ANILARINI YAZDI, ASKER YAKALADI!

YENİDÜZEN’in konuk yazar bölümünde yayınlanan “Lokmacı Askerlerine uygulanan şiddete hayır” başlıklı yazının yazarı Halil Karapaşaoğlu, Lokmacı Barikatı’nda polis tarafından göz altına alınarak askerlik yaptığı bölüğe teslim edild

 

 

 

YENİDÜZEN’in  konuk yazar bölümünde yayınlanan “Lokmacı Askerlerine uygulanan şiddete hayır” başlıklı yazının yazarı Halil Karapaşaoğlu, Lokmacı Barikatı’nda polis tarafından göz altına alınarak askerlik yaptığı bölüğe teslim edildi. Askerliği bugün bitecek olan Karapaşaoğlu yazısında birliğinde rütbeli komutanların askere dayak attığını, küfür ve hakaret ettiğini yazmıştı…

Halil Karapaşaoğlu’na bölündüğe dava okunarak, dün akşam saatlerinde serbest bırakıldığı öğrenildi.

 

BARAKA AKTİVİSTLERİ OLAY YERİNDEYDİ

Olayın duyulmasının ardından Baraka aktivistleri Lokmacı Barikatı’nda toplanarak, arkadaşlarını beklemeye başladı. Burada bir açıklama yapan Baraka üyeleri her türlü askeri kurumda uygulanan şiddetin son bulmasını istedi.

 

İşte Halil Karapaşaoğlu’nun, YENİDÜZEN’de çıkan yazısı

 

Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığına;

Lokmacı Askerlerine Uygulanan Şiddete HAYIR!

 

 

<< Bizler günde 10 saat nöbet tutarken, güneye, Kıbrıslı Elen askerlere doğru bakmıyoruz. 10 saat kuzeye bakıyoruz sadece. Çünkü gerçek tehlike içimizde. Rütbeleri hala alınmayan, hayatı boyunca ne paylaşmasını bilmiş, ne sevmesini bilmiş, vicdanı olmayan komutanlarda. Her an o dokunulmazlığı olan komutan, ne zaman gelecek, ne zaman hakarete uğrayıp, abuk subuk konuşmalarla aşağılanacağımızı bekliyoruz! O yüzden günde 10 saat sadece kuzeye bakıyoruz! >>

 

İnsan ne yazık ki çevresinde gördüğü, kendisine karşı yapılan bazı şeyler karşısında ya duyarsızlaşıyor ya da bunlara alışıyor. Alışmak bir anlamda duyarsızlaşmayıda beraberinde getiriyor. En son ne zaman şaşırdınız? En son ne zaman “hade yahu” dediniz? Şaşkınlık ifadesini eğer hala gösterebiliyorsanız, demek ki hala duygularınızı, vicdanınızı hayata karşı hassasiyetinizi kaybetmediniz demektir.

 

Eskiden “niçin?” diye çok sorardım. Eskiden şaşırırdım da insanın ve insanlığımın hallerine. En son ne zaman niçin dedim? En son ne zaman şaşırdım? Bilmiyorum. Sanırım şarkıda olduğu gibi “biz büyüdük ve kirlendi dünya!” Dünyanın kirlenmesinin nedeni, insanların niçinlerden, nelerden, nasıllardan uzaklaşıp, karşısında, gözlerinin önünde çürüyen insanlığa karşı şaşkınlığını yitirip, herşeyin normal, olağan olarak kabul edilmesi değil midir?

 

Askerliğimi bitireli iki hafta oldu. Üç yıl öncesine geri döndüğümde, vicdanı rettini açıklamayı düşüp, bu konu üstüne kafa patlatırdım. Çeşitli nedenlerden dolayı olmadı. İki yıl Londra’da kaldıktan sonra, gidecek, göç edecek bir memleket olmadığını, adalı, akdenizli olduğumu ve başka türlü yaşayamayacağımı anladıktan sonra geri döndüm. İnsan, zeytin ağaçlarının gölgesinde, hellim, ekmek, domates yediği günleri hep yüreğinde taşıyormuş. Meserya ovasındaki, yanlız zeytin ağaçlarının gölgesiymiş, yüreğimdeki kavurucu sıcakları dindiren, içimi biraz ferahlatan. Bunun ne demek olduğunu size anlatamam. Yanlız bir ağacın gölgesinde en son ne zaman piknik yaptınız ve dünyanın en güzel yemeği olan zeytin, hellim, ekmek, domates biraz da golyanduro yediniz? Ben en son ne zaman çakızdezin çekirdeklerinden gezegenler yaptım? Bilmiyorum.   

 

Konumuza geri dönelim. 1. Alay, 3. Piyade Taburu, 7. Piyade Bölüğü’nde askerliğimi yaptım. Burası ünlü Lokmacı Bölüğü! Bazılarına göre Kamboçya, bazılarına göre Vietnam! Eskiler öyle dermiş Lokmacı için. Çok şeyler gördüm, çok şeyler yaşadım. Lokmacı Bölüğü, Lefkoşa’nın göbeğinde, Arasta’nın içinde, sınırda olan bir bölük. Diğer bölüklerden daha farklı; hem siville iç içe, hem de Kıbrıslı Elenlerle. Tabii ki diğer bölüklerden yalıtılmış bir durumda. Ermu caddesinin göbeğinde, ilk önce duvarların yüksekliğiyle sizi biraz korkutan, hapishane havası olan daha sonra da o duvarların zamanla yıkılmasıyla büyük bir utancın yavaş yavaş çöktüğü bir yer. Benim için sınırda askerlik yapmak, sınıra düşmek büyük bir şanstı. Lokmacı’da düşünemeyeceğim kadar çok hikaye var. Transeksüellerden tutunda, satranç taşlarına, satranç taşlarından tutunda sorgu odalarına... Ve tabii ki Askerlik...Lokmacı çarşıymış eskiden. Yeşil Gazino, şimdiki bölüğün olduğu yerdeymiş. Daha sonra Hapishane olmuş. Şimdilerde uzmanlarla, askerlerin sürgüne gittiği bir yer oldu. “Suç” işleyen, hapishaneye girip çıkan kim varsa, Lokmacı’ya sürgüne geliyor. Askerlik çekilir birşey değil, bir de sürgünün sürgününde olunca, ah o geçen günlerim... Hikayeler yavaş yavaş, daha sonra yazılacak ve yayınlanacak tabii ki! İçimdeki zehiri ancak bu şekilde atıp, iyileşebilirim. Kanser olmamak için yazı yazmak bire bir! Şunu da belirtmekte fayda var ki, askerlik korktuğumuz, ürktüğümüz kadar değilmiş. Herkes rol yapıyor, gününü geçirmeye çalışıyor. Ama ne yazık ki hastalıklı insanlarda var. Tedavi görmesi gereken, acılarını, ayıplarını ve zayıflıklarını kendi rütbesini kullanarak örtbas etmeye çalışan. Zavallılar... 

 

Geçen gün Lokmacı’ya gittim. Herkesin yüzü asık. Askerliğinin bitmesine 10 gün kalan arkadaşlar mutsuz. Gerçi bizde çok sevinemedik. Çok mutlu olamadık. Askerliğimizin, son gecesine kadar nöbete gittik. “Noldu?” diye sordum arkadaşlara. Sormaz olaydım. Bölük Astsubayı olan HÇ, gece içtimasında duvara dayandı diye M. E ismindeki eri ilk önce yanına çağırmış, daha sonra sürün diye emir vermiş. E. da tam sürünecekken, E’ye tekme tokat girişmiş. E. garajlara doğru koşmaya başlamış. Ona atılan yumruklardan kaçmak için. HC.’da onun arkasından ona daha fazla yumruk atabilmek için koşmuş. E. bizim bölüğe sonradan geldi. Sürgüne... Yanlış anlaşılmalardan dolayı, fatura birilerine kesilecekti, E’ye kesildi. E’yi yakından tanıma fırsatı buldum. Bir kaç kez 4’er saatlik nöbetler tuttuk E. ile. Şimdiye kadar gördüğüm en saygılı insan. Bir günden bir güne ağzından “hayır” kelimesi çıkmadı. Hiç kimseye karşı ne kıdemcilik yaptığını ne de birini kırdığını gördüm.

 

E., H.C’nin yumruklarına karşı bir yumrukta O sallayabilirdi. Sallamadı. Sallasa ne olacaktı? E ilk önce sabah içtimasına çıkarılacaktı, daha sonrada bir güzel yine dövülecekti. Sonra ne olacaktı? Hakkında yasal işlem başlatılıp, hapishaneye gönderilecekti. Neden? Çünkü  M.E. bir er. Bütün denetlemelere katılan, bütün bölüğün işlerine koşan, bir işçi ailesinin “değersiz” askeri. Her şeyden önce bir er. En altta! Ne hakkını arayabilir ne de kendini savunabilir! Kime karşı ne söyleyecek! İnsanlığını unutmuş bir kaç tane adama rütbe veriliyor, karısıyla kavga ediyor, arkadaşıyla kavga ediyor, dönüp hiçbirşekilde hakkını arayamayacak, savunmasız 20 yaşındaki genç bir askere tekme tokat girişiyor! Bunun hesabını kim soracak? H.C’yu kim cezalandıracak? Lokmacı’da yaşanan ilk dayak olayı bu değil. Lokmacı’da Astsubay olan M. K de, yine E. ile ayni celbten olan iki askeri dart tahtasının önüne koyup bir gece vakti, demir okları göğüslerine fırlattı. Benim ………..ayyaş bir şekilde gelip, kasatura soktu, sigara içmediğim halde sigara arayacakmış sözde. Diğer çavuş arkadaşlarımın bazılarına tokat attı, bazılarını da boynundan sıkarak duvara dayadı. Bir tane arkadaşımın yüzüne cüzlan attı. Kendine çavuş dediğim için yanlışlıkla, az daha yüzüme çay bardağı atıyordu. Böyle bir adam çavuşlara bunları yaparsa, erlere neler yaptı ya da neler yapar düşünebiliyor musunuz? Bunun yanında uğradığımız hakaretler cabası. Geçenlerde öğrendiğim kadarıyla M. K., sivil hayatında da tabanca taşıyor. Hangi zihniyet, böyle hastalıklı bir adama tabanca taşıma rusatı verdi? M. K. neden sivil hayatında da tabanca taşıyor? Sinirlense, hastalansa, kendinden geçse yani, çekip birini vursa, vurduğu kişi ölse bunun hesabını kim verecek? Yoksa faili meşhur mu sayılacak bu cinayette?     

 

H.C’nin M. E’ye attığı dayaktan, yumruklardan Tabur Komutanı’nın ve Alay Komutanı’nın haberi var mı? Güvenlik Kuvvetleri Komutanı’nın böyle bir olaydan haberi olmadığı kesin! Yoksa eminim böyle bir cehalet karşısında tepkisiz kalmaz! En azından bizimle tek tek konuşup, bize sorular sormuştu. Her ne kadar önceden bişey söylememek için tenbihlenmişsekte! Bizler istesekte istemesekte, askere gidiyoruz belki ileride de gideceğiz. Bunu şu an bilemiyoruz. Ama şu gerçek ki, bizler ne hakarete uğramak, ne aşağılanmak ne de şiddette maruz kalmak için askere gidiyoruz. Bizler günde 10 saat nöbet tutarken, güneye, Kıbrıslı Elen askerlere doğru bakmıyoruz. 10 saat kuzeye bakıyoruz sadece. Çünkü gerçek tehlike içimizde. Rütbeleri hala alınmayan, hayatı boyunca ne paylaşmasını bilmiş, ne sevmesini bilmiş, vicdanı olmayan komutanlarda. Her an o dokunulmazlığı olan komutan, ne zaman gelecek, ne zaman hakarete uğrayıp, abuk subuk konuşmalarla aşağılanacağımızı bekliyoruz! O yüzden günde 10 saat sadece kuzeye bakıyoruz! Neden mi? Askerlik süresi boyunca biraz daha insan olduğumuzu unutmamak için!

M. E’ye atılan yumruk bu ülkenin bütün gençlerine, insanlarına atılmıştır.

 

 

Halil Karapaşaoğlu

33-2 Çavuş Celbi

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri