Biraz yorgunluk var. Uçağın içine girdiğimde yaşanan sıkışıklığı, on bir saatin nasıl geçeceğini, hiçbir zaman yolculuk esnasında uyuyamadığımı düşündükçe yanıma aldığım kitapları taşıdığım sırt çantasının ağırlığı...
Neredeyse bütün koltuklar dolu. Koltuğu bulmaya çalışıyorum. Nihayet bulduğumda ortadaki koltuğun boş olduğunu pencere kenarında ise bir kadının oturduğunu görüyorum. Selamlaşıyoruz. Toronto’dan İstanbul üzerinden Karaçi-Pakistan’a gidiyor. Kanadalı, Toronto’da doğmuş büyümüş şimdi Karaçi’de yaşıyor.
Hayat içerisinde birçok insanla tanışıp, farklı deneyimler duyarsınız. Bazen bu deneyimler savaşta yaşanan acı deneyimler olur, babanızdan duyduğunuz hikayeler, bazen arkadaşlarınızdan duyduğunuz ve hiçbir ihtimal vermediğiniz eğitimli insanların uyguladığı şiddet gerçeğini, toplumunuzun kalbini delik deşik eden çocuklara karşı yapılanları işiniz gereği soğukkanlılıkla dinlediğinizde duyduğunuz öfkeyi, yeryüzünden binlerce kilometre havada bir uçakta yaptığınız sohbette hayatın ne olduğuna dair sorgulamaları...
Sohbet esnasında Karaçi’de yaşama sebebinin orada bulunan bir çocuk hastanesinde çalışmak olduğunu söylüyor. Şimdi 42 yaşında ve bugüne kadar üç meslek değiştirmiş. Önce fotoğrafçılık okumuş, uzun yıllar Avrupa’nın hemen hemen bütün ülkelerinde kısa süreli yaşamı deneyimlemeye çalışmış. Ardından Güney Amerika’da, Asya’nın birçok ülkesinde ikinci işi olan gazetecilik mesleğini yapmış. Son olarak da 3 yıldır Afrika’da Somali, Kenya ve Güney Afrika’da özellikle çocuk hastanelerinde almış olduğu üçüncü eğitimle oradaki insanların hayatlarına dokunmaya çalışıyor. Şu anda Karaçi’de. Halen görüşüyoruz.
Kendisine neden Kanada’yı, bu kadar iyi hayat koşullarını bırakıp böylesine yorucu ve yıpratıcı bir yolcuğu seçtiğini soruyorum. Çoğumuzun bildiği ve aslında herkesin kendine göre bir şekilde cevapladığı bir cümle ile cevap veriyor. Bu cümleyi Kanada’da bulunduğum süre zarfında birçok kişiden defalarca duydum. Batı için bir hayat felsefesi, beğenirsiniz veya beğenmezsiniz sizi gerçekle yüzleştiren bir cümle: İnsanın yaşamak için tek bir hayatı var.
Clifford Geertz “İnsan kendi ördüğü anlam ağlarında asılı kalmış bir hayvandır” der. İçinde bulunduğumuz coğrafyada bizim kendi kendimize ördüğümüz milliyetçilik duvarları, doğduğu yere göre yaptığımız ırkçılık söylemleri, kurduğumuz veya bizim adımıza kurulan iktidarların türlü biçimleri, alt yönetim olduğumuz dünyada her alanda kabul edilirken halen bağımsızlıktan halen egemenlikten bahsediyor oluşumuz, evet doğru, bir de başka ülkenin başkanı tarafından açılan büyük camilerimiz var.
Yıllardır bu topraklarda kurulmaya çalışılan düzende her gün kendi kendimize bir tür anlam ağları örüyoruz. Kendi hayatlarımızda, toplumsal mecrada kısacası her yerde. Dönüp hayatlarımıza baktığımızda her dönem sorgulamalar yaptığımızı görürüz. Burada ne yapıyoruz? Amacımız nedir? Bütün dünyamız Kıbrıs’ın kuzeyinden mi ibaret?
Mücadele etme gerekliliği sadece Kıbrıs’ın sınırlarıyla çevrili olmamalı. Hayatı anlamaya çaba gösterirseniz ilk soracağınız soru, yüzyıllardır insanın kendine sorduğu basit bir soruyla başlamalı: “Ben kimim?”
Hayatlarımızı değiştirmek, kendi ördüğümüz ve kabullendikçe de içine daha fazla battığımız ağlarımızdan kurtulmak mümkün. Çünkü hayat değişmeye mahkum. Sadece biraz cesaret, biraz da yeni hayatlar öğrenme merağı gerek.
Bir gün herkesin hayatı sona erecek. Dönüp geriye baktığınızda yaşamak istediğiniz hayatı mı yaşadınız? Neden bu kadar zor değiştirmek her şeyi? Bu ülkede yıllardır cesaret edilemediği için söylenemeyen, söylenmediği için de hasır altı edilen ne kadar gerçek var? Mesela yüce adaletimiz, polis örgütümüz, her tarafımızda olan askerimiz Kutlu Adalı’nın katillerini bulabildi mi?
Siz gidip cami açılışında başka bir ülkenin başkanı tarafından kesilecek kurdeleyi tutan zavallılar olabilirsiniz, biz sizin gibi olmayacağımıza ve bu düzeni deşifre etmek için her şeyi yapacağımıza söz veriyoruz. Belki bu düzenin kalıplaşmış dogmalarını yıkmak zor olacak ama kurdeleye maşa olmaktan iyidir.
Uçak iniyor. Kadın gülümsüyor. Görüşürüz diyor. Elbette görüşeceğiz. Bu dünyada insanın çaresizliğine çare olabilecek, sorunlarına dokunabilecek ne kadar sorumluluk varsa onları da yüklenip yine buluşacağız.
Karaçi’deki çocuklara iyi bak.
Bir gün Kıbrıs’a da bekleriz.