Kıbrıslı Rum Lider Nikos Anastasiadis iddia edildiği gibi hiçbir zaman iki devletli veya konfederal çözümden söz etmediğini açıkladı.
Anastasiadis, Haravgi Gazetesi’nde yayınlanan söyleşisinde konfederal veya iki devlet unsurları taşıyan başka çözümlerden söz ettiği yönündeki iddiaları yalanladı. Anastasiadis Crans Montana’da BM Genel Sekreteri’nin sıfır asker sıfır garanti önermediğini, 1960 İttifak Antlaşması’ndaki sayıda kalacak Türk askeri varlığından söz ettiğini de ilk kez söyledi.
Anastasiadis’in gazeteye yaptığı açıklamalar şöyle:
Vatandaşlar İttifakı kurmaylarının 2018 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. ve 2. Turu arasında konfederal veya iki devlet unsurları taşıyan başka çözümleri görüştüğünüze dair ifadeleri var. Siyasi güçlere stratejik hedef değişikliği ile ilgili sözler verdiniz mi?
Hiçbir zaman buna benzer bir şey söylemedim. Söylediğim şey – desantralize federasyonla ilgili önerimi sunma öncesi idi- her liderin yapmak zorunda olduğu gibi çıkmazdan çıkışın önkoşullarını nasıl yaratabileceğimi düşündüğümdü.
Desantralize federasyon ile ilgili öneri sundunuz. Aynı zamanda da çıkmaz durumunda, başka çözümler de olabileceğinin tartışmasını açtınız. İki kesimli iki toplumlu federasyon hedefini terk mi ettiniz?
Tam aksine, iki kesimli iki toplumlu federasyon hedefini sağlamak ve kaygıları gidermek için, desantralize federasyon önerisini sundum. Bu şekilde merkezi hükümetin yetkileri azalacak ve dolayısıyla Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rumların nüfus üstünlüğünü kullanarak, Kıbrıs Türk toplumuna tahakküm etme olasılığına ilişkin kaygılar da azalacak. Kıbrıslı Türklerin, merkezi devletin tüm kararları için bir olumlu oy talep etmeleri, Kıbrıslı Rumlarda, bunun, olası bir anlaşmanın çöküşüne götürebileceği endişesine neden olmaktadır. Yani Kıbrıs Türk toplumunun temsilcilerinin benimseyecekleri tezler, Ankara’nın müdahalelerinin sonucu olmasından endişe ediliyor. Yetkilerin desantralize edilmesinin amacı, vatandaşların gündelik yaşamları konusunda, kurucu devletlerin daha fazla özerk olmalarıdır. Aynı zamanda Kıbrıslı Türklerin olumlu oyunu reddetmeden, merkezi devlete katılan bakan/yetkililerin, yönetimin kötüye kullanılma olasılığının bulunduğu yerde, Kıbrıs Türk devletine zarar verecekleri bir karar almaları karşısında, olumlu oyu koruma kalkanı olarak kullanmalarını söylüyoruz. Yeter ki tıkanıklıkların aşılması yönünde etkin mekanizmalar olsun.
Kıbrıs sorununu ele almayı üstlendiğiniz zaman, merkezi devletin organlarının ve yetkilerinin artmasını önermiştiniz. Üzerinde mutabık kalınan yetkileri devletlere mi iade edeceksiniz? Bu yetkileri neden isimlendirmiyorsunuz?
Yetkileri artırmadık. Yalnızca geçmişte üzerinde anlaşmaya varılan yetkiler, bölümlere ayrıldı. Kıbrıslı Türklerin tek olumlu oyu ile ilgili ısrarı, Kıbrıs Rum toplumunda kaygıya neden olmaktadır, o kadar ki bu, olası bir anlaşmanın kabul edilmemesine bile neden olabilir.
Her halükarda, merkezi yönetimde tek egemenliği, tek vatandaşlığı ve tek uluslararası kimliği sağlama alacak yetkiler olmalıdır. Aynı zamanda AB üyesi olmaya devam edeceğimiz için, tek bir merkez bankası ile ekonominin birleşmesi garanti altına alınmalıdır. Ülkenin AB içinde temsiliyet konuları… Merkezi hükümette ana yetkileri oluşturacak olanlar bu konulardır, geriye kalanlar da toplumları oluşturacak.
Sayın Başkan, Kıbrıslı Türklere hangi konularda olumlu oyu tanıyorsunuz?
Bu alanlar kategorize edilmeyecek, bunlar madde madde sayılmayacak. Kıbrıslı Türkler, gerek Kıbrıs Türk toplumuna, gerekse Kıbrıs Türk devletine zarar verebilecek bir kararda, olumlu oya sahip olacaklar.
Yani Sayın Başkan, bu, genel bir çerçevede olacak…
Hayır, hayır… Sayın Eroğlu ile ortak bildiride anlaşmaya varılan noktalar (Şubat 2014) arasında, merkezi hükümetin bir ya da diğer kurucu devletin meselelerine ya da bir kurucu devletin öteki kurucu devletin meselelerine müdahale etmeme kuralı (non encroachment rule) vardı. Tam olarak bunu engelleyebilecek tek organ, merkezi yönetimin bir ya da öteki devlete müdahalesinin olma ihtimalinin olduğu yerde, Kıbrıslı Türkler tarafından olumlu oyun kullanılması olacaktır.
15 Nisan tarihine kadar, Güvenlik Konseyi’ne bilgi verilmesi için BM iyi niyet misyon raporuna hangi ilerlemeler not edilebilir?
Crans-Montana zirvesinin bitiminden beri, diyalogun kaldığı yerden devam edebileceğinde ısrar ediyorum. Hem Türkiye, hem de Türk tarafı bugüne kadar bunu reddettiler. Şunu hatırlatmak isterim, 16 Nisan 2018’de ve geçtiğimiz günlerde Sayın Akıncı ile görüştüğüm zaman, diyalogun yeniden başlamasının söz konusu olmadığı, net bir pozisyondu. Biz, ilerleme sağlanması için, yapıcı bir diyaloga her zaman hazırız. Yeter ki tüm taraflar iyi niyete sahip olsun…
BM Genel Sekreteri geçtiğimiz günlerde statükonun sürdürülebilir olmadığı konusunda uyardı. Eğer çıkmaza sürüklenirsek, bunun sonrası ne olacak?
Yani çıkmazdan kaçınmamız için, Türkiye’nin ya da Kıbrıs Türk tarafının taleplerini mi kabul edelim? Çıkmazdan kaçınmamız için, çözüme varmak amacıyla, yapıcı olmak gerekir. Elbette statükodan kaygı duyuyorum. Ki bu artık statüko da değil… Ona statüko adını verdiğimizden beri, durum daha kötü oldu. Tam da bu nedenle, ilerleme perspektifi yaratacak öneriler sundum.
Sonunda bölünmenin Cumhurbaşkanı olabileceğiniz konusunda eleştiriliyorsunuz…
Beni ilgilendirmiyor … Cevap vermiyorum ne de her gün duyduklarımla çatışmalar istiyorum. Beni ilgilendiren şey ülkem için ne kadar yararlı olacağımdır. Ve 45 yıldır çıkmazla karşı karşıyayız. Ve benden önce çözüm isteyen başka altı Cumhurbaşkanı vardı. Çözüm başarılmamasının nedeni ne idi? “Hâkim olan durumun” devam etmesinin ya da kötüleşmesinin nedeni nedir? Diyalog olmamasının sorumlusu ben miyim? Türkiye’nin müdahale haklarının ve garantilerin korunmasında ısrar etmesinin sorumlusu ben miyim? Kıbrıslı Türklerin sonunda özünde bir toplumun diğerinin kararlarını belirleyecek türde bir mekanizma istemelerinden ben mi sorumluyum?
Raporunda Crans Montana’da çözümle ilgili tarihi bir fırsat kaybedildiğini söyleyen Genel Sekreterdir. Orada sorumluluklarınız var anlamındadır…
Sorumluluğum, diğerlerinin yanısıra garanti sisteminin çağdışı olduğunu ve – garantörlerin değil, uluslararası organların katılımı ile yeni bir güvenlik sistemi ile değiştirilmesi, müdahale haklarının fesh edilmesi, askerin 60 İttifak Anlaşması düzeyine ulaşmamız için etkin şekilde azaltılması gerektiğini söyleyen Genel Sekreterin parametreleri temelinde bir çözümün başarılması için müzakereleri doğru şekilde ele almaktı. Maalesef Türkiye’nin garantilerin, müdahale haklarının ve işgal ordusunun varlığının devam etmesi ısrarı nedeniyle ilerleme olmadı.
İki kez Kıbrıslı Türklerin enerji konularında (EastMed’le ilgili örnekle) olumlu oya sahip olamayacağını savundunuz. Bunlar Kıbrıslı Türkler için hayati konular değil mi?
Doğal gazın dağılımında tabi ki birlikte karar vereceğiz. Öyle ya da böyle bu, enerji programı içerisinde vatandaşların refahını da güvenceye alacağımızı sağlamak için merkezi hükümette kalacak bir yetkidir. Dimitris Hristofias döneminde paylaşımla ilgili yakınlaşma da var.
Söylediğim şey başkadır: Kıbrıs’ın çıkarı muhtemelen AB’nin çıkarı ile özdeştir. Örneğin, eğer AB EastMed çözümünün çıkarlara daha uygun olduğunu ve doğalgazın Avrupa’ya en uygun taşınma yolu olduğunu söylerken Kıbrıslı Türklerin ve Ankara’nın tezi Türkiye’den geçmesi yönündeyken, Türkiye’nin çıkarının ne olduğunu mu yoksa Kıbrıslıların çıkarının ne olduğunu mu dikkate alacağız? Eğer EastMed çözümü uygulanabilir değilse, eğer Kıbrıs’a Terminal kurulması mümkün değilse, biz Kıbrıs Sorununa çözüm bulunduğu takdirde Türkiye aracılığıyla boru hattı çözümünü ihtimal dışı bırakmıyoruz ve bu seçenek daha uygundur. Şu an, AB EastMed’ın uygulanabilirliği ile ilgili araştırmayı finanse ediyor. Diyelim ki, her şey senaryolar temelinde bir sonuca varır, EastMed aracılığıyla AB’nin enerji güvenliğine hizmet eder. Ve karar konusu ortaya konur. Biz AB aracılığıyla hayata geçirilmesi gerektiğini söyleyeceğiz, Kıbrıslı Türkler Türkiye aracılığıyla hayata geçirilmesini söyleyecekler. EastMed örneğine bu anlamda değindim.
Üstelik, Hidrokarbon Fonu ile ilgili yasa tasarısını kim sundu? En kısa zamanda oylanmasında kim ısrar etti? Ve bu güçlü bir mesaj göndermek içindi: Kıbrıslı Türklerin haklarını gasp etmeyi hiçbir zaman aklımızdan geçirmedik.
Eğer Türkiye Kıbrıs MEB’sine sondaj gemisi koyarsa ne olacak? Nasıl tepki göstereceksiniz?
Tepki yöntemi uluslararası adımlardır, AB, yaptığımız işbirlikleridir… Bizim tarafımızdan tahrik yoktur. Sonuç olarak, uluslararası hukukun ve işbirliklerimiz içerisindeki ilişkilerimiz içerisinde tepki vereceğiz.