Dünyayı ve evrensel değerleri referans almayacak kadar farklı bir ülkede yaşıyoruz!
Öyle bir ülke ki,
"Anladığımız kadar"lardan oluşuyor...
"Anladığımız kadar"larla isabetli tahminlerde bulunamazsınız...
Belki göreli olarak yaklaşan felaketleri görürsünüz ama,
farkındalık ve akılcılıkla mücadelenin yönünü tayin edemezsiniz!
"Anladığımız kadar"larla ideoloji olmadığı gibi, sol hiç olmaz!
Sol olmak, solcu bir kimliğe sahip olmak ve saygınlık kazanmak, vizyon gerektirir, program gerektirir, strateji gerektirir...
Ve en azından;
hamasetten fazlasını gerektirir...
üretme kabiliyetini gerektirir...
Çünkü üreten değişir,
Ve değişebilen yıkılmaz...
Üretmeyen sol sadece uyum sağlar!
Neye mi?
Söyleyim:
Öte alemde daha iyi koşullara sahip olmak üzere bizi bir dizi koşula bağlamak isteyen,
Ve bunu bizlere bir yaşam tarzı olarak benimsetmek isteyenlere...
Ayrıca kendini "otorite" diye niteleyenlerin onayını almaya uyum sağlar.
Mezhepçiliğe, asabiyetçiliğe, eleştiriye açık olmamaya, statik yapıya uyum sağlar...
Bilimsel değil, rivayetçi olur.
Çünkü inanç bilgi üretmez,
Sadece benimser...
Yerleşmiş değerlerinin de sesi olur...
Eğer bu ülkeyi yönetme erkini elinde tutan her kim olursa olsun,
Bir değişim vizyonu, sol vizyon veya paylaşılan değerler sistemimiz için kaynak kapasiteyi,
ve özellikle de heyecanı yaratamazsa,
İş yine maaş kavgasına dökülür...
Ve eğer Kıbrıslı Türkler işi maaş kavgasına dönüştürürse;
Bilmeliyiz ki,
Üretmeden, el-avuç açarak ne kimlik korunabilir ne de varlık;
Ne yeşil korunabilir, ne mavi ne de toprak!
Kısacası, bugün ve dün yaşanmışlıkların üzerinden ne yapacağımızı düşünmemiz gerekiyor!
Gerçekten kendi yağımızla kendi ciğerimizi kavurmak istiyor muyuz?
O zaman kendi giderlerimizi karşılama hedefini her kesimin önüne koyacağız...
Kimse parmağının ardına saklanmasın...
"Zaaf" ve zayıflıkla,
bilimsellikten uzak ve estetikten mahrum yaklaşımlarla,
ne istemediğini söyleyip ama ne yapacağını projelendirmeden demokratik bir modernite kurmaya çalışanların sonu,
Duvarlara çarpmaktır...
Zam nedir?
Zam dediğiniz şey:
Bizim, ya da bize biçilen zihniyetin bir ölçüsüdür...
Ve bu ülkeyi yönetmeye soyunanlar, geçmişten günümüze, bu ölçüsüzlüğün elinde “esir” olmaktan kurtulamamıştır!
Oysa;
Değişim isteyenlerin de,
Daha insan gibi yaşamak isteyenlerin de,
Toplumsal değerleri koruyarak evrensel değerlere ulaşmak isteyenlerin de,
Ve özellikle de,
Solun görevi,
Statükoyu yaratıcı biçimde yıkmaktır...
Bunun için de kendinizi örgütlere açarsınız,
Diyaloğa dayalı-açık-katılımcı süreçlerle açarsınız...
Kendi bilinç durumunuz böyle sorgulanır, böyle sorgulanabilir...
Eskiden yeniye, geçmişten günümüze, hakikati aramada kendi bilginizle özdeşleşme durumu yaşarsınız...
Sonra kendi pencerenizden bakar ve karar verirsiniz...
Karar toplumun kendi içinden ve örgütten çıktı mı, kolay kolay manipüle de edilemez...
Politik düzeyde bir siyasi güçtür örgüt...
Hafızası vardır örgütün ve gerçekleştirmek istediği hayalleri...
İdeolojiyi unutmaz örgüt...
Örgüt kendini Hasan'a-Osman'a, şuna-buna bakarak hizalamaz...
Politikayı bir çeşit kâr ya da oy, ikisi de iş diye değerlendirmez...
Örgüt için yol vardır, yoldaş vardır...
Çünkü örgüt, sosyal tecrübenin yansımasıdır...
Toplumun damıtılmış özüdür, hayalleri olanların buluştuğu mücadele yeridir, düşünce ve politika üretmenin adresidir...
Örgütteki otoritenin, örgüte seçilmenin amacı vardır...
Örgütsüz siyaset olmaz,
çünkü nereye ve nasıl gidileceğini örgütlü ideoloji belirler...
Ve ancak bu örgütlü gücü kullanarak yönetebilir ve değişimi gerçekleştirebilirsin...
"Anladığımız kadar"larla bırakın toplumu değiştirmeyi, örgüt yönetilmez!
"Anladığımız kadar"larla sol hiç olmaz!
Solun yöntemi değişimdir.
Değişerek var olmaktır.
O halde karşı karşıya ve iç içe bulunduğumuz sorunları çözecek olan değişimi üretecek ve örgütleyeceksin.
Örgütlerle tartışacaksın.
Bilimsel olmak “anladığımız kadar”larla olmuyor.
Ya bilimselsin ya değilsin.
Eğer bilimselsen ortaya o lisandan çözümler koyarsın.
İnsanımızın alım gücü düştükçe düşüyor, kazandığı para eridikçe eriyor...
Mesela döviz sorununu nasıl çözeceğiz? İnançla mı? Yoksa maaşları bağışlayarak mı?
İmar sorunlarını nasıl çözeceğiz?
Daha ne kadar feda edecek insanımız kendisinden, doğasından ve geleceğinden?
Ya insan yetiştirme sistemindeki çöküşten nasıl kurtulacağız?
İnsanlarımız nasıl üretecek? Ne üretecek?
Gençlerin işsizliği ne olacak peki?
Nüfus planlamasıyla birlikte ne zaman ülkede planlamalar ve projeksiyonlar yapabileceğiz?
Şu bütün dünyanın kullandığı raylı sistemleri, toplu taşımacılığı ülkemizde nasıl halledeceğiz?
Yöneten ve değişime soyunan bir öyküyü yazar, yapar ve yaşatır.
Başkalarının nasıl yaşanacağını dikte etmesine izin vermez.
Yeni öykü, yeni insan ve yeni paradigma demektir...
Hani nerede?
Daha ne kadar “anladığımız kadar” yaşayacağız?
Ve ne zaman anlayacağız toplumu değiştirmek için değişime önce kendimizden başlamamız gerektiğini ve bunun için de üretmek gerektiğini...
Çünkü ancak ve ancak üreten değişir,
Ve değişebilen yıkılmaz...
Üretmeyen ise sadece uyum sağlar!