Tuncer Bağışkan
KUTSAL YERLERE ELBİSE VE YAĞ ADAĞINDA BULUNMAK
Antik yazarlardan Euripides, Attika’daki Brauron’da bulunan İphigeneia Tapınağı’na kadın elbiselerinin sunulduğunu anlatır. Ancak böyle armağanların genellikle kadınları öldüren tanrıça Artemis’e sunulduğu antik dinler konusunda hayli araştırmalar yapan M.P. Nilsson’un “Cults, Myths, Oracles and Politics in Ancient Greece” yapıtında yer almaktadır. Yine de Isparta komutanı Agamemnon’un kızı İphigeneia’yı kurban etmek istemesi ve Artemis’in de kurban merasimi sırasında insan kurbanından vazgeçerek yerine kutsal hayvanı olan geyiği göndererek İphigeneia’yı kurban olmaktan kurtarması nedeniyle, elbise adağının esasında İphigeneia’ya değil de Artemis’e yapıldığı anlaşılmaktadır.
M.Ö VI. Yüzyıl sonu ile M.Ö V. Yüzyıl’da Efes’teki Artemis Tapınağı’nda (Artemision) tanrıça için şenlikler düzenlenirdi. Bu şenliklerde tapınak içindeki tanrıça yontusunu ziyaret edenler, yontuya gümüşlü altınlı elbiseler sunarlar ve onu yağlarlardı. Ana Tanrıça’nın bazı özelliklerinin M.S 431 yılında Meryem Ana’ya verildiğini anlatmıştık.
Kukla’daki Afrodit Tapınağı yapılmadan önce tapınağın olduğu yerde Ana Tanrıça’nın yerine konup tapınılan siyah renkli konik taş da yağlanırdı. Daha sonraları bu taş Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar tarafından ziyaret edilir, özellikle de Meryem Ana Yortusu’nda tapınağın köşe taşına yağ sürülerek ayin yapılırdı. Bu özellikler aşağıdaki biçimde Kıbrıs folkloruna yansımıştır.
1. Kıbrıslı Türklerle Rumlar, adak yerlerini ziyaret edecekleri zaman, bir şişe zeytinyağı da götürürler, ya da götürdükleri zeytinyağının bir bölümünü orda yakarlardı.
2. Arapköy’deki Meryem Ana (Banaya) Kilisesi’ni ziyaret eden adak sahipleri, baş ikona eteklerini bağlarlar, ya da eteklerini ikona giydirirlerdi. Daha sonra kilise süpürülür ve ikonun önündeki kandilde zeytinyağı yakılırdı.
3. Hastalar (özellikle gözleri rahatsız olanlar), Karpaz’daki Apostolos Andreas Kilisesi’ni ziyaret ederler, üzerlerinden çıkardıkları giysilerini, ya da başörtülerini kilisenin baş ikonuna asarlardı. Bu arada “Başımdaki bu yemeni ile giydiğim elbise üzerimden nasıl çıktıysa, gözümdeki perde de öyle çıksın” diye dilekte bulunurlardı. Adak sahipleri manastırda 2-3 gün kaldıktan sonra evlerine dönerlerdi.
Apostolos Andreas’a zeytinyağı adağında bulunanlar, adaklarını bir şişeye koyup en yakın yerden denize atarlardı. “Rüzgarların Hakimi” olduğuna inanılan Andreas’ın rüzgarlara emrederek şişeyi manastıra sürükleyeceğine ve manastır görevlisinin eline ulaşmasını sağlayacağına inanılırdı. Şişe koya girdiğinde kilise çanlarının kendiliğinden çalmaya başladığı ve bunun üzerine görevli keşişin şişeyi gidip denizden aldığı anımsanmaktadır.
4. Sir Harry Luke’nin belirttiğine göre, XIX. Yüzyılın ortalarına doğru Baflılar Kukla köyünün varoşlarındaki küçük Hıristiyan kilisesini “Panagia Aphroditissa” (Meryem Aphrodit’i) adıyla bilirlerdi. Sütü kesilen ve/veya gelmeyen genç anneler sütlerinin gelip çocuklarını emzirebilmeleri için Afrodit Tapınağı harabelerinde bulunan konik taşı zeytinyağı ile yağlarlardı. Böyle yapmaları halinde, Afrodit’in bolluk ve bereketiyle göğüslerinin sütle dolacağına inanılırdı. Ayrıca Panagia Galatariotissa (Süt veren Meryem Ana) adındaki bir Latin Katedraline ait bir harabenin de Baf’ta bulunduğu kaydedilmekle birlikte, bu iki kilisenin ayni olup olmadığını şimdilik saptayabilmiş değilim.
Yapılan incelemeler zeytinyağının adak ve kutsama amacıyla sıkça kullanıldığını ortaya koymaktadır. Eski Ahid’in Tekvin bölümünde (28 ve 35) Yahudi peygamberin, başının altına koyup yattığı taşı uyanınca zeytinyağı ile yağlayarak burasını “Allahın Evi” olarak bilinmesini sağladığı bilgileri edinilmektedir. Yine ayni şekilde, Edremit çevresindeki Kazdağı’nda Yahudi Peygamber Yakub’un Seba’dan Haran’a giderken başının altına koyup uyuduğu taşı zeytinyağı döküp yağladığı da öğrenilmektedir.
MANEVİ GÜÇLERE VE KUTSAL YERLERE HİZMET ETME ADAĞI
Tutulan dileklerin gerçekleşmesi ve hastaların sağlıklarına kavuşmaları halinde manevi güçler ile kutsal yerlere belli süreler hizmet edileceğine ilişkin adakların çok eski bir geçmişi vardır. Hititlerin başkenti Hattuşaş (Boğazköy) arşivinde bulunan Hitit Kralı 3. Hattuşili’ye (M.Ö 1275–1250) ait otobiyografi niteliğindeki çiviyazılı metinde, gençlik yıllarında hastalanması üzerine sağlığına kavuşması için babası Hitit kralı Murşiliş’in onu aşk tanrıçası İştar’ın (Hurriler’de ŞAUŞGA’nın) hizmetine (koruyuculuğuna) verdiği, böylelikle de sağlığına kavuştuğu kayıtlıdır. Yine Hattuşaş arşivinde bulunan belgelerde Hitit tapınaklarında bulunan tapınak fahişeleri ile sivil esirlerin tanrıya hizmet ettikleri kayıtlıdır.
Mezopotamya’daki Sümer ve Asur inançlarında insanların yaratılma nedenleri; tanrılara hizmet etmelerine ve tanrıların yiyecek ve konut dahil her türlü gereksinimlerini karşılamaya dayandığından, insanlar tanrıların köleleri ve uşakları sayılırlardı. Yine Sümer destanlarında insanın tanrılara kul (hizmetkâr) olarak hizmet etmek için Bilgelik Tanrısı Enki tarafından yaratıldıkları yazılıdır. Yine ayni şekilde Mezopotamya’da eski çağlardan başlayarak Yeni Babil devrine kadar çocukların adak olarak mabetlere verilmeleri adettendi.(Bu inancın Meryem hikayesinde de devam ettiği anlaşılmaktadır) Nippur’da bulunan Sümerli Ludingirra’nın kaleme aldığı M.Ö 2000 yıllarına ait bir yazıtta, çok güzel şarkı söyleyip harp çalan kızının, tanrı Enlil’e hizmet etmek için rahibe olmak istediği ve bu nedenle de rahip ve rahibelerin eşliğinde evinden alınıp tanrıya gelin olarak tapınağa götürüldüğü kayıtlıdır. Sümerli Ludingirra’nın bir başka yazısında, Tanrıça İnanna tapınağına düzenli hediyeler sunan asil ailelerin erkek çocuklarına hizmet veren genç rahibelerin bulunduğu, tanrıça İnanna’ın adına erkeklere sevmeyi, aşkı ve üremeyi öğrettikleri ve arkadaşı Dada ile birlikte bu tapınağa gidip bir rahibeyle hiç unutamadığı bir şekilde seviştiği kayıtlıdır.
M.Ö 490–425 yılları arasında yaşayan ve tarihin babası olarak bilinen Halikarnassoslu (Bodrumlu) Herodotos’a göre, Babil’de (ve Kıbrıs’ın bazı yerlerinde) her genç kadının hayatında bir defa Afrodit Tapınağı’ndaki kutsal alana gidip oturması ve oraya giden bir yabancı erkekle sevişmesi zorunluluğu adedi vardı. Böyle yapılması Afrodit’e hizmet etmek, gönlünü almak ve onu memnun etmek anlamına gelmekteydi. Korint, Sicilya, Sardinya, Eryx, Etrüsk, Suriye ve Babil’de olduğu gibi, Kıbrıslı genç kızların evlenmeden önce M.Ö 750–475 yılları arasına tarihlenen Karpaz Aphrodite Acraia (Afrodite Acraea), Amatus ve Baf’taki Afrodit tapınaklarında belli bir süre kalmaları ve ülkeye gelen yabancı erkeklerle para karşılığında cinsel ilişkiye girmeleri ayni inanca dayalıydı. Verdikleri bu hizmet sonunda azat edilirler ve böylece evlenmeye hak kazanmış olurlardı. Bu kadınlar evlendikten sonra her ne şekilde olursa olsun bir daha fahişelik yapmazlardı. Ahlak dışı kurallar içeren bu dinin Kıbrıs’a, Fenikeli, Suriyeli ya da Babilli olarak gösterilen Kıbrıs’ın rahip kralı Kyniras tarafından getirildiği öne sürülmüştür. Kyniras, Kıbrıs’taki Afrodit kültü ile dini fahişeliğin kurucusu olarak bilindiğinden, Afrodit’in sevip saydığı bir kraldı.
Kıbrıs’taki Afrodit Tapınaklarında görülen dinsel fahişeliğin, Afrodit’in lanetine uğrayan Kinyras’ın üç kızının (Orsedice, Leogore ve Braesia) kendilerini önce babalarına, sonra da yabancılara vermeleri efsanesine dayandığı sanılmaktadır. Bu kızlar daha sonra Mısır’a göçüp orada ölmüşlerdir. Kıbrıs’ın kuzeyinde tanrıçası Aphrodite ait tek tapınak Apostolos Andreas burnundaki Aphrodit Acraea olduğundan, şu anda izi bile kalmayan bu tapınak hakkında anahatlarıyla da olsa bilgi verelim. Bu tapınak hakkındaki bilgilerimiz Strabon (M.Ö 64 – M.S 23), Richard Pococke (1738), D.G. Hogarth (1889), George Jeffery (1918) ve Rupert Gunnis’in (1935) kitaplarına dayanmaktadır. Bu tapınağın adıyla yerinden ilk söz eden, M.S 18-19 yıllarında 17 kitaplık Geographika adlı kitabını yayınlayan Yunanlı coğrafyacı Strabon olmuştur. Evli kadınlara yasak olan bu tapınak o sıralarda Olimpos adıyla bilinen şimdiki Castros tepesinde yer almaktaydı. Aralık 1887 tarihinde Kıbrıs’ı gelip Karpaz bölgesini ziyaret eden D.G. Hogarth sadece bu bilgileri vermekle kalmamış, M.Ö V. Yüzyılda yaşamış olan Yunanlı tarihçi Herodot’un sözünü ettiği Babil’deki Afrodit tapınaklarında olduğu gibi Aphrodit Acraea tapınağına da evli kadınların girmelerinin yasak olmasına karşın, evlenmemiş kadınların burada fahişelik yapmak suretiyle Afrodit’e hizmet etmiş olabileceklerini de ileri sürmüştür. Hogarth ayrıca, buradaki inşaat taşlarının, ya manastırın yapımı, ya da Mağusa kenti gibi Port Said’e rıhtım ile oteller yapmak için alınıp soyulduğundan hakkında daha fazla bilgi edinilmesinin mümkün görülmediği tespitinde de bulunmuştur. 1918 yılından hemen önce burasını ziyaret eden zamanın antikalar Dairesi müdürü George Jeffery ise, tepenin üstünde sadece izleri görülen tapınağın temel kalıntısının yaklaşık 117 X 57 ayak ebadında olduğunu, doğu batı yönüne uzandığını, temellerinde yığınlar halinde kare şeklinde kesilmiş taşlar, heykel parçaları, heykel kaideleri, daha bazı kalıntılar ve tepenin aşağısındaki kayalarda ise tekerlek izleri saptadığını kaydetmiştir.
İnsanların tapınaklara adanması, ya da hizmet etmeleri Kıbrıs’ta Hierodoules dönemine dayandığı ileri sürülmüştür. Bu dönemde kız hizmetkârlar Baf’taki Afrodit Tapınağı’na adanırlardı. Kıbrıs’ta Baflı Afrodit’e böyle bir adakta bulunan genç kızlar, dilekleri gerçekleşince tanrıçanın tapınağında belli bir süre kalarak hizmet ederlerdi. Ayni adak şekli sadece Kıbrıs’taki Afrodit tapınaklarında değil, Afrodit kültünün yaygın olduğu Sicilya ile Korint şehirlerindeki Afrodit tapınaklarında da vardı.
Yazarlardan George Perrot’un antik yazarlardan Çiçero’ya dayanarak verdiği bilgilere göre, M.Ö I. Yüzyıl’da Venüs Erycina Tapınak Alanı’nda tanrıçaya hizmet eden erkekli kadınlı köleler bulunurdu. Bunların hizmet süreleri tamamlanınca tanrıçanın azatlı köleleri olarak onun koruyuculuğunda kalırlardı. Bunların özel hakları vardı. Roma idarecileri onlara saygı gösterirler ve VENERİ olarak bilinirlerdi. Attikalı genç kızlar evlenmeden önce kendilerini Artemis Brauronia’ya adamalarının yanı sıra, hastalıkların geçmesi için de genç kızları Artemis’e vakfederlerdi. Her beş senede bir Attika’da Artemis için yapılan Artemis Braurona Şenlikleri’nde, safran sarısı elbiseler giymiş beş-on yaşlarındaki kız çocuklarından meydana gelen bir grup, tapınakta yapılan bir törenle tanrıçanın hizmetine teslim edilirdi. Bu kızlara Arktoi (ayılar) denirdi.
Şimdi de Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların bu konudaki inanç ve uygulamalarını anlatalım. Kıbrıs’ın yakın geçmişi ile günümüzde kutsal yerlere hizmet etme adağının mahiyeti (eskiye nazaran) daha değişik olsa bile, Anadolu ile Mezopotamya’daki tapınaklara, genellikle de Ana Tanrıça (Afrodit, İnanna v.s) tapınaklarına yapılan hizmet etme adağı inanç ve geleneğinin bir devamı olarak görülmektedir.
İnsanı kul, köle ve hizmetkâr sayan bu inanış bütün tarih boyunca sürmüş ve en sonunda Tevrat, İncil ve Kuran’a da girmiştir. Çocukların tanrıya adanmaları Kuran-ı Kerim’deki Ali İmran Suresi’nin 35’inci ayetinde de yer almıştır. Bu ayette İmran’ın eşinin tanrıya: “Ey Tanrım, ben karnımdakini sana azatlı köle olarak adadım, bu adağımı onayla” şeklinde dua ettiği öğrenilmektedir.
Kıbrıslı Rum hastalar kiliselerdeki “Koullourion” adı verilen bir halkayı ödünç alıp boyunlarına bağlarlardı. Hasta o yere hizmet edebilecek bir yaştaysa belli bir süre hizmet eder, değilse ailesi o yere para, hayvan ya da arazi bağışında bulunurdu. Hasta sağlığına kavuşunca boynuna bağlanan halka törenle çıkartılırdı. Kıbrıs genelinde hastaların adına halka biçimli çörek (gulluri) yapmak adettendi. Hasta çocukların içinden geçebileceği büyüklükte halka çörek yapılır ve hasta çocuk içinden üç kez geçirildikten sonra çörek kiliseye götürülür, üç ya da dört yol ortasında bırakılır, köpeklere yedirilir, ya da başka bir yöntemle yok edilirdi. Bu uygulama, daha çok kiliselerden alınan halkanın bir benzeri olarak görülmektedir. Hocalar da, hastanın boyundaki bir pamuk veya ipek ipliğine duayla yedi veya kırk düğüm bağladıktan sonra, bunları hastanın bilek veya boynuna bağlarlardı. Pamuk ipliğine düğüm atılmakla hastalığın da düğümleneceğine, hastanın boynuna veya bileğine bağlanmakla hastalığın düğümlenmiş olarak orda kalacağına, üç gün sonra akar bir suya atılmasıyla pamuk ipliğinin akarsuyla uzaklaştığı gibi hastalığın da o kişiden uzaklaşacağına, ya da bir türbeyle kutsal bir yerin pencere demirine bağlanmakla, hastalığın orda bağlı kalacağına yorumlanırdı.
Kıbrıslı Türkler bu adak şekline “esir etme” ve “Hizmet etme” derlerlerken, Kıbrıslı Rumlar da kölelik anlamına gelen SKLAVOMA derler. Bu adak şekli bir anlamda, bir kişinin ya da kişiyi simgeleyen modelinin belli bir yerde belli bir süre tutuklu kalması, bağlı kalması, ya da hastalıkları sağalttıklarına inanılan manevi güçlere ait manastır ile tekkelerde belli bir süre kalıp onlara hizmet edilmesidir. Halkaların kölelere takıldığı düşünülürse, çok eskiden başlayan “esir etme” inancının özü aynı kalarak biçimsel değişikliklerle günümüze kadar geldiği düşünülebilir görüşündeyim.
Rupert Gunnis’in bir saptamasına göre, bir erkek çocuk isteyen Baflı bir Rum kadın Troodhitissa Manastırı’na adakta bulunmuş ve çocuğu olunca da onu 10 yaşına gelince manastıra hizmet etmesi için bırakmış. Ayni adak şeklinin Apostolos Andreas Manastırı ile Hala Sultan Tekkesine de yapıldığı belirlemesinde bulunulmuştur. Nitekim çocuk doğurmayan, çocuk yaşatamayan, ya da doğurdukları çocukları ölen Türk kadınlar, çocuk sahibi olabilmek için Hala Sultan’a “Çocuğumu Hala Sultan’a esir edeceğim”, “Çocuğumla birlikte Hala Sultan’a hizmetçilik edeceğim” ve “Çocuğum yaşarsa çocuğumla birlikte Hala Sultan’a bir ay hizmet edeceğim” biçiminde adakta bulunurlardı. Tutulan dileklerin gerçekleşmesi halinde, çocuklar kendilerini bilecek bir yaşa gelince, Hala Sultan Tekkesi’ne gidilerek tekkedeki şeyhlere hizmet edilirdi.
DEVAM EDECEK