• McNamara raporu sekiz yıl önce açıklansa yüzbinlerce insanın hayatı kurtarılabilirdi.
1963’te öldürülen Kennedy yerine Amerika Birleşik Devletleri başkanı olan Lyndon Johnson, Vietnam savaşı ile ilgili söylenenlere inanmıyordu. Gerçek bilgiye ulaşmak amacıyla Savunma Bakanı’nı Vietnam’a yolladı. Bakan McNamara 3 gün süren araştırmasından sonra dönüş yolunda iki basın toplantısı yaparak, Amerikan kuvvetlerinin Vietnam’da cesaret verici başarılar elde ettiğini söyledi. Bakan daha sonra gidip Başkan Johnson’a raporunu sundu. Bütün dünya raporun, bakanın basın toplantısında söyledikleriyle ayni olduğunu kanıksadı. Çünkü başka açıklama yapılmadı.
Sekiz yıl sonra New York Times ve Washington Post, McNamara’nın raporunu yayınladı. Rapordaki bilgiler, bakanın basın toplantısında söylediklerinin tam tersiydi; Amerikan kuvvetleri zor durumdaydı ve daha çok asker gönderilmesi gerekirdi.
Giderek artan asker ölümleriyle fazlasıyla ilintili olarak Amerika’da başlayan barışçı hareketin de etkisiyle, Amerika Vietnam’da 1975 yılında barış anlaşması imzalamak zorunda kaldı. Savaşta 60 bin Amerikalı ve bir buçuk milyon Vietnamlı öldü.
Gerçekler 1971 değil de 1963’te açıklansaydı ne olurdu. Ölen yakınlarının, asker ailelerinin daha erken harekete geçmesi ve anti-savaş lobisinin daha erken güçlenmesi mümkün olamaz mıydı? Bu da savaşın çok daha erken bitmesini sağlayamaz mıydı?
Olasılığı yüksek bir ihtimalden sözediyoruz ve bu da yüzbinlerce insanın hayatının kurtulması anlamına gelecekti.
İşte gerçek bu kadar önemli, değerli ve hayati. Ama gazeteciler, Mc Namara’nın basın toplantısında söylediklerini doğru aktarmakla gerçeği aktardıklarını sanıyorlardı. Halbuki bakan yalan söylüyordu ve gerçekler farklıydı.
Tekrar hatırlatmakta yarar var; gazetecinin ilk yükümlülüğü gerçek haberdir…
-------------------------------------------------------------
DAHA FAZLA İNSAN ÖLMESİN DİYE DAHA FAZLA GERÇEK LÜTFEN
• Ankara katliamını başka örnekler takip edecek mi? Bu gerçeğin öğrenilmesiyle yakından bağlantılı
Gazetecilik-gerçek ilişkisini tekrar tekrar ele almak ve doğru algılamak gerekmektedir. Gerçeğin “olmasa da olur”, “biraz yalandan ne çıkar” veya “yanlışsa düzeltilir” gibi hafife alınacak bir değer olmadığını, doğrudan insan hayatıyla da ilgili olabileceğini, Ankara katliamı bize bir kez daha, kafamıza vura vura göstermiştir.
Ankara’yı kana bulayan bombaları kim patlattı?
Bir kaç gün sonra bir veya iki intihar eylemcisinin ismi ve onların hangi örgüte mensup olduğunun tesbit edildiği açıklanırsa gerçek ortaya çıkmış mı sayılacak?
Hayır!..
Çünkü bombayı kimin patlattığı gerçeğin sadece küçük bir parçasıdır. Yüzü aşkın insan neden katledildi? Katliam neden önlenmedi? Bombacıların eylem alanına bu kadar kolay ulaşmasını sağlayan faktörler nelerdir? Bu işin arkasında hangi siyaset vardır ve ne maksatla katliamın önü açılmıştır? Katliam engellenebilir miydi? Ankara örneğinin öncesi var mı ve devamı gelecek mi?
Bunlar ve bağlantılı sorular yanıtlanmadan gerçek bütün çıplaklığıyla kamuoyunun önüne serilemeyecektir. Haliyle gerçek ortaya çıkmasın diye manipülasyonlar, hedef şaşırtmalar da bir kampanya ürünü olarak servis edilecektir.
Gerçeğin gizlenmesi, bulanıklaştırılması, bırakınız siyasal sonuçları, insan hayatına da mal oluyor. Önceki benzer örnekler aydınlatılmadığı(ve tabii ki suçlular cezalandırılmadığı) için Ankara’da yüzü aşkın insan hayatını kaybetti. Ankara gerçekleri de ortaya çıkarılmazsa, benzer katliamların tekrarlanacağı büyük olasılıktır. Nitekim Türkiye’de Hasan Cemal ve başka gazeteciler, yeni katliamlar olabileceği kaygısını dile getiriyorlar.
Daha fazla insan ölmesin diye…
Daha fazla gerçek lütfen…
--------------------------------------------------------
AYKUT KOCAMAN’IN ‘HUYSUZ’ GERÇEKLERİ
• Gerçekler kendiliğinden ortaya çıkar mı?
• Kitlesel eylemlilik, gazetecilerin gerçeğe ulaşmasını kolaylaştırabilir
Şike davası sonuçlanıp tüm sanıklar beraat ettikten sonra en çok Aykut Kocaman’ın sözleri hatırlatılıyor, “gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır''.
Kocaman bu sözleri dört yıl önce şike davasının yeni başladığı günlerde söylemişti. Fenerbahçe antrenörü şike davasının gerçeklere dayanmadığı, hukuk dışı siyasal bir amaçla organize edildiği inancındaydı.
Zaman Aykut Kocaman’ı haklı çıkardı. Ancak hit olmuş ünlü cümlesini gazetecilik açısından biraz incelemek gerekir. Gerçekler bir gün ortaya çıkar ama kendiliğinden değil. Yüzlerce binlerce yıl sonra tesadüfen ortaya çıkan gerçekler, (mesela bir firavunun zehirlenerek öldürüldüğü) genellikle işe yaramayan gerçeklerdir. Hak, adalet ve insan hayatını korumak adına gerçeğin bir an önce ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun da kendiliğinden olamayacağı açıktır. Duruma göre gazeteci, polis, kamuoyu ve vicdan’ın hareketi, gerçeğin erken sürede ortaya çıkmasını sağlayabilir.
Aykut Kocaman’ın gerçeğini, birçok benzer örnekle kıyaslandığında erken ortaya çıkanlar kategorisine koyabiliriz. Ama kendiliğinden değil tabii. Birileri yılmadan bıkmadan uğraşmasaydı, şike davası bugün hala siyasi arenanın bir malzemesi olmaya devam edecekti.
Kim mi uğraştı? Maalesef gazetecilerin şike gerçeğini ortaya çıkarmak için ciddi bir çaba harcadığını söyleyemeyiz. Bir kaç kuşkucu gazeteci hariç, Türkiye medyasının büyük bölümü şike suçlamasını kabullenip ona uygun yayınlar yaptılar. Organize kampanyanın Kıbrıs Türk medyasını da etkisi altına aldığını gördük. Üç dört ay önce Kıbrıs’a gelen Aziz Yıldırım’a yapılan saldırılar, gazetecilerimizin şike davasının etkisinden hala kurtulamadığını gösteriyor. Bunu daha önce köşemizde yazmıştık.
3 Temmuz yalanlarının ortaya çıkması, az sayıda kuşkucu insan ve Fenerbahçe taraftarının kırılamayan direnci ve eylemliliği sayesinde olmuştur. Bazı gazeteciler de bu dirençten aldıkları destekle az da olsa medya izleyicisini etkileyebilmişlerdir.
Şike davası örneği bize, gerçeğin ortaya çıkmasında kitle insiyatifi ve kararlılığının önemli bir rol oynadığını ve kamusal talep ile baskının, gazetecilerin de işini kolaylaştırdığını göstermiştir.