Kiriakos Cambazis, Andreas Efstatiu’nun bir insaniyet sembolü olduğunu belirtti…
Kıbrıslırum yazar, değerli arkadaşımız, zaman zaman bu sayfalarda yazılarına yer verdiğimiz ilerici insan, barış aktivisti Kiriakos Cambazis, Birgül Kılıç Yıldırım’a henüz bir bebekken 1974’te savaşın ortasında süt götüren ve kendi canını tehlikeye atarak bunu yapan “kayıp” yakını Andreas Efstatiu’nun bir insaniyet sembolü olduğunu yazdı.
Cambazis, sosyal medya paylaşımında şöyle dedi:
“Çok sevgili Sevgül Uludağ,
Her zaman yazılarını okuyorum ve çok etkileniyorum. Yazıların, ister bizden, ister sizden olsun, “kayıplar” nedeniyle acı çeken tüm insanların aynı acıyı çektiğini gösteriyorsun.
Ancak POLİTİS gazetesinde geçen Pazar günü çıkan ve Birgül Kılıç Yıldırım’ın “sütbabası”nı Yeroşibu’da ziyaretini anlatan yazı, gerçekten beni şoke etti – “sütbabası”nın götürdüğü sütler, Birgül’ün hayatta kalmasını sağlamıştı. Birgül’ün söyledikleri ve sevgisi var bu yazıda, bu insan kendi ölümünden korkmayarak ve kendini riske atarak, yeni doğmuş bir bebeği kurtarmaya çalıştığı için “kahraman” olmuştur. Bu durumda, hayat, ölümle alay ediyordu. Hayat, ölüme galip gelmişti. Andreas’ın eylemleri, insaniyete olan büyük sevgisini gösteriyor, bir bebeği kesin bir ölümden kurtararak kahramanlık mertebesine ulaşıyor.
Bu insan yani Andreas hem Kıbrıs’ta, hem Avrupa Birliği’nde onore edilmelidir. Kıbrıs ve Avrupa kendi ölümüne meydan okuyarak bir çocuğun hayatını kurtarmaya çalışan insanlara çok büyük ihtiyaç duymaktadır. Çünkü çocuklar, Avrupa’nın ve Kıbrıs’ın geleceğidir. Kıbrıs’ın bu tür insanlara başka ülkelerden çok daha fazla ihtiyacı vardır. Onu kahraman olarak ilan etmeliyiz… Çünkü tüm Kıbrıslılar’a ve Avrupalılar’a örnek bir insanlık modelidir.
Andreas’ın hareketi ve Birgül’ün hikayesi beni çok etkiledi. Şunu gizlemeyeceğim, hayata sevgi ve insaniyetin yüceltilmesi karşısında gözyaşlarımı tutamadım… Çok değerli arkadaşım Sevgül, bize her Pazar günü makalelerinle verdiklerinden ötürü sana çok teşekkür ediyorum – hangi dili konuşursa konuşsun, hangi etnik gruba ait olursa olsun, hangi dine inanırsa inansın, insanlarımıza yönelik sevgi tohumlarını ekiyorsun hep yazılarınla…
Ve bu öykü bütün çocuklarımıza okutulmalıdır…”
Biz de değerli arkadaşımız Kiriakos Cambazis’e bu içten gelen sözcükleri nedeniyle teşekkür ediyoruz.
Kıbrıslırumlar, “kalıp yargıları” kırıyor, tartışmaya devam ediyor… Dimitris Dimitriu yazdı:
Milliyetçilere sorular…
Kıbrıslırumlar arasında “kalıp yargıları” kırarak her konuda tartışma yürüten ilerici çevrelerden seçtiğimiz metinleri, okurlarımızla paylaşmaya devam ediyoruz. Bu ilerici Kıbrıslırumlar’dan Dimitris Dimitriu, geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı bir yazıyı, ricamız üzerine Rumca’dan İngilizce’ye çevirerek sayfamızda yayınlanmak üzere bize gönderdi… Biz de bu metni İngilizce’den Türkçe’ye okurlarımız için özetle çevirdik. Dimitris Dimitriu “Son günlerde yürütülen bazı tartışmalar üzerine” başlığını verdiği yazısında şöyle diyor:
*** Facebook’ta her defasında siyasi bir tartışma olduğunda, milliyetçilerin bir soru sorarak argümanlarını başlatmaları bana biraz komik geliyor (çünkü bu onların alışık olduğu sözde bir diyalog şeklidir). Bu soruların yanıtları da önceden belirlenmiş bir şekilde orada duruyor: Bir tarafa resmi söylemin yurtsever veya “milli olarak doğru” kabul ettikleri yanıtları koyuyorlar. Resmi söylemden ayrılan herhangi bir söylem hainlik olarak algılanarak derhal o hain (veya antikonformist) dışlanıyor, hiç tereddütsüz şeytanlaştırılıyor.
Bazı örnekler vereyim:
Resmi söylem, Kıbrıs sorununun bir yabancı işgal sorunu olduğunu ileri sürüyor. Kıbrıs sorununun Türk işgalinden çok daha önce var olduğunu, en azından Akridas Planı döneminden beridir var olduğunu, 1974’ün birbiriyle yakından bağlı tarihsel olayların bir dönüm noktası olduğunu söyleyen herhangi birisi, hiç kuşkusuz bir haindir. Böyle bir iddiada bulunan şahıs, “ulusu kendi elleriyle yaralamaktadır…”
Kıbrıs sorununun uzlaşmaz ve uzun zamandır devam eden çatışmacı iki milliyetçilik arasında bir egemenlik mücadelesi olduğunu, yurdumuzun bundan ötürü nefret, yıkım, kan dökülmesiyle karşı karşıya kaldığını ve bundan iyi herhangi bir şey çıkmadığını söyleyen şahıs da hiç kuşkusuz bir haindir. Çatışmanın tek suçlu tarafı olan “barbar” Türk milliyetçiliğine bir “mazaret” sunan bu tarz görüşler söyleyen şahıs, hiç kuşkusuz bir haindir.
Çoğunluğun egemen olduğu bir hükümet biçiminin tek demokratik model olmadığını (Tocqueville bunu çoğunluğun zulmü olarak tanımlamaktaydı) anlatmaya çalışan bir şahıs, hiç kuşkusuz bir haindir. Federal sistemlerin de demokratik yönetim biçimlerinden biri olduğunu savunan, tüm toplumların aktif biçimde devletin idaresine katılarak uzlaşma ve kapsayıcı bir demokrasinin eşitlikçi bir tarzda kurulabileceğini, böylece insanların kendi evlerini, kendi hayatlarını ve kendi geleceklerini doğrudan ilgilendiren konularda etkili olabileceklerini izah etmeye çalışan bir şahıs, bir haindir. Bu şahıs haindir çünkü federasyon aracılığıyla ülkesini Türkler’e satmak istemektedir, Kıbrıs’ı “Türkleştirmek” istemektedir, Kıbrıslırum siyasi-ekonomik elitinin egemenliğini ve onların Kıbrıs üzerindeki “doğal” tekelini yok etmek istemektedir.
Milliyetçilerin biz yeniden birleşmecilere (yani iki toplumlu, iki bölgeli federal bir sistemle birleşecek bir Kıbrıs’ı savunan biz insanlara) yönelttikleri “akıllı” ve “çekici” sorulardan birisi de, kamuoyu önündeki süreçleri şeytanlaştırma çabalarını yansıtıyor: “İki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon çözümünde Türk askerlerinin adada konuşlandırılmasını kabul ediyor musunuz?”
İnanıyorum ki böylesi sorulara benzer biçimde, yani karşı sorularla tepki göstermeliyiz. Gueterre’nin nihai bir anlaşmaya varmadan önce “sonuncu mil” sözcüklerini veya onun son derece yapıcı altı noktalı çerçevesini tekrar etmek, boşa zaman harcamaktır gerçekten. Şundan eminim ki milliyetçilerin herhangi bir güç paylaşımının sözkonusu olduğu bir çözüme yönelik kulakları tümüyle sağırdır. Bence milliyetçilere soracağımız soruları şöyle sıralayabiliriz:
Tercihiniz Kıbrıs sorununun çözümsüz kalması ve böylelikle 40 bin Türk askerinin Kıbrıs’ta daimi (ve sonsuza kadar) konuşlanmasını mı tercih ediyorsunuz? Bu gerçekten yurtsever bir tavır mıdır?
Bize Türk askerlerinin, kapsamlı bir çözüme varma dışında nasıl geri çekileceğine ilişkin başka herhangi bir yönteminiz var mıdır? Bu yöntemi anlatır mısınız? Yoksa kalplerinizin derinliklerinde askeri bir cepheleşme mi istiyorsunuz? Böylesi bir durum, gerçekçi konuşmak gerekirse, tümümüzü de Kıbrıs dışında göçmen kamplarında yaşamamıza yol açacaktır. Başka şekilde söyleyecek olursak, 1974’te olmuş olanların intikamını almak maksadıyla yeni bir savaş çıkarmak mı istiyorsunuz ve böylesi bir savaşta bir tek “düşman”ın yara alacağı yönünde bir fantezi mi kuruyorsunuz?
Kıbrıs sorununu bir futbol ligi olarak mı görüyorsunuz? Türk milliyetçiliğine karşı Yunan milliyetçiliğinin oynadığı ve her bir takımın öteki takıma karşı gol mümkün olduğunca çok gol atmaya çalıştığı bir maç olarak mı görüyorsunuz Kıbrıs sorununu? Kıbrıs sorununun “futbollaştırılması”nın yaradığı tek şeyin, barışa ve Kıbrıslılar’ın refahına karşı gol atmak olduğunu hiç düşündünüz mü?
Siz milliyetçiler ne kadar da naifsiniz (hafif bir deyim kullanmak gerekirse) ki bir toplumun mutluluğunun, öteki toplumun yanan eti üzerine kurulacağına inanabiliyorsunuz? Bunu geçmişte kaç defa denediniz ve böylesi eylemlerden çıkan gerçek tarihsel sonuçlar nelerdir?”
(Dimitris Dimitriu – Türkçesi: Sevgül Uludağ – 27.8.2020)
İncecik kokulu papatyalar biter toplu mezarlarda…
İncecik kokulu papatyalar biter toplu mezarlarda
gömlek düğmeleri kalır toprakta...
İnsan kalıntıları kalır, kemikler...
Acılar ve hatıralar kalır hep geride...
Ful küpeler kalır toplu mezarlarda,
potinler ve kemerler, naylon çorapçıklar ve kravatlar
hiç bozulmadan kalırlar
İnsanların gelişigüzel fırlatılıp atıldığı,
işaretsiz, belirsiz mezarların öyküsünü anlatmak ister papatyalar
ve büyürler toplu mezarlardan çıkarak...
Kayıp babaların kardeşlerin annelerin
masum çocukların gülüşü hatırlanır
kalplerde yalnızca bu kalır
Bir dokunuşları, bir okşamaları, bir gülümsemeleri
unutulmaz, kalplerde kalır...
Kan lekeleri silinmez ruhumuzdan,
bu da kalır geride...
Hatıralar kalır...
Toplu mezarlara gelişigüzel biçimde fırlatılıp atılmış
sessiz "kayıplar"ın öyküsünü anlatmak ister papatyalar...
Ve parlak gömlek düğmeciklerinin deliklerinden geçerek
büyümeye çalışırlar...
Gözyaşları kalır...
Sevgül Uludağ - 21 Ağustos 2020
(Bu yazdıklarım, çok sevgili arkadaşım ressam Nilgün Güney tarafından "kayıplar"la ilgili yaratılmış olan burada gördüğünüz bu tabloya adanmıştır...)