Bilindiği gibi ölüler iyi gömülmedikleri zaman hayalet olarak geri dönerler. 1974 Temmuzunda Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’nin öldüğünü ilan etmişti. Daha II. Cenevre konferansında Glafkos Kliridis’in oturduğu masada “Kıbrıs Cumhuriyeti” ibaresine itiraz ederek isim levhasının kaldırılmasını istemişti. Kliridis sonunda isimsiz bir masaya oturmak zorunda kalmıştı. Fakat Kıbrıs Cumhuriyeti ne maddi ne da simgesel açıdan ölmüştü.
Gömülmüştü belki ama “iyi gömülmemişti”. Bu yüzden, bütün hayaletler gibi, “dünyada yapacak işlerini tamamlamak üzere” geri döndü ve Türkiye’nin kabusuna dönüştü. Türkiye’nin “sen ölüsün” dediği devlet bir hayalet gibi Türkiye’nin peşinden gidiyor ve her yerde karşısına dikiliyor. Türkiye “yoksun” dedikçe hayalet varlığını daha güçlü hissettiriyor. Kırk yıldır bu gerçeklikle yaşayan Türkiye hala hayaletin gerçek olduğunu kabul etmiyor ve durmadan gölgesine kurşun sıkıyor. Türkiye “sen yoksun, AB üyesi olamazsın” diye haykırıyor, hayalet ise “ben varım ve buradayım” deyip AB üyesi oluyor. Türkiye “sen yoksun” dedikçe hayaletle birlikte bütün dünya ayağa kalkıyor ve “Kıbrıs Cumhuriyeti vardır” diyor. Türkiye şimdi de “sen yoksun, denizlere inemezsin” diyor ama hayalet denizlerin derinliklerinde sondaj çalışmaları yapıyor. Kısacası, hayalet kendi mezarcısı ile adeta oyun oynuyor. İyi gömülmediği için geri dönmüş bulunuyor ve dünyadaki işlerini, görülecek hesaplarını halletmeye çalışıyor.
Oysa Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’ni gömmeye değil de garanti ve taahhüt ettiği gibi bağımsızlığını ve ülke bütünlüğünü koruyarak anayasal düzenini yeniden tesis etmiş olsaydı durum bambaşka olacaktı. Benzer biçimde, daha sonraları Kıbrıs AB’ye üye olurken “tepkimiz sınırsız olur” türünden boş laflar etmek yerine AB trenine zamanında binilseydi, şimdi hep birlikte Brüksel Yönetiminde söz sahibi olacak, hatta Türkiye’nin de önünü açacaktık. En önemlisi, denizin altına birlikte inecek, bulduğumuz cevherlerini bir boru hattı ile Türkiye’ye aktaracaktık.
Maalesef 1974’ten beri bütün fırsat momentumları bir kenara bırakıldı ve hayallerin peşinden gidilerek sonunda bir hayalet yaratıldı. Türkiye imzaladığı antlaşmaları çiğneyip korumakla yükümlü olduğu cumhuriyeti gömmeye kalkıştı. İyi gömülmeyen cumhuriyet mezardan firar ederek bir hayalet olarak Türkiye’nin karşısına dikildi. Hayaleti artık mezara sokmak imkansızdır. Hiç bir hayalet kolay kolay mezara dönmez. Hayalet ile kapışmak da anlamsızdır. Yine de, artık akisleri iyice sönmüş sağduyu çağırılarının son faslını yaşadığımız bu demde Kıbrıs’ta federal bir devletin kurulması imkansız değildir. Adayı bir gemiye benzetecek olursak, Kıbrıs’ın yelkenlerini Kıbrıslı Türklerin nefesiyle de dolduran bir gemiye dönüştürmek için bütün vakitler tükenmiş değildir.
Kıbrıslı Türklerin hakları ile Türkiye’nin çıkarlarını gözeterek kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni zorla mezara sokmak yerine, onu herkesin ortak hak ve çıkarları temelinde yeniden yaratmak gerekiyor. O zaman Avrupa Birliği’nde birlikte yer alır, denizlerde birlikte dolaşırız. Herkesin yararına bir dünya kurarız. Hem Kıbrıslı Türkler kazanır, hem Türkiye, hem bölge, hem de dünya barışı. Bunun için Barbaros’u denizlere sürmek yerine husumet ile hayalciliğin küllerini denize savurmak yeterlidir.
Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’ta devlet olgusunun yeniden ortağı olması Türkiye’nin çok önemsediği Türk-Yunan dengesi açısından da elzemdir. Örneğin, Federal Kıbrıs Devleti kurulmuş olsaydı Yunanistan başbakanı Antonis Samaras geçtiğimiz günlerde yaptığı gibi adayı ziyaret ederken Girit’e gitmiş gibi davranamazdı veya bir Helen Cumhuriyetine gelmiş gibi konuşamazdı. Yunan milli marşı ile değil Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin marşı ile karşılanırdı. Konuşmalarında “Helenizm’in bütünlüğünden” dem vurmaz, Kıbrıs’ın Yunanistan ile “bir ve aynı şey olduğunu” söyleyemezdi.
Kulak veren biri kaldı mı bilmiyorum ama aklıselim bizi erken bir çözüme davet ediyor. Yarın çok geç olabilir...