Ameliyat başarılı olabilir ama hasta ölüyor

“Dünyada siyasetin gündemi ekonomi, bizde ekonominin gündemi siyaset"

'Ameliyat başarılı olabilir ama hasta ölüyor'



Dilek ÖNCÜL,


DAÜ Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Kâmil Sertoğlu ile geçtiğimiz günlerde açıklanan Rekabet Edebilirlik Raporu’nu konuştuk. Sertoğlu, bu raporun o ülkede yaşayan insanların hayat kalitesini, ülkenin refah düzeyini ölçmeye çalışan bir rapor olmadığının altını çiziyor. Öyle olsaydı milli geliri 50 bin dolar olan Kuveyt 37’nci sırada olmazdı diyor Sertoğlu ve rekabet edebilirliğin gerekliliklerine dikkat çekiyor.
Yenidüzen: Dünya ekonomisindeki son gelişmeleri ve yaşanan sıkıntıları kısaca değerlendirebilir misiniz...
Yrd. Doç. Dr. Kâmil Sertoğlu: Dünya ekonomisinde 2007 yılından beri yaşanmakta olan küresel kriz her geçen yıl etkisini artırmaya devam ediyor. 2012 yılı başında 2012 rekabet raporunu sunarken hem dünya hem de ülke ekonomisi için sıkıntıların artmaya devam edeceğini çünkü uygulanan reçetelerin ekonomiyi canlandırma yerine kamu borcunu çevirme amaçlı olduğunu belirtmiştim. Dolayısıyla acı reçeteler kamu borç stoğunu azaltırken diğer taraftan sosyal devlet olgusundan ve halkın alım gücü üzerinden bunu yapmaya çalıştıkları için uygulanan ‘borç azaltma reçetesi’ başarılı olsa da ekonomi daha da kötüye gidebilir, yani kısaca ameliyat başarılı geçip hastanın ameliyat masasından kalkamama riski var demiştik. 2013 yılı için de öngörülerim farklı değil, bunu sadece ben değil zaten ilgili kuruluşlar da belirtiyor. IMF 2018 yılından önce ekonomik toparlanma beklenmemesi gerektiğini açıkladı. AB kurumları AB ekonomisi için 2013’te negatif büyüme bekliyorlar, Türkiye’de ve Almanya gibi Türkiye için önemli ülkelerde büyüme sıfıra yaklaşmış durumda. Dolayısıyla 2013’ün 2012’yi aratacağı aşikar.
Yenidüzen: Rekabet Edebilirlik Raporu neyi anlatıyor?
Sertoğlu: Bu rapor, Dünya Ekonomik Formu’nun yıllardan beri dünyadaki bütün ülkelere uygulattığı; ülkelerin her yıl düzenli olarak yaptığı, ekonominin rekabet gücünü, sürdürülebilirliğini, üretim kapasitesini yani kabaca resmini çeken bir rapordur. 5 yıldan beri, bu rapor, Dünya Ekonomik Formu’nun izni ve kullanılan ayni yöntemle Kuzey Kıbrıs’ta da yapılıyor. 
“Rapor ülkenin refah düzeyini ölçmüyor”
YD: Rapor bazı çevrelerden özellikle hükümetin mali kanadından tepki gördü. Bunun nedeni ne?
Sertoğlu: Bu rapora gelen en önemli eleştiri, kamu oyu ile paylaşıldığı zaman kafa karışıklığına neden olan en önemli yanı şu: “Biz Dünya’daki 144 ülke içinde niye bu kadar düşük bir sıradayız? 123’üncü sıradayız. Bizim üstümüzde Etiyopya, Tanzanya, Bangladeş var. Bu ülkelerde ülkenin bazı bölgelerinde elektrik bile yok. O zaman nasıl bizim üstümüzde yer alırlar?..” Bizim anlatmaya çalıştığımız, bu raporun o ülkede yaşayan insanların hayat kalitesini, ülkenin refah düzeyini ölçmeye çalışan bir rapor olmadığıdır. Bu rapor; bir ülke ekonomisinin ne kadar kendi ayakları üzerinde durabildiği, ne kadar dış yardıma muhtaç olduğu,  ne kadar üretim yapabildiği, ekonomisinde ne kadar katma değer yaratabildiği, piyasasının sığlığını, dünya pazarlarına erişim kapasitesini ve bunları sürdürülebilir bir şekilde yapıp yapamadığını gösteren bir rapordur. Burada önemli olan harcanan kaynaklara karşın ekonomideki üretim düzeyi; ki bizde de ana sıkıntı üretimimizin düşük olması. Zaten işgücünün çok önemli bir kısmının kamuda ‘gizli işsiz’ yani üretime anlamlı katkı yapmadan çalıştığı bir ekonomide de farklı bir şey beklemek hayal olur...
YD: Bu rapor neye göre hesaplanıyor?
Sertoğlu: Raporun hesaplanmasında kullanılan Dünya Ekonomik Formu’nun belirlediği yöntemde iki tane temel alan var. Birincisi; bizim kullandığımız yüzden fazla sosyo-ekonomik gösterge. Kişi başı düşen geniş bant internet ağından tutun da ilkokula kayıt oranına kadar pek çok gösterge var. İkincisi; iş adamlarıyla, ekonominin durumu, gidişatı, sıkıntıları, hissettikleri, algılamaları, beklentileri ile ilgili bir anket yapılıyor. Anketlerden gelen sonuçlar ve sosyo-ekonomik göstergeler harmanlanıp bir ülke puanı çıkarılıyor.
“Ekonominin katma değer yaratma kapasitesi düşük”
YD: Sıkıntı nerde?
Sertoğlu: Kullanılan 2011 göstergelerin özellikle makro ekonomik kısmıyla  ilgili sıkıntı olduğunu görüyoruz. Enflasyonda 2011 yılında bir bozulma var. Ulusal tasarruf oranı tasarruflarının milli gelire oranında bir azalma var. Bu ekonomik gelir kazanımında da bir kötü gidişin göstergesi. Kamunun borç stokunun milli gelire oranında bir artış var. Türkiye’den gelen para, cari bütçeye yaptığı kaynaklarda bir azalma var. Ancak, açığı gidermek için kamu, iç borçlanmaya yükleniyor. Bunların sonucunda da toplam kamu borç stokumuzda bir artış var, %140’lara çıkmış durumda. Şimdi bu kadar konjektürel sıkıntıya bir de bizdeki klasik sığ piyasa, düşük katma değer yaratma vs. gibi unsurlar da ekleniyor. Sonuç ortada: Ekonominin katma değer yaratma kapasitesi düşük... Ayrıca kendi kendine yeterli olmayan bir ekonomik yapı var. Bugün bütçenin %30’u TC kaynakları ile  finanse ediliyor. Ülkede  kişi başı gelir 14 bin dolar ama bu bizim üreterek kazandığımız bir 14 bin değil dışarıdan gelen kaynaklarla elde ettiğimiz bir 14 bin. Bu da şu demek; kendiniz üretiyorsanız rekabet gücünüz yüksektir, dışarıdan geliyorsa siz sürdürülebilir değilsiniz.
YD: Kıbrıslı Türk ve Rum İş insanlarının birlikte hareket edip ortak iş kurmaları Dünya ile rekabet edebilme konusunda daha başarılı olmamızı getirir mi?
Sertoğlu: Unutulmaması gerekir ki bizim pek çok noktada Dünya rekabetinde sıkıntı yaşayacağımız kesin. Ambargolar kalktığı zaman dahi kimse zannetmesin burada telefon veya ipadlara deri kılıf üretilecek. Bizim sınırlı rekabet alanlarımız var; örneğin hizmet sektörü ve tarım sektörü. Dolayısı bazı alanlarda çok ciddi fırsatlar olabilir. Birbirini bütünleyen üretim zincirleri olabilir. Biri ürünü üretir, diğeri paketlemesini yapar, pazarlamasını yapar. Ama tüm bunların ötesinde Kıbrıs sorununun çözümü çok daha potansiyelimizi ve yeni fırsatları ortaya çıkarabilecek bir unsurdur. Önemli olan da bugünden ekonomiyi ve rekabet gücümüzü artırarak anlaşmaya hazır olabilmektir. Aksi takdirde Rum iş dünyasında ortaktan çok ucuz işgücü olabiliriz. Aynen 1960’larda olduğu gibi. 
/////

Organik tarım?
YD: Bu noktada raporda belirtildiği üzere organik tarıma ve suya gelelim. Organik tarımı başarırsak rekabet gücümüz de artacak herhalde?
Sertoğlu: Bize temiz bir su geliyor veya onu umut ediyoruz, inandık. Başbakan açıklamalarında hep şunu vurguluyor; “tarımda 90 bin hektar ekilen alanımız var, su ile birlikte 60 bin hektarı daha sulayabileceğiz”. Bizim sorduğumuz soru aslında çok basit: Biz bu 60 bini, 90 binini kullandığımız gibi mi kullanacağız? Aynı sektörler, aynı ürünler mi olacak? Tarımda pek çok sıkıntı var. Ölçek sorunu var. Örneğin hayvancılıkta ortalama işletme büyüklüğü bizde 50 inek, Hollanda’da beş bin inek. Dolayısıyla onun bir litre sütü mal ettiği fiyatla, bizimki aynı değil. Bir başka sıkıntı, girdilerimizin yüksekliği; işçilik, su, gübre, elektrik. Örneğin zeytinyağında bir litre zeytin yağını üretme maliyetimiz yüksek. Mısır, litresi birkaç dolara satıyor zeytinyağını. Dünya ticaretine entegre olduğumuzda malların serbest gidebileceği gibi mallar serbest de gelebilecektir bize. Entegre olduğumuzda nasıl para kazanacağız zeytin yağından? Demek ki katma değeri yüksek bir zeytin yağı üretmek zorundayız. Nedir o pahalı zeytin yağı; örneğin organik zeytin yağı. Bu tüm ürünlerde öyle; nar, bal, kaşar peyniri... Bizim bu maliyetlerle ve Tarım sektörünün bu yapısı ile rekabet edebilmemiz için doğru ve yeni alanlara yönelmemiz lazım. Yoksa klasik ürünleri üretmeye devam edersek ihracat potansiyelimiz fazla yüksek değil. Hellim bizim için niş bir üründür, her zaman potansiyelimiz var ama hellim dışındaki alanlarda örneğin meyve suyudur, zeytinyağıdır şansımız sınırlı. Dolayısı ile biz bu yüksek maliyetlerle yüksek fiyatlı katma değeri yüksek niş ürünlere yönelmek zorundayız. Zaten bazı ürünlerde organik üretebilmek için de iklimimiz uygun. 1600’lerde, gemiler dolusu nar Mağusa limanından diğer ülkelere gitmekteydi. Tabii bir de bio-enerji üretimi karlı ve para kazanabileceğimiz bir alan olabilir organik ürünler yanında.
YD: Son olarak eklemek istediğiniz?
Sertoğlu: Dünyada çoğu ülkede olduğu gibi KKTC’de de bütçe bir borç batağındadır. Troykaların dayattığı veya Dünya’daki diğer ülkelerde uygulanan reçeteler ekonomiyi canlandırıcı, refahı artırıcı reçeteler değil, kamunun borcunu döndürücü, harcamalarını kısıcı, sosyal devletin unsurlarını azaltıcı acı reçetelerdir. Bu reçetelerin riski var. Reçetenin sonunda ameliyat başarılı olabilir yani kamunun bütçesi düze çıkabilir ama hasta masada kalabilir. Ekonomi çok daha ciddi sıkıntılara girebilir çünkü reçeteler acıtıcı olduğu için ekonomi dönüp bu sefer iç piyasa üzerinden vurmaya başlıyor. Zaten ihracat sıkıntıda, dünya ekonomisi krizde olduğu için, iç tüketim de oturduğu zaman ekonomi katmerli bir şekilde daralmaya başlıyor. Ancak bu raporun takıldığı noktalardan en önemlisi de yaşanan krizlere ve sıkıntılara karşı tüm dünyada siyasiler kriziden çabuk çıkmayı sağlayacak veya krizin etkilerini azaltacak ekonomik tedbirleri tartışırken bizde ekonominin siyasetin tutsağı olmaktan çıkamamasıdır. Siyasi girdapta bir KKTC ekonomisi görmekteyiz. İşin kötüsü bunun kısa vadede de gerek Lefkoşa Belediye seçimleri, akabinde genel seçimler vs. nedeniyle de bu girdaptan çıkamayacağımızdır. Sisteme olan güven azalıyor. Belki de bir sonraki seçimlerde en büyük parti oy vermeye gitmeyenler partisi olacak.
////

“Ya battık ya uçtuk”
YD: Durum iş dünyasına nasıl yansıyor?
Sertoğlu: Göstergeler kötü de iş dünyası ekonomiye farklı mı bakıyor, morali, beklentileri iyi mi, yeni yatırım yapıyor mu, teknolojiye yatırım yapıyor mu, alt yapının geliştiğine inanıyor  mu? 100’den fazla iş adamına 12 başlık altında pek çok alanda soru soruluyor. İş adamı alt yapı kalitesini çok kötü buluyor. Bu herhalde Adalı olmanın getirdiği bir psikoloji; ya battık ya uçtuk-çıktık. Yani ikisi ortası da olabileceğini bir türlü düşünemiyoruz. Bir de iş dünyasında şöyle bir yanılgı var. Mukayese, Annan Planı dönemindeki patlamayla yapılıyor. Benim 8 sene önce ayda altı konteyner malım gelirdi şimdi ayda bir konteyner gelmez diyorlar. Ama işte ekonominin o günkü durumu da gerçek durum değildi, şimdiki durum da gerçek değil. Gelelim  esas soruya; niye iş adamları bu kadar kötümser. Algılamaların kötü olmasının nedenini sorguladığımızda siyasetin içinde bulunduğu çıkmazın onları bu karamsarlığa ittiğini görüyoruz. Ankette iş adamlarına soruyoruz günlük iş dünyasında karşılaştığınız en problemli sektörler nelerdir diye. Normal bir ortamda, vergiler yüksektir, piyasa oturmuştur, zora düştüm banka zorluyor-kredi açmıyor, alacağını tahsil edemiyorum diye yanıtlamalarını beklerdik. Ancak, bakıyoruz bu bahsettiğim, en üst sırada olması gereken problemler, bizim iş dünyamızda en üst sıralarda değil. İş adamları en büyük sıkıntı olarak birinci sıraya politikanın istikrarsızlığını koyuyor. Yani sektör bazında bir strateji politika yok. Tüm tarafların kabul ettiği hazırlanan ve kamunun kaynaklarını bu strateji doğrultusunda kullandığı, geliştirilmiş tutarlı politikalar yok. İkinci sırada verimsiz devlet bürokrasisi var. Bu yıl ankette geçtiğimiz yıllara göre yükselip ikinci sıraya çıkmış önemli bir nokta. Zaten çoğu iş için bakana ulaşılıyordu veya birilerine telefon açıp işlemler hızlandırılıyordu ama artık rutin, torpil istemeyen örneğin basit izin yenilemesi gibi sıradan işlerin bile kamuda takılmaya başladığını belirtiyorlar ankette. En ufak bir iş için bile araya birilerini sokmak zorunda kalıyoruz bu da vakit kaybı, enerji kaybı diyor iş adamları. Üçüncü sıraya baktığımızda hükümet istikrarsızlığını görüyoruz. İktidar partisi değişmese bile hükümetin bir değişme riski var. Erken seçim riski var siyasetimizde. Bu gibi siyasi risk unsurları genelde de vardı, ancak bu dönem artmıştır. İç siyasi çekişmelere bağlı olarak bakanlar ve bürokratik ekibin üst düzey yöneticilerin değişme riski var. Bu üç konu dışında finansmana erişim, yetersiz alt yapı da şikayet noktası. Şimdi alt yapı noktasında bu kadar altyapı yatırımı (örneğin çift yol) yapıldı, niye alt yapıyı sıkıntılı görüyorlar diye anket sonuçlarını sorguladığımız zaman iş dünyası “benim öncelikli derdim Karpaz’daki beş şerit yol değil sanayideki yol dedi. Su basma riski olmayan bir sanayi bölgesi” dedi.

////

“Tutarlı politikalar geliştirilmeli”
YD: Geçen yıla bakıldığında sıralamamızda fazla bir fark yok. Sıralamada yükselmek nasıl mümkün olur?
Sertoğlu: Örneğin, kayıt dışı ekonomi ile sözde değil özde mücadele edip bütçeniz kendi kendine yeterli olursa rekabet gücünüz artar. Bir-iki ülke örneği vereyim size. Yunanistan 96. sırada. Daha geçtiğimiz yıllarda 40’larda 50’lerdeydi. Avrupa Birliği’nde bir ülke. Niye bu kadar kötü duruma geldi çünkü ekonominin çarkları dönmüyor. Ekonomi dış finansmana muhtaç bir hale gelmiş. Bu da sizin rekabet gücünüzü aşağı çeken bir unsur. Kuveyt’de kişi başı gelir 50 bin dolar. Kuveyt’in ilk sıralarda çıkması lazım ama 37’inci sırada. Dediğim gibi, bu ekonominin rekabet gücü, üretim kapasitesi, katma değer yaratma kapasitesi ile ilgili bir durum. Kaynakları kendi kendine yeterli, sığ olmayan bir piyasanız varsa rekabet gücünüz yüksektir, dünya ile rekabet edebilirsiniz. Bizim üst sıralara çıkabilmemiz için yoğunlaşılması gereken alanlar var. En önemlisi tutarlı politikalar geliştirilmesi. Geliştirilen politikalara ters icraatlara gidilmemesi. Protokol çok tartışıldı ama benim gördüğüm tartışma noktası bazı noktalarda ekonomik reçeteden çok reçeteyi yazan doktor oluyor çünkü iş dünyası ve halk uygulayıcıya güvenemiyor, dolayısıyla orda yazan iyi şeylere bile karşı çıkıyoruz. Bugün sendikaları kapatın odaya, ekonomi için neler yapacaksınız diye sorun, dörtte üçü o protokolde yazanlar çıkacak zaten. Kamunun geliştirilmesi, hizmet kalitesinin artması, verimliliğin artması, atamalarda liyakata dikkat edilmesi, çalışanların verime göre atamaların düzenlenmesi; bunlara mı karşı çıkacak sendikalar. Ürün piyasasının etkinliğini artırmak için atılması gereken adımlar da var. Burada kastedilen fonların aşağıya çekilmesi yani maliyeyi zorlayıcı tedbirler değil, bürokrasinin azalması. Derdim örneğin gümrükteki iş adamının işini ek mesaiye kalmadan ve ek ödenekler ödemeden hızlı bir şekilde halletmesi. Örneğin, AB’ye uyum çalışmaları çerçevesinde gümrük uzmanları geldi verimliliğin artması ve bürokrasinin azalması için yapılması gerekenleri anlattı ama yıllardır bir türlü bunlar hayata geçemedi. Toparlanmayınca ne oluyor, ek mesai masrafları artıyor, masraflar artınca bütçe denkleşmiyor, bütçe denkleşmeyince kamu piyasadan borçlanıyor, vergiler artırılıyor. Yani limanlardaki bürokrasi sonuçta piyasada faizlerin ve vergilerin artmasına sebep olabiliyor. Verginin ve bütçe açığımızın artması da rekabet gücümüzün düşmesi demek. Bu çalışmada da ortaya konduğu gibi bugün kamu, ülkedeki tasarrufların üçte birini kendi iç borçlanması için kullanıyor. Bu sonuçta ekonomide dışlama etkisi denen faizleri yukarıya çekecek, faizler yükselince iş adamı pahalı borçlanacak, malın fiyatını daha yüksek belirleyecek. Bu halkın alım gücünü de etkileyecek günün sonunda. Fiyat yüksek çıktığı zaman ya güneye kayacak ticaret ya da başka yerlere. Bu konuları çok ilginçtir, dile getirenlerden biri de TC Büyükelçisidir. Bu konuda demeç vermesi uygun olup olmamasının ötesinde ekonomi ile ilgili rasyonel bir demeçti. “Ticaretin Güney’e kayması konusunda görüyoruz ki güneyden alınan malların pek çoğu kuzeyde de var, geldiği yer Çin veya benzer ülkeler. Peki niye Çin’den çıkıp gelen bir mal, Güney’de daha ucuz? Bu, KKTC’de sistemde pahalılık yaratan unsurların olduğunu gösteriyor, bunların düzeltilmesi lazım” diyor Büyükelçi. Burada sanırım kastettiği unsurlardan bir tanesi de benim yukarda verdiğim örnek. Ama benim siyasetçilerim siyasi çekişmeden kafayı kaldırıp piyasayı ucuzlatacak bu sorunlara kafa yoramıyor bir türlü.

Röportaj Haberleri