Anlamanın dayanılmaz hafifliği

Kendi payımıza İlişkilerimizin sorumluluğunu alabiliyor muyuz yoksa her daim karşı tarafı mı sorumlu görüyoruz?

Özlem Onar
Felsefe Öğretmeni

       Günümüzde insan ilişkilerine baktığımda, insanın giderek yalnızlaştığını ve melankolik bir halden öte robotik bir yapıya dönüştüğünü gözlemliyorum. Teknolojinin hızla gelişmesiyle internet ve cep telefonu kullanımı insan ilişkilerinde büyük devrimlere neden olmuştur. Duymuyoruz, hissetmiyoruz hatta algılarımızın bile farkına varamıyoruz çoğu zaman… Kalabalıklar içerisinde olsak da, çeşitli sosyal gruplarda yer alsak da günün sonunda, derin bir yalnızlık hissi ile dövünüp, duruyoruz.                                                     
Akrabalarımız, arkadaşlarımız, dostlarımız tarafından anlaşılamamaktan yakınıyoruz. Şikayet etmek yerine, çare odaklı düşünüyor muyuz? Kendimizi tanıyor muyuz? Kendi duygularımızın farkında mıyız? Bu sağlıksız ilişkilerde bizim payımız nedir? Kendi payımıza İlişkilerimizin sorumluluğunu alabiliyor muyuz yoksa her daim karşı tarafı mı sorumlu görüyoruz? İlişkilerimizde gerçekten birbirimizi dinliyor muyuz? Kendimizi dinliyor, tanıyor ve ifade edebiliyor muyuz? Hal böyleyken, insan ilişkilerimiz bize mutluluk, huzur ve en önemlisi güven verebilir mi?

İLETİŞİM Mİ İLETİM Mİ!

        Kendi kendinizle olan iletişim biçiminize ve etrafınızdaki konuşmalara hatta konuşmaların ardındaki niyetlere kulak verin. İletişimden çok iletim yaptığımızı, göreceksiniz. Adına iletişim desek de genellikle yaptığımız, iletim! Gündelik yaşamda iletim yapmaktan öteye gidemiyoruz. Acaba anksiyete ve gerilim sonucu susmaksızın, yaptığımız konuşmalarda dinleyenin farkında mıyız? Dinleyenin kim olduğunu önemsemeden, sadece bencilce konuştuğumuzun bilincinde miyiz? Oysa iletişim karşılıklı saygıya dayılıdır. İnsanlar karşılıklı olarak birbirini dinleyerek, var olabilir. Genellikle siz dinlemeyen mi yoksa dinlenilmeyen misiniz? Ne fark eder, sonuçta her iki taraf da iletişim adına sağlıksız bir duruma maruz kalmıyor mu? Peki neden böyleyiz?  “Su küçüğün söz büyüğün”,  “Ulu sözü dinlemeyen uluyakalır”, “Ağaç yaşken eğilir”, “Sakalım yok ki sözüm dinlensin” v.b. atasözlerimizden de anlaşılacağı gibi, iletişimden anladığımız; bulunduğumuz ortamda kim mevki veya para veya yaş olarak diğerlerinden üstünse, otorite odur ve otoriteye saygı gösterilmesi, sözlerinin dinlenilmesi kaçınılmazdır. Burada söz dinlemek veya laf anlamaktan kastedilen; sorgulamadan sözün yerine getirilmesi, davranışa uydurulmasıdır. Evde otorite anne veya baba, sınıfta otorite öğretmen kabul edildiğine göre diğerlerinin duygu ve düşüncelerinin önemi olmaksızın otoritenin dediklerine itaat varsa saygının da olduğu öngörülür. Oysa böyle ortamlarda korku, endişe, yalan, dedikodu, şiddet, aldatma, güvensizlik ve öfke gibi olumsuz durumların görülme olasılığı oldukça yüksektir. Bir düşünün, korku ortamında özgür düşünmenin, gerçek anlamıyla sevgi ve saygının var olduğundan bahsedilebilir mi?

SEVGİ VE SAYGI

     Sevmeden de saygı duymak mümkün mü? ”Beni sevmene gerek yok ama saymak durumundasın.”, direktifi ile muhakkak karşılaşmışınızdır. Sevmediğimiz birine gerçekten saygı duyabilir miyiz? Sevgi ve saygı göstermediğimiz kişileri empati kurarak, kendi gerçekliğinde anlayabildiğimizi söyleyebilir miyiz? Karşımızdaki insanı dinlemeye niyet ederek, tüm dikkatimizle yüz yüze gelerek, doyumlu bir iletişim kurabiliriz.  Saygı sevgiyi, sevgi de saygıyı zorunlu kılar. Sevgi ve saygının yaşatılamadığı bir toplumda insanların birbirlerini anlamalarını, güven içerisinde işbirliğine girerek üretim yapmasını bekleyemeyiz. Bireyin ve toplumun var ederek, var olması mümkün olacaktır. Özgür düşüncenin, gerçeğe saygının, hoşgörünün ve sevginin değer olarak özümsenmediği toplumlarda bilim insanı, filozof, sanatçı, sporcu v.b. yetişemez.

“KENDİMİZİ SEVMEKLE BAŞLAR”

       Öyleyse makro düzeyde insanlığa dolayısıyla, mikro düzeyde kendisine iyilik, sevgi, saygı, merhamet değerlerini içselleştirmiş olgun insanlar haline nasıl dönüşebiliriz? Yazar Sait Faik Abasıyanık’ın ifadesinde olduğu gibi: “Bir insanı sevmekle başlar her şey.” Bu insan kim? Hiç kuşkusuz kendimiz! Kendisini sevmeyen insan, başkalarına sevgi verebilir mi? “Umut her daim vardır” diyor, Sokrates. İnsan öğrenebilen canlıdır.  Eğitim ile özsaygı, özsevgimizi inşa edebiliriz. Kendi varlığımızı olduğu gibi kabul edebiliriz. Kendimizle baş başa kalarak kendimizi tanıyabiliriz. Böylece sınırlarımızı oluşturarak, başkalarının sınırlarına da saygı duyabiliriz. Var olmanın dayanılmaz hafifliği dinleme ve anlama çabası aslında bu kadar kolay, yeter ki niyet edelim ve eyleme geçelim.

 

    

Dergiler Haberleri