Kıbrıs Cumhuriyeti İnsani İşler Komiseri Fotis Fotiu, “kayıplar” konusunda SİGMA TV’ye özel röportaj verdi:
“Görüşmelerin akibetine bakılmaksızın, insani bir konu olan kayıplar konusu çözümlenmeli… Anahtar Türkiye’nin elindedir…”
Kıbrıs Cumhuriyeti İnsan Hakları Komiseri Fotis Fotiu, SİGMA TV’ye verdiği özel röportajda, Türkiye’nin “kayıplar” konusunda neden daha fazla çaba göstermesi gerektiği üzerinde durdu.
SİGMA televizyonunun “Kıbrıs sorununun çözümünün her zamankinden daha yakın olduğu söyleniyor, kayıplar konusunu nihayet çözüme kavuşturmak neden önemlidir?” şeklindeki sorusunu yanıtlayan Fotis Fotiu verdiği yanıtta özetle şöyle dedi:
“Tüm dünyada insani sorunlar aile bireylerinin akibetini bilmeyen ailelere çok büyük acılar getirir ve belirsizlik içerisinde yaşamalarına yol açar. İnsani bakımdan kayıplarla ilgili tüm trajediler, çatışma sona erer ermez bir sonuca kavuşturulmalıdır. Ne yazık ki Kıbrıs’ta bu böyle olmadı ve bu da kayıp yakınları bakımından trajik sonuçlar doğurdu.
Yurdumuza bakacak olursak, son kırk yıldır bu trajedi binlerce Kıbrıslı aileyi etkiliyor. Yarım yüzyıldan beridir 1963-64 döneminden sevdiklerini arayan aileler de vardır.
Bu durum kabul edilmez ve insanlık dışı bir durumdur. Çocuklar babalarının, analarının akibetini bilmeden büyüyorlar, kocalarının akibetini bilmeden üzüntü içinde kadınlar yaşlanıyor, ana-babalar evlatlarının akibetini öğrenemeden göçüp gidiyor…
Bizler kendi adımıza kayıplar sorununu her zaman salt insani bir konu olarak ele aldık ve acı çeken kayıp yakınları için bu sorunun çözümüne çalışıyoruz.
Kayıplar Komitesi’nin sınırlı görevine karşın, Kıbrıs Cumhuriyeti, Kayıplar Komitesi çalışmalarına her zaman destek vermiş, bu sorunun çözümü için ilerleme kaydedilmesini ummuş ve beklemiştir.
Bu beklentiler, Kayıplar Komitesi’ndeki sorunlar ve üzerindeki kısıtlamalar nedeniyle henüz gerçekleşmiş değildir. Özellikle belirtmemiz gerekirse, Kayıplar Komitesi, iki toplumlu bir mekanizmadır ve Türkiye Cumhuriyeti hükümeti burada temsil edilmiyor ve Kayıplar Komitesi süreçlerine katılmıyor.
Kayıplar Komitesi’nin Türkiye’de yapılması zorunlu olan araştırmalar konusunda ne gücü, ne de otoritesi vardır.
Bunun da ötesinde Türkiye’nin işgali esnasında kayıp olan Kıbrıslırumlar’ın akibetlerine ilişkin bilgileri araştırırken Kayıplar Komitesi Türk arşivlerine hiçbir zaman ulaşamamıştır.
Yakın geçmişte Kayıplar Komitesi içerisinde farklı ülkelerden arşivler konusunda bir prosedür konusunda anlaşmaya varılmıştır. Ancak Türkiye’de bulunan Türk arşivlerine Kayıplar Komitesi’nin ulaşma izni olup olmayacağı belirsizdir. Bu önemli konuda Türkiye’nin işbirliği yapıp yapmayacağını zaman gösterecektir.”
SİGMA televizyonunun, “Pek çok kez bu konuda Türkiye’ye gerekli adımları atması için çağrıda bulundunuz, aradan 43 yıl geçti ve Türkiye bu adımları atamadı. O zaman şimdi Türkiye’nin tavrını değiştireceğine neden inanıyorsunuz?” sorusuna karşılık Fotiu, özetle şöyle dedi:
“Türkiye, Strazburg’ta Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nde Haziran 2004’te bu trajik sorunun çözümüne yönelik dört maddelik bir plan sunduğu zaman kayıp yakınlarının umutları ve beklentileri bir kez daha artmıştı… Türk hükümetinin deklerasyonu ve bu konuya bağlılığını açıklamasını takiben Kayıplar Komitesi yeniden canlandırılmış ve 2005 yılında kazı ve DNA kimliklendirme programı başlatılmıştı. Aradan 11 yıl geçtikten sonra bu program hala ciddi sorunlarla karşı karşıyadır.
Kayıplar Komitesi’nin her yıl gerçekleştirdiği kimliklendirmelere bakılacak olursa, durum tatmin edici değildir çünkü bu tempoda kayıp yakınları sevdiklerinin akibetini öğrenmek için çok uzun süre beklemek zorunda kalacaklardır.
Bunun da ötesinde son iki yıl içerisinde özellikle kayıp Kıbrıslırumlar’a yönelik kazılarda bulunan kalıntı sayılarında dramatik bir azalma olduğu açıktır ve bu endişe verici bir durumdur.
Eğer bu trendin devamına izin verilirse, pek yakında Kayıplar Komitesi programının sonlandırılması gibi gerçek bir tehlikeyle karşı karşıya kalacağız demektir ki bu da kayıp yakınlarının umutlarının ve beklentilerinin bir kez daha silinmesine yol açacaktır…
Bu aşamadaki ana sorunlar şunlardır:
*** İşgal altındaki Kıbrıs’ın kuzeyindeki gömü yerlerinden kazılıp çıkarılan Kıbrıslırum kayıp kalıntılarının sayısında dramatik bir azalma olması… Kayıplar Komitesi, bugüne kadar tümüyle Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk sivillerden gelen bilgilere dayanmıştır. Bu bilgi kaynaklarının tüketilmiş olduğu gibi bir görünüm vardır çünkü özellikle Temmuz ve Ağustos 1974’te (savaş sırasında kayıp edilen) Kıbrıslırumlar’ın kitlesel gömüleri, Türk ordusu tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu gömüler, Kıbrıslıtürkler’in işgal altındaki Kıbrıs’ın kuzeyine yerleştirilmelerinden önce yapılmıştır ve dolayısıyla Kıbrıslıtürkler bu kitlesel gömü alanlarının yerleri hakkında bilgi sahibi değillerdir. Türkiye’nin bu toplu mezarlarla ilgili elinde bulunan bilgileri açıklamasını acil bir konu olarak görmekteyiz.
*** Türk ordusundan talimatlar ardından veya bu talimatlar gereği bazı toplu mezarlardaki Kıbrıslırumlar’dan geride kalanların henüz bilinmeyen bazı noktalara taşındığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Bunun sonucu olarak Kayıplar Komitesi ekiplerinin yürüttüğü (bu gibi) kazılarda yalnızca bazı ufak ve karışık kemik parçaları bulunmuştur.
*** İşgal altındaki bölgelerde Türk Ordusu tarafından askeri bölge olarak tanımlanan bazı bölgelerde toplu mezarlarla ilgili pek çok bilgi mevcuttur. Kayıplar Komitesi’nin askeri bölgelerdeki gömü alanlarına ilişkin kazı yapması veya buralarda araştırma yürüterek gömü alanlarını belgeleyip kayda geçirmesine ilişkin sınırsız erişimi yoktur. Türk ordusunun geçmişte Kayıplar Komitesi ekiplerine küçük bir sayıda askeri bölgede kazılar yapma izni vermiş olduğu doğrudur.
Geçen yıl Türkiye, Kayıplar Komitesi’ne gelecek üç yıl içerisinde askeri bölgeler içerisinde her yıl 10 farklı bölgede kazı izni vereceğini bildirmiştir. Bu kararın olumlu yönde bir hareket olduğu değerlendirilmekteyse de, Türkiye’nin empoze ettiği engeller ve sınırlamalar hala yerli yerinde durmaktadır.
Bunun da ötesinde birincil gömü yerlerinden (kalıntıların) bilinçli biçimde taşınmış olduğunun belgelendiği düşünülürse, bu alanlardaki kazılarda ne kadar kalıntı bulunacağı, bunların bulunup bulunmayacağı da belirsizdir.
(2016 yılı) içerisinde askeri bölgelerde yürütülmüş olan kazıların sonuçları da en büyük korkularımızı haklı çıkarır niteliktedir. 2017 yılı içerisinde başka yerlerde yürütülecek kazılarda ne olacağını ise zaman gösterecektir.”
SİGMA televizyonunun “İsviçre’deki görüşmeler eğer başarısızlığa uğrarsa, size göre Kıbrıs sorunu en nihayetinde çözümlenmeden önce kayıplar sorunu çözülebilir mi?” şeklindeki sorusuna ise Fotiu özetle şöyle yanıt verdi:
“Bizim pozisyonumuz her zaman kayıplarla ilgili trajedinin insani yönünün çözümlenmesinin siyasi sorunun çözümlenme çabalarına bağlantılı kılınmaması şeklinde olmuştur.
Şu anda devam etmekte olan müzakerelerin sonuçlarına bakmaksızın, binlerce Kıbrıslı kayıp yakınının acısına son vermek tüm (ilgili taraflarca) bir öncelik olarak ele alınmalıdır.
Yarım yüzyıldan beridir sevdiklerinin akibeti hakkında bilgi bekleyen ve bu yüzden belirsizlik ve acı içinde yaşayan binlerce aile vardır. Bu son derece insanlık dışı ve kabul edilmez bir durumdur. Bunca yıl geçtikten sonra dahi tüm ilgili tarafları ellerinden geleni yapmaları ve bu acıya artık bir son vermeleri konusunda uyarıyoruz. Bunu hem ailelere, hem de gelecek kuşaklara borçluyuz.
Kıbrıslı kayıp yakınları, kendilerine siyasi veya diğer nedenlerden ötürü farklı ve adaletsiz biçimde davranıldığını hissediyorlar.
Kişisel olarak bana göre insani sorunların çözüm kriterleri ve standartları herkes için aynı olmalıdır. Bu onurlu hedefi yerine getirmenin yolu, siyasi veya başka nedenlerle etkilenmemelidir.
Gerçekte bir çözümün anahtarını tutan Türkiye’nin bunu Kıbrıs halkının çıkarına kullanıp kullanmayacağını zaman gösterecektir.
Anahtar Türkiye’nin elindedir ve eğer Türkiye uygun siyasi ve insani kararlar alacak olursa o zaman kayıplar trajedisinin çözme çabalarına olumlu etkileri için benzer bir yaklaşım umudumuz olabilir…”
http://www.sigmalive.com/en/news/politics/151673/interview-photiou-on-solving-cyprus-missing-persons-issue
(SİGMA TV Live İngilizce web sayfasından derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ – 11.1.2017)
BASINDAN GÜNCEL…
“Mara Mahallesi'nin hikayesi…”
Adıyaman'ın "Gavur" mahallesindeki anılarını yazan Feride Bektaş, 1970'li yılların başına kadar kardeşçe mahallede yaşayan etnik ve inanç mozaiğinin bir bir yok olduğunu belirterek, "Şu anda mahallede sadece kilise var. Eskilerden birkaç evin dışında kimse kalmadı. O eski güzelliği kalmadı” dedi.
Adıyaman’da Süryani, Ermeni, Kürt, Türk, Müslüman, Hıristiyan, Sünni ve Alevi gibi etnik ve inanç farklılıklarının bir arada yaşadığı Mara Mahallesi’ni (Gavur Mahallesi) kaleme alan emekli hemşire Feride Bektaş, 1974 Kıbrıs savaşından sonra Hıristiyan komşularının mahalleyi terk etmeleri ile birlikte mahallenin dokusunun değişmeye başladığını söylüyor.
Bektaş, Adıyaman Belediyesi Kültür Yayınları'ndan çıkan kitabına "Gâvur Mahallesi" ismini vermeden önce Hıristiyan komşuları incinmesin diye Adıyaman Metropolitliği’ne resmi müracaatta bulunmuş.
Bektaş, Adıyaman’da Gavur Mahallesi denildi mi 7’sinden 70’ine herkesin mahalleyi tanıdığına dikkat çekerek, “Mara mahallesi denildi mi kimse tanımaz. Ancak Gavur Mahallesi denildi mi herkes bilir. Çünkü mahalle kozmopolit bir yapıya sahipti. Tercihleri farklı olsa da aynı mahallede yaşamı paylaştıklarından kaynaklı yaşayış tarzları, ihtiyaçları, değer yargıları konusunda birbirlerine karşı kardeşçe saygı çerçevesinde iyi anlaşıyorlardı” diyor.
Hatun ile Mağtuma
Bektaş, Gavur Mahallesi’ni kaleme alması şöyle anlatıyor: “Bu kitabı yazdığım dönemlerde annemin Alzheimer hastalığı ağırlaşmamıştı. Hastalığın başlangıcıydı. Annem sürekli geçmişi anlatıyordu. Her annemin yanına gidip geldiğimde mahalledeki o eski yıkık dökük evler, terk edilmiş virane evler sanki benimle konuşuyorlardı. Öyle bir duygu hissediyordum. Annemin anlatımları temelinde bunları roman tadında kaleme almak istedim.”
Gâvur Mahallesi’nde yaşayan etnik ve inanç farklılıkları arasında güzel ve güçlü ilişkilerin olduğunu belirten Bektaş, kendi mahallesi dışındaki insanların Hıristiyan yurttaşlara kötü davranıldığını söylüyor.
Kimse kalmadı
Kıbrıs 1974 savaşına kadar her şeyin güzel olduğunu sonrasında değiştiğini sözlerine ekleyen Bektaş, "Şu anda mahallede sadece kilise var. Biz 4 kuşak o mahallede olduğumuz halde mahallede eskilerden birkaç evin dışında kimse kalmadı. Çevre köylerden mahallelerden gelenler ile mahallenin dokusu tamamen değişti. O eski güzelliği ve özelliği kalmadı” dedi.
Bektaş’ın, aynı zamanda "Bekleyiş" adlı şiir, çocuklar için yazdığı "Kod Adı Efsun" ve 12 Eylül Askeri darbe döneminde Adıyaman’da hemşire iken yaşanan işkence ve kötü muameleyi konu alan "Geçmiş Olsun Bir Hemşirenin Anıları" adlı kitapları bulunuyor.”
(YENİ ÖZGÜR POLİTİKA – 12.1.2017)