Erdoğan’ın Esad nefretini gördünüz herhalde.
İsrail tarafından bombalanan Suriye darmaduman.
Binler ölüyor ama kimse kılını kıpırdatmıyor. Herkes kendi planının peşinde.
Müslüman Türkiye, Müslüman Suriye’yi parçalamak isteyenlerle ortak olmuş, “Ey Beşşar Esad vallahi bunun hesabını vereceksin” diyor.
Arada İran’daki Şiileri de unutmuyor…
CHP ise bu süreçte başka sakillikler içinde. Esad’la fotoğraf çekerek sürece dahil oldu sanıyor. Oysa sorunun çözümüne yönelik en ufak bir fikri bile yok. Hele çabası zinhar…
‘Allah nasip ederse diğerlerine olan sana da olacak, sen gibi katil layığını bulacak’ diye haykırıyordu Erdoğan, Ankara Kızılcahamam’da.
‘Diğerleri’ dediği Mübarek, Kaddafi, Saddam vb.
Birinin ölüsü yerlerde sürüklendi, diğeri bayram günü ipte sallandırıldı, öbürü kafeslenerek maymuna çevrildi.
Kaçan kurtuldu… Tunuslu Bin Ali gibi…
Tabii buna kurtulmak denirse...
Adam sosyetik eşi Leyla ile birlikte bildiğiniz ucube ülke Suudi Arabistan’da yaşamak zorunda…
Neyse dönelim Erdoğan’a...
Ne büyük nefret bu nefret.
Oysa benim gözümün önünden hala gitmiyor Esad ve ailesiyle verilen pozlar, yenilen yemekler, yapılan tatiller, verilen hediyeler, birlikte sallanan eller, gülücükler…
Hele Erdoğan’ın 2009’da İstanbul’da bir Ramazan gününde yanında ‘kardeşi Esad’ otururken haykırdığı şu cümle:
“Onların Schengen’i varsa bizim de Şamgen’imiz var...”
Ne garipsin sen ey dünya!
Nelere kadirsin Amerika!
Biz seni Afganistan’da sonra da Irak’ta gördük...
Hem de ne görme…
Gördük ama ne yaptık:
Kocaman bir hiç!
Çünkü sen Big Boss’sun...
Sana ‘hayır’ demek kimin harcına!
Hele Ankara’dakiler…
Neredeyse 60 yıl devam eden bir bağlılık... Aşkla başlayan...
5 Nisan 1946’da İstanbul’u ziyaret eden ilk savaş gemisi Misiouri’nin kahraman Amerikan askerleri için bembeyaza boyanmıştı Zürafa Sokak…
Yani kerhane...
Nasıl olsa bir alış-verişti bu dostluk...
Cami minarelerine, ‘Welcome Missouri’ yazılmıştı o zamanlar...
Amerikalılar ‘Welcomen’ oldu ama bir daha da ‘Go out Yankees’ bağırmalarımızı hiç duymadılar.
Ne Türkiye’de ne de bölgenin diğer ülkelerinde...
İslam ve Müslümanları çok sevdiler.
Bir de balıklarımızı…
Çünkü adamlar bizim ‘anavatana’ ta o zamanlar ‘Oltadaki Balık Türkiye’ demişler ve hep öyle davranmışlar...
5 Nisan 1946’da Missouri’nin şerefine konuşan dönemin Başbakanı Saraçoğlu bakın nasıl başlamış konuşmasına:
“Dünyanın en mükemmel çocuğu Amerika ve Amerikalılar...”
Değişen bir şey yok...
Bakalım Başbakan Erdoğan 16 Mayıs’ta ne diyecek Obama ile yan yana poz verirken Beyaz Saray’da...
Kelimeler farklılaşabilir ama içerik aynı:
En büyük Amerika...
Sanki futbol maçı...
Biraz da öyle...
Hakem onlar olduğu sürece…
22 kişi hep koşturur binlerce insan da türbinlerde oturur seyreder...
Sonra da herkes evine gider ve her şeyi unutur...
Evde onları çok daha farklı Amerikan heyecanları bekliyordur...
Evlendirme, yemek, kim istemez 500 milyarı programları falan…
Yetenek-siz Türkiye’yi de unutmamak gerekir!
Tersi olsaydı biz burada bu kadar eziyet çeker miydik?
Dünyanın ‘en mükemmel’ insanı Amerikalılar istese bizim iş 5 dakikada tamam…
Nasıl olsa Ankara Washington’un biz de Ankara’nın hastasıyız...
Doktor ise hep Yankee’ler…
Biz onları beysbol sopasından tanırız!