Anketler seni söyler, dillerde nağme adın…

Aslı Murat

Reisicumhur seçimi için havalar iyice ısınmaya başladı. Her geçen gün, yeni bir isim resmen aday olduğunu açıklıyor. Bu süreç, beraberinde anket şirketlerinin de hareketlenmesine zemin yaratıyor. 20 Ocak’ta Gezici, en son yaptığı çalışmanın sonuçlarını kamuoyu ile paylaştı. Buna göre sağın en güçlü adayı olarak görülen Ersin Tatar, yarışı birinci sırada götürüyor. 2015 yılında olduğu gibi, bu seçimde de ikinci turun yaşanma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğu ve bu yarışın da Tatar ve Akıncı arasında sürdürüleceği iddia ediliyor.

Bugünden sonra yayınlanacak pek çok araştırmanın sonuçları üzerine uzun uzun tartışmalar yapılacaktır. Ayrıca adayların propaganda süreçlerinde sergiledikleri güç oyunları da sürecin hangi yöne doğru meylettiği konusunda bize bilgi verecektir. Bunlar içinde illa ki doğruları çarpıtan, toplumun algısını yönlendirmeye çalışan ve böylece geleceğimizi şekillendirecek neticelere de tanıklık edeceğiz. Tabi ki işini layığıyla yapıp, doğruya en yakın sonucu paylaşanlar da çıkacaktır.  Önemli olan dün itibariyle yayınlanan sonuçlara takılmadan, ama alt metinlerde anlatılanları da görmezden gelmeden hareket etmektir.

***

Gezici’nin açıkladığı sonuçlar içerisinde beni en fazla etkileyen nokta; adayların alabileceği muhtemel oylardan ziyade, Tablo 2’de yer alan soruya verilen cevaplar oldu.*

Sonuçtan da anlaşılacağı üzere, toplum liderlerince yürütülen görüşmelerde masada olan, barışın gerçek manada inşa edilebilmesi için uygun koşulları yaratan ve uluslararası hukuk tarafından da kabul edilen “federasyonu” savunan Cumhurbaşkanı şıkkı geçer not almamış, adanın kalıcı olarak bölünmesini işaret eden önerinin katbekat altında kalmıştır. Ortaya çıkan bu resim, başlı başına tartışma konusu yapılması gereken bir husustur. Tek tedirginliğim, bu sonuçlar sonrasında yürütülecek propaganda planlarının daha da kktc’ye hapsedilme ihtimalidir. Umarım böyle olmaz ve federalistler seslerini daha yüksek bir tondan haykırmaya devam ederler.

Kıbrıslı Türkler gerçekten federasyona inanmıyor mu, farklı bir çözümün var edilebileceğine ilişkin algı hangi koşullarda yeşertildi, Kıbrıs Türk Halkının çıkarını ön planda tutan bir cumhurbaşkanı federasyonu istemeyen bir kişi midir? gibi sorular ardı ardına sıralanabilir. Bu sonucun ortaya çıkmasındaki tek etken Kıbrıslı Rum liderliğinin yaşattığı söylenen hayal kırıklıkları mıdır? Yoksa Kıbrıslı Türklerin barış algısının yaratılmasında söz sahibi olan kişiler ve örgütler de bunun mimarı olabilirler mi? Son iki husus, toplumumuzda çok da alışkın olmadığımız bir gerçekliği bize hatırlatır; acaba özeleştirinin vakti geldi ve geçti mi?4

***

İster kabul edelim ister etmeyelim, etrafımızdaki ateş çemberi gittikçe daralıyor. Hem adanın çevresinde olup biten savaşlar ve onların bize yansımaları hem de kalıcı bölünmenin iyice yerleşme gerçekliği kapımızın önünde duruyor. Biz ise barış mücadelesinde yıllardır yürüdüğümüz yolu, statükonun sahibi olanların siyasi programı ve dili üzerinden dönüştürmeye çalışıyoruz. Kısacası sağ ideolojinin, Kıbrıs’ta barış ve çözüm mücadelesinin dilini etkisi altına aldığını söylemek mümkün. Kıbrıs Türk toplumunu uluslararası platformlarda var edeceğiz diyoruz ama bunun statükonun kalıcı bölünmeyi işaret eden “iki ayrı bağımsız devlet” argümanına denk geldiğini düşünmüyoruz. Hatta bunu, hukuken ve politik olarak mümkün olmadığını bildiğimiz halde yapıyoruz.

Sizce federasyon niye bu kadar kötü bir algıya sahip dolu? Yoksa düzeni değiştirmek için yola çıkanlar, barış siyasetinin tüm karakterini “Taksimci” tayfaya mı kaptırdı? Bahsettiğim “siyasal savrulma” tabi ki bugün başlamadı. Kıbrıs’ın kuzeyinde iktidar olunabileceği inancı ile yola çıkan muhalifler, dönem dönem hükümet görevini ifa edebilseler de ömürleri kısa sürdü. Bu süre zarfında, içinde yaşadığımız sistem bir nebze bile geriletilemedi. Aksine herkesi içine çekmeye başladı. İşte o noktada yürütülen barış mücadelesi, yöntemini ve dilini kaybetti. Kazanılan siyasi koltuklar aracılığıyla, toplumsal mücadeleden kopuk bir şekilde hareket edildi. Sonuçta barış süreci, tarafların birbirini suçladığı, kimsenin karşı tarafın hassasiyetlerini görmediği ve iktidara dayalı çözüm görüşmelerine teslim oldu.

***

Barış karşıtları hiçbir zaman boş durmadı. Aksine insan topluluklarını manipüle ederek bir araya getirme aracı olan milliyetçiliğe sarıldılar. Kısacası ideolojilerine ve çizdikleri siyasi yola sadık kaldılar. Hatta farklı bir şey söylermiş edasına sahip olsalar da (günümüzde Sibel Siber, Kudret Özersay gibi) hep birlikte Kıbrıs’ın bölünmesine hizmet etmeye devam ettiler.

Dün açıklanan sonuçlar kimi kesimler tarafından yanlı olarak eleştirilse de, gerçekliğin yok sayıldığı söylenemez. Federasyona dayalı çözümün ne anlama geldiğini, federal kültürün ne olduğunu, geçmişinde çatışma yaşayan ve birbirini özne olarak kabul ederek tanıyacak toplumların en fazla ihtiyaç duyduğu sistemin federasyondan geçtiğini yüksek sesle konuşmadığımız sürece, toplumsal statüko değişmeden varlığını koruyacaktır. İhtiyacımız olan; kktcyi en iyi şekilde kimin yöneteceğinin anlatılması ve toplumun iliklerine kadar işletilen milliyetçilik zehrinin görmezden gelinmesi değildir. Bahsettiğim zor ve engebeli bir yol olabilir. Zaten kimse bize, bu koşulların varlığı devam ettiği sürece “bir gül bahçesi vadetmedi”, değil mi?

Özne olabilmek adına, bu ülkede kurabileceğimiz bir barış için çalışmalıyız. Anket sonuçlarındaki “Kıbrıs Türk toplumunun çıkarlarını ön planda tutan Cumhurbaşkanın” (%35.6) da bu yoldan geçtiğini topluma anlatmalıyız. Bahsi geçen “çıkarlar /haklar”, federal kültüre dayalı şekillendirilen bir çözümle hayat bulacaktır. Aksini iddia edenler de sonumuzun mimarları olacaklardır.

DİPNOT

*Rakamsal olarak okuduğumuzda etkisi daha iyi anlaşıldığı için, verileri yazıya eklemek istiyorum. Buna göre: