Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Geçtiğimiz günlerde, Ercan ile Afanya arasındaki yol kapatılarak bölgedeki köylere ulaşım başka güzergahlardan verilirken, ben de köyüm Aya’ya (Dilekkaya) gidip gelmek maksadıyla mecburen Angastina (Aslanköy) güzergahındaki yolu kullandım.
Bu yolda bir köprü vardır... Köprüden geçerken sanki tuhaf sesler duydum ve garibime gitti... Oldukça hisli biriyim ben ve bu durumu garipsedim.
Köye gider gitmez, yaşlı bir akrabamıza giderek bu köprünün ne gibi bir özelliği olduğunu sordum.
O zaman duyduklarım beni çok şaşırttı... Yaşlı akrabam bana, “Bazı Kıbrıslıtürkler 1974’te o köprünün yanında bazı Kıbrıslırumlar’ı öldürdülerdi ve onları bu köprünün civarına gömdülerdi” diye açıkladı...
Ben de çektiğim resimleri size gönderiyorum ve bu konuda lütfen Kayıplar Komitesi ile temasa geçiniz, Angastina köprüsünün altını ve civarını bir araştırsınlar lütfen, yaşlı akrabamızın söylediği “kayıplar”ın gömü yerini belki bulabilirler...”
Okurumuza verdiği bilgiler ve bizimle paylaştığı fotoğraflar için çok teşekkür ediyoruz. Konuyla ilgili olarak okurumuzun isteği doğrultusunda, Kayıplar Komitesi yetkililerini bilgilendirmiş bulunuyoruz.
Angastina’da (Aslanköy) biz de bazı olası gömü yerleri göstermiştik, bunların bir kısmı kazılmış ve bazı “kayıplar”dan geride kalanlara ulaşılmış, bazıları ise kazılmamıştı...
Angastina’dan başka, Ayakebir’in köprüsünün altına da bazı “kayıplar”ın gömülmüş olabileceği yönünde söylentiler de bulunuyor.
Yine aynı bölgede, Ayakebir-Tremeduşa yöresinde bazı diğer olası gömü yerlerini yıllar önce Kayıplar Komitesi yetkililerine bazı şahitlerle göstermiştik, bu alanlarda da henüz kazı çalışması yapılmadı.
Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi okurlarımızı, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya davet ediyorum.
Kayıplar Komitesi’yle temas kurmak isteyenler ise 181 ihbar hattını arayabilirler.
Konuşalım ki bilinmeyenler açığa çıksın, gerçeğe birlikte ulaşabilelim... “Kayıp” yakınlarının onlarca yıllık bekleyişi sona ersin... Hem Kıbrıslıtürk, hem Kıbrıslırum “kayıp” yakınları umutsuzlukla, yıllardır sevdiklerinin akibetini öğrenmeyi bekliyor. Onlara yardımcı olmak, bir insaniyet görevidir, bir şey biliyorsak isimli veya isimsiz olarak bunu paylaşalım ki bu insani görevimizi yerine getirmiş olalım...
“Bir zamanlar Kıbrıs’ta ölümle ilgili adetler, gelenekler, batıl inançlar...”
TALES OF CYPRUS (“Kıbrıs’ın öyküleri”) başlıklı sosyal medya sayfasının yöneticisi, değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle’in çeşitli kaynaklardan derlemiş olduğu “Kıbrıs’ta ölümle ilgili adetler, gelenekler”e ilişkin yazısını okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Avustralya’da yaşamakta olan arkadaşımız Konsantinos Emmanuelle, şöyle yazıyor:
*** Bugün biraz daha ağır bir konuya odaklanmak istiyorum: Ölüme ya da daha doğrusu, Kıbrıs’ta ölümle ilgili gelenekler, inanışlar ve adetlere, özellikle 1950’ler öncesine...
*** Biraz araştırma yapınca, Kıbrıslı atalarımın oldukça batıl inançlı olduğunu ve sevdikleri biri öldüğü zaman kimi tuhaf davranışlar sergilediklerini keşfettim.
*** 1946 yılında üçüncü baskısı yayımlanan “Romantik Kıbrıs” başlıklı kitabında, yazar Kevork Keşişyan, “birisinin öleceği anlaşılır anlaşılmaz derhal yataktan alınıp yere serilmiş olan bir örtü üzerine konuluyor” diye yazıyor. Görünen o ki bu, ölmekte olan şahsın mütevazi biçimde vefat edebilmesi için yapılıyordu. Papaz son dualarını etmek üzere davet ediliyordu.
*** Bir kez bir şahıs vefat edince gözleri kapatılıyor ve ağızları bağlanıyordu, böylece kötü ruhlar içine giremeyecekti... Sonra da ölünün naaşı ılık suyla yıkanıyor ve başının geçebileceği büyüklükte bir deliğe sahip beyaz bir bez giydiriliyordu kendisine. Bu beyaz kumaş, saflığın sembolü idi... Ölen şahsın elleri çaprazlama konuyor ve Hazreti İsa’nın ölümünü sigmelemek üzere bir sicimle bağlanıyordu. Nihayetinde ölünün naaşı beyaz bir çarşafla örtülüyordu. Bu geleneklerin Kıbrıs’ta hala devam edip etmediğini merak ediyorum.
*** Ölülerle ilgili batıl inançlara gelince, geçmişte bazı ilginç pratikler ve inanışlarla karşılaştım. Bunlardan bazıları dikkatimi çekti...
*** Görünen o ki, çok uzun yıllar önce bir şahıs köyde öldüğü zaman, ölünün evindeki bütün fotoğrafları veya aynaları siyah birer bezle örtmek veya yüzlerini duvara doğru çevirmek gelenek imiş. Fotoğraflar, resimler ve aynalar 40 gün boyunca böyle kalıyormuş. Bunu neden yaptıklarından emin değilim, belki kötü ruhları kovmak üzere mi yapılıyordu bu?
*** Yine bir diğer batıl inanç da, ölü şahsın başında bir kişinin nöbet tutması idi – bunu, bir kedi geceleyin ölünün üstüne zıplayıp da ölünün bedenini lanetlemesin diye yapmaktaydılar.
*** Yine bir zamanlar şöyle bir gelenek varmış: Ölüyü bir odaya koyuyorlar ve tüm kapılarla pencereleri açıyorlarmış, ölünün naaşının başucu ve ayakucuna da iki mum yakıyorlarmış. Aynı zamanda ölünün naaşının yanına bir tabak buğday koyuyorlarmış, üstüne de sazlardan haç içareti yapıyorlar ve bir de tütsü yakıyorlarmış. Burada buğdayın “yaşam döngüsü”nü sembolize ettiğini anlıyorum, daha önce ailede ölmüş olanların ruhlarının gelip de ölü şahsı ziyaret etmeleri ve ölünün ruhunu alıp onu sonraki hayatına götürebilmeleri için kapı ve pencereler açık bırakılıyormuş. Tabii ki kapılar açık olunca, geceleyin bir kedi de odaya rahatlıkla girebilirdi diye düşünüyorum.
*** Bir zamanlar Kıbrıs’ta ölüleri sabahleyin gömdüklerini de keşfettim. Ölünün naaşı defnedilmeye götürülür götürülmez, derhal evdeki her bir su testisindeki sular yere boşaltılıyormuş, böylece ölünün ruhu ferahlatılmaya çalışılıyormuş. Görünen o ki, köydeki her bir evhanımının bunu yapması beklenmekteymiş.
*** Genelesek bir Ortodoks Hristiyan cenazesinde, papaz ölünün evinden kiliseye kadar yas tutanların başına geçiyormuş ve yol boyunca ilahiler söylüyor ve tütsü yakıyormuş... Cenazeye ölenin tüm akrabaları ve arkadaşları, kimi zaman da tüm köy katılmaktaymış ve cenazeye katılanlar yüksek sesle acılarını ifade ediyorlarmış.
*** Yaygın bir inanışa göre papaz eğer ölü kiliseye götürülürken dönüp geriye bakarsa, bu cenazeye katılanlardan biri yakında ölecek demekmiş. Bir diğer batıl inanca göre eğer papaz, cenazeden hemen sonra bir düğüne giderse, ya gelin ya da güveyi bir sene içerisinde ölecek demekmiş... Bana göre bu oldukça iç karartıcı bir düşünce...
*** Genç bir çocukken, bir keresinde Leymosun’un Arçoz köyünde bir cenazeye katılmıştım. 1974 yılının ilkbaharı idi... O cenazede yüksek sesle ağlayanlar ve ağıt yakanları hatırlıyorum... Bu ağlamalar, özellikle siyahlar giymiş bir gup kadından yükselmekteydi... Mezarın yanına geldiğimizde bu kadınlar kızgınlıkla, göğüslerini yumruklamaya başlamışlardı ve bir noktada birkaçı da açık mezarın içine atlamaya çalışmıştı. Çok şükür yakınlarında duranlar onları zaptedebilmişti.
*** Bu kadınların “profesyonel yas tutucular” mı yoksa ölünün akrabaları mı olduğundan emin değilim. Özellikle bir kadını hatırlıyorum, belki de ölenin karısı idi, ileri geri sallanıyordu mezarın başında ve bir tür ağıt yakıyordu... Doğruyu söylemem gerekirse, tüm bu manzara karşısında sarsılmıştım biraz.
*** Bir kez ölen şahıs mezara indirilince, bedeninin üstüne yağ dökülüyor ve buğday serpiliyordu ve yas tutanlar da birer avuç ya da birer kürek toprak atıyorlardı ölünün üstüne. Definden sonra ölünün evine gitmiştik, burada ekmek, hellim ve zeytin ikram edilmişti bize. Yetişkinlerin ise kırmızı şarap içtiğine tanık olmuştum.
*** Yakın geçmişte biryerlerde şöyle bir şey okuduğumu da hatırlıyorum: Kıbrıs’ta cenaze töreninde yas tutanların ellerini suyla yıkayıp bu suyun bulunduğu testileri de kırıp mezarın üstüne saçmaları gelenekmiş. Eve geri dönerken de cenazeye katılanlar buldukları ilk su kaynağında durup yüzlerine ve yere su serpiyorlarmış... Tüm bunları niye yaptıkları, o yazıda yazmıyordu ama...
*** Ölen şahsın gömülmesinden sonra kırk gün boyunca, mezarlarında bir mum sürekli yanmaktaymış. Bu ışığın ölünün ruhunun yükselmesine ve onu kötü ruhlardan koruyacağına inanılmaktaydı. Ölen şahsın ruhunun 40 gün boyunca yeryüzünde kaldığına inanılıyordu. Ölünün defnedilmesinden sekiz gün sonra, “Golifa” denen kaynatılmış bir tabak buğday ve beş somun ekmek kiliseye götürülüyor ve ölünün ruhunun ayrılabilmesi için özel bir ayin düzenleniyordu. Bu ayinin sonunda, ayine katılanlar golifayı paylaşıyor, papaz ise kendi hizmetleri karşılığında beş somun ekmeği alıyordu. Ölünün akrabaları böylece papazın kutsamasıyla, ölü akrabalarının ruhunun rahatladığına inanmaktaydılar.
*** Yazar Lois Cemal’a göre Kıbrıslıtürkler’in de ölüme ilişkin pek çok batıl inanışları vardır. Örneğin bazıları Cuma günü ölenlerin doğrudan cennete gideceğine inanıyormuş. Aynı zamanda bebekler ve hamile kadınların cenazeyi görmemeleri gerektiğine inanıyorlarmış. Bunun nedeninden emin değilim...
*** Aynı zamanda şunu da merak ediyorum: Acaba Kıbrıs’ın Ortodoks Hristiyanları, Kıbrıs’ın Müslümanları gibi ölülerini kefene sarılı vaziyette veya açık tabutta gömmeleri yaygın bir pratik miydi? Geçmişte Kıbrıs’ta mezarlıklar toplumsal mezarlıklar mıydı yoksa belli bir zaman sonra vefat edenin kemikleri mezarından çıkarılmak zorunda olunan bir ritüel var mıydı?
*** 1925 yılında Kıbrıs’a gelen gezi yazarı Paul Wilstach, Müslüman ve Hristiyan cenazeleri arasındaki farkları not etmiştir... “Müslüman enazelerinde başıboş bir erkek kalbalığı gördüm, bunlar altı kişinin omuzlarında taşınan, boyasız bir tabutu taşımaktaydılar, etraf toz içindeydi... Tabut kapalı değildi ancak üstü bir örtüyle örtülmüştü... Tabutun bir kenarına tutturulmuş bir değnek üzerinde bir fes vardı... Ölünün naaşı tabuttan çıkarılarak, doğrudan toprağa gömülüyordu, korumasız biçimde, sözün tam anlamıyla topraktan gelip toprağa gidercesine... Oysa bir Ortodoks Hristiyan’ın cenazesi, şahıs ne kadar fakir olursa olsun, ucuz bir gösterişle çevriliydi... Birkaç papaz ölünün evinde ayine başlıyor, sonra da yas tutanları kiliseye ve nihayetinde de mezarın başına kadar götürüyorlardı... Yas tutanlar aile ve arkadaşlardan sadece erkeklerden oluşuyordu, kadınlar evden ayrılmıyordu...”
*** Wilstach’ın Hristiyan cenazeleriyle ilgili yazdıklarını okumak beni şaşırttı, özellikle de kadınların cenaze törenlerine katılmayışını yazması. Bu kurallar ne zaman ve neden değiştirilmişti? Wilstach aynı zamanda bir Ortodoks cenaze töreninde tabutun üzerinde bir kapak olduğuna ancak bunun mezara gidinceye kadar tam olarak kapatılmadığına dikkati çekiyor.
*** Wilstach, tabutun kapatılmamasının Osmanlı döneminde Türk yetkililerin defin öncesinde ölen Hristiyan’ın naaşının kimliğini doğrulamak için kontrol etmelerinden kaynaklanan bir gelenek olduğunu anlatıyor. Görülen o ki o zamanlar Kıbrıslırumlar’ın sevdikleri birisinin Türkler’in askere alması ve kendi halkına karşı savaşmasını önlemek veya daha yaygın biçimiyle işledikleri suçlardan ötürü cezalandırılmaktan kaçmalarına yardımcı olmak maksadıyla boş tabutları gömmeleri yaygın bir pratikti...
*** İşte benim Kıbrıs’ta ölüm ve definle ilgili çok eski gelenekler, görenekler ve inançlarla ilgili makalem böyle. Daha fazla şey öğrenmek istiyorum. Siz de lütfen bu konudaki gözlemlerinizi paylaşınız...
Kaynakça:
“Akdeniz Adaları” (“Islands of the Mediterranean”) – Paul Witstach (1926)
“Romantik Kıbrıs” (“Romantic Cyprus”) – Kevork Keşişyan (1946)
“Kıbrıs Halkının bazı gelenekleri” (‘Some Traditional Customs of the People of Cyprus’)– Ismene Hacıkosta ve D.A. Percival (1944)
“Kıbrıs’ta cenazeler” (‘Funerals in Cyprus’) - Lois Cemal (2016) www.cyprusscene.com
(TALES OF CYPRUS (Kıbrıs’tan öyküler) sosyal medya grubu yöneticisi Konstantinos Emmanuel’in yazısını derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).