Anastasiadis hafta içinde Avrupa Parlamentosu’un Strazburg’da yaptığı toplantıda üyelere hitap etti. Konusu Kıbrıs; hem ilginç, hem de alışagelmiş bir içerikle konuştu… Alışagelmiş tarafı, Kıbrıs sorununu istila ve işgal sorunu olarak takdimi…
Konuşmanın, Rum basının da ilgisini çeken ilginç noktalarından biri, federal çözümden hiç bahsetmemiş olması… Belli ki, görüşme sürecinin yeni açılımında Anastasiadis hangi duruşta olacağına henüz karar verememiş; kafası karışık veya tilkileri daha dolaşıp duruyor kafasında…
İlginç olan ikinci nokta ise, Avrupalılara yüklediği misyon ve bu misyonu yüklerken ağızlarına bal çalma girişimi… Anastasiadis “Avrupa ülkemizin yarasını sarmak zorundadır, bu yara Avrupa’nın da yarasıdır; yaranın sarılması Avrupa’yı yalnız manen değil esasen de güçlendirecek çünkü o zaman Kıbrıs, Avrupa’nın çıkarları açısından çok önemli bir bölgede önemli rol oynayabilecek duruma gelecek” diyor.
Bu sözler, Avrupalıların zekasını küçümseyen sözlerdir… Avrupalılar da biliyor ki, Anastasiadis’in sözünü ettiği yara Avrupa’nın yarası değildir; 15 Temmuz 1974’te Yunanistan’ın açtığı, beş gün sonra da Türkiye’nin garantör statüsünü kullanarak açılan yaraya yaptığı müdahaledir. Kıbrıs Avrupa’ya yaralı girdi ve AB’nin o dönemdeki Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verheugen’in sözleri ile, Avrupalıları kandırarak girdi… Dolayısıyla, Kıbrıs yarasını sarmak zorunluğu Avrupa’nın değil, Kıbrıslıların, Yunanistan’ın ve Türkiye’nindir. Anastasiadis’in açtığı bu “Kıbrıs’ın yarasını Avrupa sarsın” ihalesini Kıbrıslı Rum liderler çok önceleri de denedi ama ihaleyi alan çıkmadı. Avrupalılar “yarayı açanlar sarma işini de yapsın, biz de yardımcı olalım” tavrında oldu.
Anastasiadis, ihalesini ilginç kılmak ve Avrupalıları (gene) kandırmak için, yarası sarılmış Kıbrıs Avrupalıların çıkarları için önemli olan bölgede onların güçlü rol oynamasının zeminini yaratacakmış… Aslında yuvarlayıp da açıktan söylemediği, hidrokarbonlar konusudur… Avrupalılara Kıbrıs’ın kendi hidrokarbonlarını ve kıyıdaş ülkelerin hidrokarbonlarını peşkeş çekmeye çalışıyor. Da, Avrupalılar aptal mı?! Dünyada hidrokarbon kaynaklarını kendi işleten kaç ülke kaldı ki?!. Nerdeyse tamamı emperyal şirketlerin elinde, Avrupalılar da halen onların müşterisi… Avrupalılar, fiyat-kalite dengesi açısından en uygun bulduğu hidrokarbonları, özellikle doğal gazı satın alıp tüketiyor; bunu yapmak için de güce değil, paraya ihtiyacı var…
Uluslararası hidrokabon rezervleri uzmanı olan Kıbrıslı Rum Haralambos Ellinas diyor ki, “AB, Doğu Akdeniz’in doğal gazına ihtiyaç duymuyor, daha ucuz olan Rus doğal gazı ile devam etmeyi tercih edecekler. AB ülkelerine Türkiye üzerinden ulaştırılmayacak bir doğal gazın maliyeti yüksek olacak. Dolayısıyla bu gaz pazarlanması için, talep ve fiyatların yüksek olduğu Asya ülkeleri hedeflenmeli”. Yani, Anastasiadis’in doğal gazı Avrupalılar için halen denizde balık…
Avrupa’nın önemli çıkarları için Kıbrıs’ın geo-politik konumunu pazarlamaya çalışan Anastasiadis Avrupalıları kandırabilecek mi; kandırıp da ‘yara sarma’ önerisi ile Avrupalıları Türkiye ile hidrokarbonlar konusunda kafa-kafaya getirebilecek mi? Hayır!. ENİ olayında şansını denedi aslında, sonuç da ortada… ExxonMobil konusunda ise, zaten Türkiye’nin Parsel 10’da bir hak talebi yoktu; “Ben buralardayım” senaryosunu oynadı biraz…
Anastasiadis’in bu konuşması ne sonuç üretecek diye bakıldığında, ‘yara sarma’ konusunda Avrupalılar şimdiye kadar yaptıklarından farklı bir şey yapacak değildir; Anasatasiadis’e kanacak değiller… Zaten parlamentodaki bazı üyeler de, izlenmekte olan politikayı sorunlu bulduklarını söyleyerek Anastasiadis’i eleştirdi, bazıları da Kıbrıslı Türklerin Avrupa parlamentosunda temsil edilmediklerine dikkat çekti.
Crans-Montana’dan sonra Anastasiadis’in itibarı uluslararası siyasette düşüşe geçti; sadece Türkiye’nin gözdesi olabildi… Artık Avrupalıları kandırabilme şansını yitirmiş olan Kıbrıs Rum liderliği, Türkiye’yi kandırma senaryolarında başarılı olursa, Kıbrıslı Türkler haklarından kaybedecek ama Türkiye hem çıkarlarından, hem de itibarından kaybedecek. Bu kayıpları, BM ölçütlerinden ödün vermeyen Akıncı ve Guterres önleyebilir…