‘Anastasiadis Tatar İkilisi’nin, Doğal Seleksiyon süreci

Asım Akansoy

Adanın her iki tarafındaki yönetimler, pandemi koşullarını gerekçe göstererek, geçiş noktaları ile ilgili güçlü adımlar atmaktan ve açılmasını sağlamaktan ciddi anlamda geri durmaktadır.

Tüm dünyayı saran covid-19, bir yılda hayatın tüm akışını etkiledi. Pek çok dünya ülkesi ve ilgili uluslararası kuruluş, salgın karşısında sadece korunma yöntemleri ile önlem alınamayacağını, aktif bir virüsle mücadele planlaması ile hayatı sürdürülebilir kılacak önlemler alınabileceğini anlattı, durdu.

Dolayısıyla virüs konusunda sadece kısa vadeli günlük adımlar öngörmek veya sağlıkçılarla yol almaya çalışmak, aşırı koruma güdüsü ile hareket eden ve hayatın dinamiğini -doğal olarak- görme durumu olmayan otoritelerin elinde kalmak gibi bir ortam yarattı.

Dünya çok büyük bir ekonomik gerileme içerisine girdi, dünya ülkeleri ve ülkeler içi sınıflar, toplumsal kesimler, önlemlerden eşit bir şekilde yararlanamadı. Virüs herkesi vurdu ancak virüs önlemleri konusunda eşit bir uygulama söz konusu olamadı. 

Sağlık otoritelerinin verileri, başarısız siyasi yöneticilerin elinde kalınca ya hareketsiz kalındı ya da çaresiz…

* * *

Malum, Kıbrıs bir Avrupa Birliği toprağıdır. Kıbrıslı Türkler temsiliyet sahibi olamasa da, AB organlarının toplumumuzu da doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen kararlarda söz sahibi olmak için her türlü mücadeleyi vermesi gerekir. Müktesebatın kuzeyde askıda olması elbette önemli bir veridir, Avrupa Birliği vatandaşlarının Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşmakta olduğu ise, bir diğer veri. Her ikiside eksiktir ve fazladır. Her ikisi de bir anomalinin ortak paydasıdır. Ve bu durum pek çok tarafın sorumsuzluğu ile oluşmuştur. 

Covid-19 ile ilgili sadece ‘iki toplumlu sağlık komitesi’ üzerinden değil, doğrudan temas ile, toplumsal beklenti ve görüşlerimizin dikkate alınmasını sağlamamız gerekirdi.

Kıbrıs sorununun canlı çözüm sürecinde, hiçbir sorunu, konuyu ertelemeden ve ötelemeden ilgili tüm taraflarla çözme sürecini işletmek zorundayız.

Bizim, Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz, BM Güvenlik Konseyi kararları zemininden çıkmadan,  yeniden kurulmalıdır. Bugünün acil ihtiyacı da budur, diye düşünmekteyim.

Yerel veya salgın gibi küresel sorunlar karşısında toplumun hak ve çıkarlarının gözetileceği düzenleme ve taleplerin mutlaka dikkate alınacak, Kıbrıslı Türklere özel yeni bir mekanizma yaratılmalı ve çözüm odaklı bir yaklaşım ve genel strateji ile tüm ilişkiler yeniden değerlendirilmelidir. Bu bağlam ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ eksenini tamamen göz ardı edici bir çerçevede olamaz. Bu toprakların siyasi gerçekliği budur. Kıbrıslı Türklerin, sahip olduğu tüm haklarını bugünü ve yarını için sonuna kadar kullanmaktan başka bir çaresi yoktur. 

Yeniden belirteyim, BM zemininden çıkmayan bir çözüm perspektifi çerçevesinde, toplumun varlığının sürdürülebilmesi için gerekli siyasal, sosyal ve kültürel kurumsallaşma bağlamında yukardaki yaklaşıma özellikle ihtiyacımız olan bir dönemden geçiyoruz. 

Yaklaşık bir yıl önce, geçiş noktaları ile ilgili uygulamanın keyfi olmaması ve AB topraklarında uygulanan şartların geçerli olması; bunun için de virüs ile ilgili düzenlemenin adanın tamamına şamil kılınması ile ilgili görüşlerimiz dönemin Başbakanı Tatar tarafından dikkate alınmadı, havada kaldı. 

Salgının uzun vadeli olacağı, ülkelerin en az bir buçuk yıllık bir geçiş dönemi öngördüğü, buna uygun bir planlama yapılması gerektiği, ekonomi, çalışma hayatı ve sağlık konularında kısa vadeli yaklaşımların asla çözüm olamayacağı, insanların eve ekmek götüremez hale geleceği ifade edildi, yazıldı verildi…sunulan pek çok çalışma raporu yanında alınması gereken önlemler dizisini de unutmadan. 

Gelinen aşamada, her şeyi herkesten çok iyi bilen, statükonun bekçisi UBP zihniyeti sonuçta öyle bir duvara vurdu ki, ne inandırıcılığı kaldı ne de gücü. 

Elinden tutup çektiği toplumu da peşinden sürüm sürüm süründürdü…

* * *  

Başta Anastasiadis’in Lokmacı kapısını kapatması ile başlayan süreç, virüsün arkasına saklanan milliyetçilerin, iki toplum arasındaki sosyal ve ekonomik ilişkileri askıya almasına neden oldu. Oysa, ilk günden bu mücadele ortak kurgulanmalı ve verilmeliydi. 

Üç yüz yıl önceki klasik egemenlik anlayışının peşinden koşan ama aslında adayı bölmekten başka bir işe yaramayan Anastasiadis Tatar ikilisinin uyumlu siyasetinin ortaklaşma iradesi ne yazık ki yok. Kıbrıs’ta bölerek kaybetmeyi, birlikte başarmaya tercih eden milliyetçilik hezeyanının özneleri…

* * *

Bu noktada sorumluluk, düşünene ve gaile çekene düşer.  

Oysa salgına karşı mücadele ortaklığı ve toplumlar arası ilişkinin yeniden tesisi ile AB’ye adanın topraklarındaki sorumluluğunun hatırlatılması gerekirdi.

Ve bu büyük soruna karşı Kıbrıslıların hep birlikte ellerini taşın altına koyma kararlılığı büyük ortak iradenin göstergesi olurdu. Olmadı. 

Burada, görüşlerimizi dikkate almayan, dinlemeyen Tatar ve ekibini olduğu kadar, ortak mücadele konusunda kasaba politikacısı görüntüsünden öte bir tavır sergilemeyen Anastasiadis’i de tarihin iyi hatırlamayacağını belirtmek gerek. 

Yeni koşullarda, pandemiden ders çıkaranlar ayakta kalacak, Anastasiadis ve Tatar ikilisi, üç yüzyıl öncenin siyaseti ile kaçınılmaz olarak siyasetin doğal seleksiyonuna maruz kalarak, yok olacak, hatırlanmayacaklardır.