Fehime ALASYA
Müteahhitler Birliği’nin organize ettiği büyük iş araçlarıyla Türkiye’deki enkaz çalışmalarına yardıma giden gönüllüler arasında olan ve tır şoförlüğü yapan Barış Can, 7 gün bulunduğu Antakya’da yaşadıklarını anlattı.
Gece geç saatlerde Antakya’ya vardıklarını dile getiren Can, “Gün doğduğunda enkazın boyutunu çok daha net gördük. Binlerce makine, binlerce iş aracı ve yardım vardı ama tümü de yetersizdi. Yaşananların boyutu tahminimizden çok daha öteydi… Koordine eksikliği vardı.” dedi.
Büyük iş araçlarını taşıyan tırın şoförlüğünü yapan Can, ülkede ‘işini-gücünü bırakıp’ yardım ekibiyle Türkiye’ye giden birçok gönüllünün olduğunu anlattı, “Bu durum beni çok etkiledi, çünkü hiçbiri maaşlı personel değildi, hepsi işini bırakıp gitti” şeklinde konuştu.
“Ambulansların haddi hesabı yoktu”
Şirketlerin, gönüllülerin, herkesin yardım için büyük bir dayanışma içinde bulunduğunu anlatan Can, önce İskenderun Limanı, akabinde Antakya’ya gittiklerini anlattı.
Can, şöyle devam etti:
“Liman’a gitmeden önce dumanları görüyorduk, yaklaştıkça felaketle yüz yüze kalıyorduk. Liman bile patlamıştı, tam bir can pazarı vardı. Limana inince yeniden organize olduk, Güvenlik Kuvvetleri’nden birileri bizi yönlendiriyordu. Normal şartlarda İskenderun’dan Antakya’ya 1-2 saatte gidilecek olan yolu biz 12- 13 saatte gidebilmiştik. Çok trafik vardı. Ambulansların haddi hesabı yoktu. Siren sesleri hiç susmuyordu. Akabinde dönerken siren sesleri susmuştu, bu kez de cenaze araçları yolları doldurmuştu. Ambulanslar yerlerini cenaze arabalarına bırakmıştı.”
“Can güvenliğimiz yoktu, koruma altına alınmıştık…”
Gerek yolda, gerekse konvoyla şehre giderken can ve mal güvenliklerinin olmadığını da anlatan Can, bu durumun çalışmalarını da olumsuz etkilediğini belirtti.
Bu konuda yaşadıklarını anlatan Can, şöyle devam etti:
“Araç konvoyu bölünerek bizi başka istikamete çekmeye çalıştılar, dinlemedik, çalışma yaparken gelip enkazı yağmalamak isteyenler, burası bizim iş yerimizdi zaten diyerek oradan çıkan eşyaları almak isteyenler oluyordu. Kamp alanımızı Antakya’da kurduk, iş makinelerini indirdik, hemen işe koyulduk. 7 gün orada çalıştık, bazı ekipler 8 gün kaldı. Yıkılmayan ve yan yatan binalar vardı.
Gün doğduğunda enkazın boyutunu çok daha net gördük. Binlerce makine, binlerce iş aracı ve yardım vardı ama tümü de yetersizdi. Yaşananların boyutu tahminimizden çok daha öteydi… Koordine eksikliği vardı.”
“Bazı aileler iş aracıyla enkaz üzerine çıkılmasına izin vermiyordu çünkü hep bir umutları vardı…” Günler geçmesine rağmen, çalışma yapılmayan çok sayıda bina olduğunu gözlemleyen Can, “Bazı aileler iş aracıyla enkaz üzerine çıkılmasına izin vermiyordu çünkü hep bir umutları vardı…” dedi.
Can, o günleri şöyle anlattı:
“Kıbrıs ekibi keşke ilk günden gelseydi dediler, giderken bize çok teşekkür ettiler, çok gurur vericiydi. Büyük iş makinelerimiz sürekli çalışıyordu. Arama kurtarma çalışmalarına destek veriyorduk. İnsanların vücut bütünlüğünü korumak için yine de çok özenli çalışıyorduk. Bazı aileler bize daha da yavaş çalışmamız için sürekli telkinlerde bulunuyordu. Çalışmalarımız bazen bu nedenle aksıyordu ve can güvenliğimiz de tehlikeye giriyordu. Bazı yerlerde kepçe operatörünün enkazdaki bedenlerin bütünlüğünü bozduğu için vurularak öldürüldüğü söyleniyordu. Aileler bize tepki gösteriyordu, hiçbir şey söylemiyorduk, acıları çok büyüktü ama korkuyorduk… Jandarma, polis, birçok kişi bizi korumak için etrafımızda nöbet tutuyordu. Bazı binalar değerli eşyalar olduğu için silahlarla korunuyordu, ortam cephanelik gibiydi, savaş alanı gibi…
Bazı aileler iş aracıyla enkaz üzerine çıkılmasına izin vermiyordu çünkü hep bir umutları vardı… Fakat hiç yaşam belirtisi yoktu, ses yoktu ve bizlere iş araçlarıyla daha derinlemesine çalışma yapmamız söyleniyordu. ‘Neden bizim binamızda çalışma yapmıyorsunuz’ diye bize kızıyorlardı. Tüm bu ikilemler çok can yakıcıydı. Çalışma yapılmayan çok sayıda bina vardı, herkes haklıydı.”
“Önceleri ses duyuyorduk, sonra sessizlik oluyordu, bu bizi kahrediyordu”
Can, nüfusun çoğunun yaşamını yitirdiğini, hayatta kalanların ise önce yakınlarını defnettiğini, akabinde şehirden ayrıldığını anlattı.
Kimi apartmanlarda yapılan çalışmaların tekrar tekrar, özveri ile yapıldığını ifade eden Can, “Biz ilk gün gittiğimizde duyulan seslere müdahale ediyorduk ama sonradan bu sesler susuyordu, bu bizi kahrediyordu.” dedi.
Omzuna konan depremzede kuşla Antakya’dan Taşkent’e…
Mahalle aralarında ilk gün yaptıkları keşifte omzuna bir kuş konduğunu belirten Can, “Beni hiç bırakmadı, uçurdum yine bana geldi, en son tırın kapısını açtım, benden önce bindi, ben de alıp buraya geldim. Taşkent’teki evimde ailemizin parçası oldu. Herhalde evcil bir kuştu…” ifadelerini kullandı.