Neriman Cahit
Yazılmaya – yine – Mehmedali Tremeşeli’nin teklifi ve ısrarı üzerine başlanmış… Ama, öncelikle ilk başlayanlar sürdürmemiş, sonra da: “Ayios Sipiridon’un Çanları” adı ve “Mehmet Ali Tremeşeli’nin Anıları” alt başlığı ve Remzi Halluma’nın yayına hazırlayarak (402) sayfalık, oldukça başarılı romandan sonra: “Bizi zaman yenecek ve anılar kalacak” diye sık sık yineleyen Tremeşeli… hayata veda ederayak, hayatını bir kez daha kaleme aldırmış: Yazar Arslan Mengüç’e:
Ben Tremeşeli Mehmet Ali
adlı kitabında… ki, bol resimli – Anılı ve “onunla ilgili” yakın dostlarının da konuşturulduğu kitap oldukça bilgi verici…
Kitabın arka kapağına, Ahmet Tolgay şu notu düşmüş:
“Tremeşeli, hakkında bilinenler ve bilinmeyenlerle daha yaşarken efsaneye dönüştü. Onun en içten ve en kapsamlı anlatımlarını içeren belge elinizde tuttuğunuz kitaptır.
(…) Tremeşeli’nin, kanınızı donduracak anlatımlarına karşın, o, yaşadığı müthiş dönemin koşulları içinde değerlendirilmeli…”
***
Kitabın yazarı Mengüç ise:
“Tarihi Olayları zaman ve mekandan ayırarak değerlendirmek, insanları, büyük bir yanılgıya iter. Bizim, o günkü mücadeleyi anlayabilmemiz, olaylara bir de, o mücadeleyi yapanların gözüyle bakmamız sayesinde mümkün olabilir…
Bu kitapta, çılgın bir Türk ve onun çevresinde birleşen bir avuç ‘Adsız Kahraman’ın Varoluş Mücadelesi’ ve bayraklaşan direnişi, birinci tekil şahsın ağzından anlatılıyor.” diye not düşmüş…
TAM DA ZAMANINDA…
‘Üç yüz elli beş sayfalık’ bu kitap, doğal olarak Tremeşeli’nin de söyleyemeyeceği bazı gerçekler yanında, “TMT Gerçeği ve Toplumsal Direniş vb.” konularda oldukça gerçekçi… Değil mi ki:
“(…) Lefkoşa’nın ilk Serdarı Kemal Şemiler ve Alpay Mustafa gibi hayatta olmayan diğer silah arkadaşlarımız, kendilerini tarih önünde savunamayacaklarından, suskunluğu bozmak zorunda hissettim…
Yaratılan, yalanlarla dolu bir tarihin, gelecek kuşaklara aktarılmasını engellemek, bugün hayatta olan silah arkadaşlarımın ve benim, son görevimizdir diye düşünüyorum…” (23 Eylül 2012)
***
Aslında – eksik ya da fazla – yaşamın bir kıyısında ve tam da zamanında yaz(dır)mış anılarını. İyi ki de öyle yapmış…
Sanırım onu buna iten “Adamızın / Ülkemizin” gittikçe insanını mutsuzluğa ve sadece birbirine karşı değil, ‘doğaya ve hayatın kendisine dair, saygısızlığı’ da olmuştur…
Tıpkı, yaşamla – ölümün, acıyla – sevincin, umutla – umutsuzluğun’ birer yansıması olduğu gerçeği gibi…
İnsanımızın, artık, Ada’ya dahi sığmayan dünyalarındaki ‘fırtına ve umutsuzluk…’
‘Ben – öteki’ kıyısındaki akla / yüreğe sığmayan parçalanmalar… Ama, bunları ‘tek bir düşe’ bile dönüştürememenin acısı…
Ve, hayatının giderek, “ölüm-dirim.” duygu ve düşüncelerine bağlanışı…
OYSA UNUTMAK…
Yaşadığımız onca şeyi getirip önünüze koyacak Tremeşeli, ‘kendini, özne kılarak’ haberiniz olsun; ama bu kitap kesinlikle okunmalı… Okumalısınız !
Daha ilk satırıyla sizi çıkaracağı “duygu yoğunluğuna” kefil olamam; ama, okumalısınız… Okumalı ve eğer ‘akraba ve tanışınız’ varsa, onları da yazmaya teşvik etmelisiniz…
‘Uzak’ gibi gelen geçmişimizin bir bölümüne uzanabilmek için…
Ve, bir de: “Artık sık sık üzerinde durmanız gereken: “Bellek yitimi / Belleksizleştirilmeye” karşın… Bu kitabı da “hayat yolculuğunuza katmanız…
İnanın ki, okumaya değer… Değecek…
Belki… Siz de kendinizin… ya da bir yakınınızın öyküsünü yazmaya soyunursunuz…
///////////////////////////////////////////////////
YORGUNUM
Rüzgarın sesi soluyor
deniz yitirmiş mavisini
suyun aynası kırık…
Yaşlı bir kadın
göğe çevirmiş yüzünü
“Her karanlık gecede bir yıldız
mutlaka vardır, iyi bakın!” derken…
Ağlıyor onunla gece…
ve saklanıyor bir batığın sessizliğine…
Aynalara büyüdüm için çocuk…
Yarım bir hayat nasıl tamamlanır anne
nasıl kaçılır karanlıklardan, hükümlü
bir geceden…
Yorgunum…
Gri bir yağmur yağıyor durmadan ömrüme…
Artık karanlıklarıma bir isim
aramıyorum anne…
Çocukluğuma dokundukça kuşlarım kanıyor
Özlediğim o eski sokaklarda
peşimde bir çocuk… yürüyüp duruyor…
Sesinin kuşlarına yazdım bu şiiri anne
Eskiyen anıları teyellesene geceliğime
Gözyaşlarıma değiyor ellerin
Silme…
Anne…
Yine kuşları dinliyorsun benim yerime…
Her karanlık gecede…
Mutlaka bir yıldız vardır…
Değil mi anne…
Neriman CAHİT
/////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
DUY O DİPSİZ UĞULTUYU…
En uzun yolculuğunda / ruhum yorgun
kendi gölgesini taşımaktan
acı eğirir nenem hala. Çıkrığı yorgun
unutur akmayı su
sözün yamacını kanatır
koyulaşır acı. Sim ve siyah…
Açık vermez mayıs ayaza…
Yasemin yine kuruldu. Öldü zambak. Sustu ay.
sustun…
Konuş
çocukluğunda çaldığın erik, dinlediğin masal
emdiğin süt, yediğin dayak
İçinde üryan yıkandığın
çınarın suyu kadar konuş…
Ak ille de sevdaya…
Duruşun yamaç
yüzünün neresi Beşparmak?
Bir mikrop gibi
geçmişi bulaştırıyorum bugünüme
hiç silinmedi çocuk sesim hafızamdan
hayatım bir derleme çocukluğumdan…
Toz kondurmuyorum yaralarıma…
Yorgunum / nicedir
iç sesim bir kuru diken
hücrelerime sızan bu kekik kokusu
çok eskil
zamanın gizleri hala meçhul…
Toprağı, suyu ve dağı tanrısı bilen
o en eski Kıbrıs kadını
ruhumda mesken
keçisi, koyunu, öküzü, eşeği
kızı… ve kırk bin yıllık sevdasıyla
koynuna aldığı yavuklusu
kara toprağı…
Bir ak güvercin
bir kınalı keklik çıkar gider
çıkar gider, dualarının bile
ulaşamadığı uzağını…
Diker başını Beşparmaklara
Ve ünler: Söyleyin, benden önce
benden öte, kaç bilinmedik ota
kaç yaralı kuşa, kaç sevdaya
ve ayrılışa
kilit vurdu hükmü zamanın
kaç çocuk ölüme doğdu ekin tarlasında
ve kaç kuşun yuvasını bozdu kalanlar
söyleyin… yol var mı ölümden öte?
Anamın, benim, kızımın ve bu toprağın
doğum çığlığı
hala kulaklarımda / gönül suyunun
sarı ağıdı…
çocukluğumun yuvası yıkık kırlangıcı
başak kokusu, anamın teri…
Toprağı tanrı bilirdi nenem
sına kendini bir tohumla
derdi yeniden… yeniden…
Sonra
örtüştü köydeki yalnızlığımız
Şeherle bin beter
çürüyen kökte
o derin susku ve sessiz kelam…
Çün hayat suyumuz tenha
söz tenha…
Birgün
zamanın anahtarını düşürdük elimizden
karardı masal kuşları bile
kan bulaştı iç sularımıza…
Ak bir kuş bekliyorum
beni günahlarımdan kurtaracak
yüzüme vuruyor evrenin hıncı
gölgemin, içinde kaybolduğu
mahşer…
Anlamı yok. Sus ve dinle. Sustur özlemi.
Sus ve dinle, kıyılarına vurmuş mahşeri
dinle, bir dağı,ormanı, sarı sabırı
bir dikeni, böceği
dinle, içindeki o deniz zonklamayı…
Duy o dipsiz uğultuyu
Ve dinle…
Ve dinle…
Neriman CAHİT