Kıbrıs Türkü yeni bir dönemece giriyor. Önce Lefkoşa belediye seçimleri, ardından da genel seçimler, en son da cumhurbaşkanlığı seçimi. Ardı ardına seçim yaşayacak. Biri, sonrakini etkileyecek gibi görünüyor.
Aslında seçmen bu dönemeçte kendisiyle de yüzleşmelidir.
Şikayet ettiklerinden kurtulup, geleceğini şekillendirebilecek mi?
Yaşadıklarını, çektiklerini sorgulayacak mı?
Her gün geçtiği yol, yaşadığı sokak, çevre... değişti mi? Şimdi daha mı güzel oldu!? Daha mutlu ve güvende hissediyor mu kendini!?
Tercihleri, kararları hayatını hangi yönde, nasıl değiştirdi?
2009’dan beri beş bine yakın istihdam yapıldı, devlet dairelerine... Kimi yeni vatandaş olmuş, kimi delege... Beş bin kişi üç buçuk yılda yollar, sahiller dahil olmak üzere ülkeyi baştan aşağı yedi defa temizler, çicek gibi ederdi.
Lefkoşa’ya bakın! Başkent. Lağım suları sokaklarda, bazı bölgelerde içme sularına karışmış. Mesarya’yı boydan boya aşarak Mağusa’ya ulaşıyor, oradan da denize dökülecek.
Doğamızı da kirletip yok ediyoruz.
Beşparmakların karnını nasıl da yarmışlar boydan boya. Ocak ocağa dayandı. Kozanköy’den Değirmenliğe kadar.
Hastahanelerde bakınamıyoruz, devlet okullarında çocuklarımızı okutamıyoruz...
Belçika’da herkes için eşit ve parasız olan eğitimin amaçlarından biri de öğrencilere “Hak arama ve eşitsizliklerle mücadeleyi öğretmek.” dir.
Biz neyi öğretiyoruz? Hangi hakkı, eşitliği...
Şimdiye kadar olmayan iki önemli değişikliği gördü gözlerimiz. Biri külliye eğitimi, diğeri de İslami sermaye. Yeşil sermayenin istediği insan ancak böyle yetiştirilir. Aralarındaki bağ böyle kurulur.
Partisini yönetemeyen, parti içi sorunları çözemeyenler, ülkeyi nasıl yönetebilir, ülkenin sorunlarını nasıl çözebilir. Yönetenler, yönetilir duruma geldiğinde demokrasi de, siyaset de kirlenir...
Lefkoşa’dan başlayarak toplum tüm bunları değiştirebilecek mi?
UBP mecliste sağdan, kenardan köşeden topladıklarıyla milletvekili sayısını 30’a çıkardı.Kırk olsa, elli olsa ne olacak. Ne değişecek?
Beş değil, on beş bin kişiyi işe alsalar ne olacak?
Birer arsa daha dağıtsalar ne olacak?
Bu kadar zaman yaptılar da ne oldu?
İşte Lefkoşa’nın durumu ülkenin durumu gibi... Batırıp, çekip gittiler. Geride çöplerin içinde yaşamak zorunda bırakılan yurttaşlar.
Yönetim anlayışları değişmedikten, değiştirmedikten sonra hiçbirşey değişmeyecektir.
Kentin kimliği ile yönetim anlayışı uyumlu hale getirmelir. O zaman sonuç alınabilir. Örneğin Gönyeli Belediyesi “Köyden, kente dönüşüm.” dedi. Fiiliyatda sürekli büyüyen, gelişen bir kent vardı. Fiiliyatdaki dönüşüm, yönetim anlayışıyla örtüşünce altyapı sorunları ortadan kalktı. Girne Belediyesi “gelen misafirlerin de katılabileceği” aktiviteleri içeren projeler ortaya koydu. Fiiliyatda turizm vardı, yönetim anlayışı da buna uygun oldu. Mağusa aynı. Tarihi kimliğini koruyan, ön plana çıkaran bir yönetim anlayışıyla bütünleşti.
Tarihin tüm dönemlerinde en gelişmişinden en geri kalmışına kadar ülkelerin başkentleri, temizliğiyle, meydanlarıyla, düzeniyle, ağırbaşlılığıyla, kimliğiyle... diğer şehirlere örnek olmuştur.
Oysa Lefkoşa! O da başkent ama haline bakın; çöplük içinde...
Çünkü kentin tarih içerisinden süzülüp gelen ağırbaşlı, bürokrat kimliği ile yönetim anlayışı uyuşmadı.
“Alın bunu da diğerlerinin yanına koyun.” şeklinde yapılan istihdamlar, mafya vari bağlantılar, toplantılarda kavgalar, keyfi kararlar alabilen yönetim anlayışı ile kent kimliği uyuşmadı.
Şimdi Lefkoşalı yeni bir dönemece geldi. Ya tekrardan bu anlayışa Lefkoşa yönetimini teslim edecek, ya da anlayışı değiştirecek.
Lefkoşa, Kıbrıs Türkü’nün dışa dönük aydınlık yüzü mü olacak, yoksa içe dönük karanlık yüzü mü?
Karar verme, anlayışları değiştirme zamanı geliyor.
Lefkoşamız, geleceğimiz mevcut yönetim anlayışına teslim edilemeyecek kadar değerlidir.