliyor, hem de çeşitli spor etkinliklerine katılabiliyordu.
15 Kasım 1983’te KKTC ilan edildi. İşte ne olduysa bu tarihten sonra oldu. Önce spor ambargosu geldi. Kıbrıs Türk takımları, Türkiye takımlarıyla maç yapamaz oldu.
Ardından ihraç mallarının kasalarına vurulan KKTC mühürü nedeniyle Rumlar mahkemeye başvurdu. Yıllar süren bu davada Kıbrıs Türk tarafı savunma bile yapmadı ve nihayet 1994 yılında dava kaybedildi. Bu karardan sonra Avrupa, Kıbrıs Türk mallarına gümrük uygulamaya başladı.
Bu durum ihracatımızda o güne kadar çok önemli bir yer tutan konfeksiyon fabrikalarının kapılarına kilit vurulmasını sağladı. Narenciyenin de dalında kalmasını ve çürümesini sağladı.
Bu dönemde hem ekonomik yıkım, hem de kullandığımız Türk Lirasının büyük değer kaybı nedeniyle Kıbrıs Türk ekonomisi ciddi bir çöküş yaşadı.
2004 Annan planı sürecinde yaşadığımız ekonomik gelişmenin ana nedeni de ülkede esen barış rüzgarları değil miydi?
Kıbrıslı Türklerin % 65 ile evet dediği BM çözüm planı malesef Rum tarafının % 76’lık hayır oyuyla gerçekleşemedi.
Bunun bedelini de yine biz Kıbrıslı Türkler ödedik, ödemeye de devam ediyoruz.
Bütün bu süreçte gördüğümüz Kıbrıslı Türklerin çözüm yönünde adım attığı dönemlerde, Rumların bütün engellemelerine rağmen kuzey Kıbrıs ekonomisi belli bir kımıldama yaşıyor.
Tersine çözüm politikalarından uzaklaştığımız zaman da ekonomimiz çöküş dönemine giriyor.
Şimdi yaşadığımız yıkımın nedeni de yine ayrılıkçı politikalardır. Elbette TL kullanımından kaynaklanan enflasyon ithalinin etkisini küçümsemiyorum. Ama asıl üzerinde durmak istediğim konu ayrılıkçı politikaların yerine çözüm yanlısı politikaları koymamız gerektiğidir.
Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla BM çerçevesinde yıllardır süren müzakereler 2017’de Crans Montana’da çökmüştü. Bu tarihten sonra taraflar arasında ciddi hiç bir görüşme olmadı.
Üstelik Türkiye ve KKTC yönetimleri bu tarihten sonra “egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözüm” diyerek BM çerçevesinin dışına çıktı. Bununla da kalmadı BM yetkililerine ve Rum tarafına “müzakere istiyorsanız önce KKTC’yi tanıyacaksınız” dedi.
Bu, ayrılıkçı politikanın doruğa çıktığı ve artık gerçek niyetleri gizlemeye gerek görmedikleri yeni politika idi.
Rum tarafının son dönemde tarafımıza yaptığı yeni Güven artırıcı önlemleri de bu ayrılıkçı politika nedeniyle görüşmeden reddettiler. Halbuki müzakere etseler ve Maraş karşılığı, Ercan Havaalanı ile Mağusa limanının dünyaya açılmasını müzakere etmeyi kabul etseydik belki masaya spor ambargolarının kaldırılmasını da görüşebilirdik.
Rum tarafının dünyada kabul gören en önemli politikası “Kıbrıslı Türkler ortak devletimizi bölerek bu küçücük adada 2 ayrı devlet kurmak istiyorlar” yönündeki politikadır.
Bizdeki ve Türkiye’deki ayrılıkçıların yaptığı da Rum tarafının bu politika değirmenine su taşımaktan başka bir şey değil.
Kıbrıs Türkünün bu politikalara karnı toktur. Bununla bir yere gidemeyeceğini, dünyanın anladığı dilden konuşmadığımız ve ayrılıkçılığı öne çıkardığımız dönemlerde yalnızlığa mahkum olduğumuzu biliyor.
Bizim tek çıkış yolumuz Türkiye olduğu sürece toplum olarak varlığımızı sürdürme olanağımızın kalmayacağını da gayet net biçimde biliyoruz.
Unutmayalım bundan kurtulamazsak, yok olmaktan da kurtulamayacağız.