“Annaycan bir gün, eyiliğin içindir…”

Sevgül Uludağ

Nazime Balses

Dış kapının arkasından bir çığlıktır koptu. Eski tahta, tahtalarının arasından diğer tarafı görecek kadar yıpranmış büyük kapı gürültüyle, gıcırtıyla açıldı… Haticaba sürükleyerek Sündüscüğü havlının orta yerine savurdu... Sinirden tansiyonu çıkmış olmalıydı. Yüzü kıpkırmızı, burun delikleriyse açılıp kapanıyordu... Sağına, soluna bakıyor bir şeyler arıyordu... Sonunda gözünde büyük kapıyı iliştirdikleri taş takıldı... Yıllar içinde o kocaman taş bir ileri, bir geri oynatılmaktan ufalanmış küçüklü büyüklü taşcıklar dolmuştu kerpiç duvarın yanı... Haticaba bir hışımla o küçücük seri adımlarıyla duvarın dibinden eline iki taş aldı... Şahinin avına kapaklanması gibi zavallı kızın üstüne eğildi... Sündüscüğün ağlaması, bağırmasına aldırmadan.

“Uzat elini” dedi kızın bal rengi gözleri korkudan büyümüştü…

“Uzat dedim” dedi, “Seni yollaycam, git Berat abana haber ver da gidecen çalacan gadına yumurtaları ha?”

“Geberdecem seni!”

“Anaa, yapmam ana, bir daha yapmam!”

Gözünden boncuk, boncuk yaş dökülüyordu…

“Yapmann? Dur göresin!”

Haticaba kızın ellerini sıkıca tuttu,  taşın üstüne koydu, elinde kalan küçük taşla da iki elini de koparacakmış gibi vurdu, vurdu…

Kız debeleniyor, çığlıkları gökyüzüne çıkıyordu…

Haticaba kızın ellerinden süzülen kanı gördüğünde mamurladı.

Çığlıklara koşan Berat aba  Haticabaya, “Naptın be gomuşu, hiç mi acımadın bu sabiye?” dedi.

“Acıyacamm? Hayat boyu unutmaz artık bunu. Hırsızlık yapacak bir daha haa, yağmadır zannetti! Hade yapsın bir daha sıkarsa” dedi.

Berat aba Sündüscüğe acıdı… Dudaklarını ısırıyordu boyuna…

Sündüscük kerpiç evin duvar dibine kıvrılmış acı içinde ağlıyordu… Entarisi, entarisinin altına giydiği pantolunu biraz kan bulaşmıştı.

“Böyün bağa gideceydik, sen gidemen herhalde” dedi Berat aba…

“Sen git gız! Ben sağa yetişirim” dedi Haticaba.

Berat aba boynunu büktü, dudaklarını ısırarak büyük kapıdan çıkıp gözden kayboldu…

Duvar dibinde gözlerindeki yaşlar sel olmuş, elleri titreyen kızı çekip kaldırdı Haticaba…

Havlıdaki çeşmenin altında kızın ellerini yıkadı. Yaraların üzerine akan su değil biberdi sanki… Su aktıkça kızın yaralarının kenarındaki etcikler beyaza kesiyor, sağa sola oynuyorlardı…

Kolundan çekerek hem sündürme, hem yatak odası olan evin en büyük odasına soktu kızı… Tansiyonu hala tepesinde olmalıydı!

Biraz biraz etraf dönüyor ve kararıyordu…

Kızın ağlaması hiç durmamıştı. Ses tonu düşse de içini çekiyor, burnundan sümükler akıyordu. Gözleri lokma lokma olmuştu zavallının…

Haticaba kızı sert de olsa yatağın kenarına oturttu…

Çeyizi olan, üzerinde oymalar bulunan evin tek dolabından eskice bir çarşaf çekti çıkarttı.

Zaten çürümeye yüz tutmuş çarşafın kenarını dişledi… Uzun bir kaç şerit kesti.

Sündüscüğün önce sağ, sonra sol elini kestiği çarşaf parçalarıyla sardı. Kıza yatağı açtı.

“Şimdi biraz uyu” deyip üzerini örttü…

Kız iki büklüm kıvranıp öylece kaldı…

Haticaba sündürmenin kapısını çekip aşevine doğruldu…

Duvarda çivide asılı olan orta büyüklükte tencereyi uzanıp aldı.

Köşede üzeri örtülü küpün üstünü açtı. Elindeki maşrapayla düşüncelere dalarak tencereye su koydu.

Avlunun köşesinde kurulmuş odun ocağında sabahtan beri beyazlar kaynamaktaydı.

Eline aldığı iki bezle kazanın iki yanından tutup aşşağıya indirdi…

Halen kafası tam olarak yerinde değildi…

“Gitmeycem” dedi “böyün bağa… Gız da evde yalınız, gitmeycem” dedi... “Varsın böyün gündelik yansın!”

İçine su koyduğu tencereyi ocağa koydu.

Ocağın altına biraz daha odun sokuşturdu.

“Gaynasın su guru pakla atayım bişsin, olsun bitsin” diye düşündü.

Kendini sanki bir çuvalmış gibi oracığa atıverdi.

Çemberinin kenarıyla yüzünü gözünü sildi. Kızının kanı bulaşmıştı, önlüğüne gözü takıldı… Gözünden iki damla yaş süzüldü…

“Eyiliğin içindir anam” diye mırıldandı. “Eyiliğin içindir… Böyüyünca anlaycan beni. Varsın şimdi sevme böyle yaptım diye, varsın sevme.”

Ocağın ateşine gözü daldı gittiiii…

Anasının ağlamaları halen kulağındaydı… Yıllar öncesindeydi şimdi. Kucağında henüz yürümeyen Hasan  eteklerinde yapışılı, üç evlat daha.

Atlı İngiliz askerleri hırsızlık yaptı diye alıp gitmişlerdi babasını elleri kelepçeli… Geçirmişlerdi kahvenin önünden… Başı öndeydi babasının, tek kelime çıkmamıştı ağzından.

Son görüşüydü onu...

Anası, ahhh anası dört çocukla kala kalmıştı… Ağa evlerine hezmekarlığa giderek bakmaya çalışmıştı evlatlarına…

Belki üç, belki dört sene sonrasıydı… Zaten cılız olan anaları iyiden iyiye zayıflamış göz altları çökmüştü…

Sabah bulmuşlardı fakiri, yastığında biraz kan, gözleri tavanda...

İnce hastalık  dedilerdi…

Haticabayı ve ondan bir yaş küçük kızkardeşini şehere bir zengin evine hızmetci vermişlerdi… Daha küçük iki erkek kardeşi de köyde bir ağanın yanına çoban...

İrkildi, yerinde doğruldu Haticaba. Kalbinde bir acı duydu yeniden… “Annaycan şimdi değil ama biraz daha annaycan beni anam… Eyiliğin içindir annaycan.” Acı acı güldü… İşte şimdi çocuklar gibi ağlıyordu…


Ömrü boyunca hep fakir-fukaranın yanında durdu…

Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz emektar sendikacı, sol hareketin Londra’daki önderlerinden Kamil Ahmet anısına, sosyal medya sayfası açılarak yoldaşlarının ve arkadaşlarının anıları toparlanmaya başlandı… Ömrü boyunca hep fakir fukaranın yanında duran, onlara destek olan, kendisi de çok yoksul bir aileden gelerek Londra’ya göç etmek zorunda bırakılan Kamil Ahmet’i biz de sevgiyle anıyoruz… O ve onun gibi solcu önderler olmasaydı, Kıbrıs’ta sekiz saatlik çalışma yaşamı, sosyal sigorta hakkı gibi haklar kazanılamayacaktı – onlar Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum emektar sendikacılar ve sol liderler olarak çetin mücadeleler vermişler ve bu hakları kazanmışlardı… 1950’li yıllarda her iki toplum adına oluşturulmuş “yeraltı teşkilatları”nın ilk hedeflerinin sendikacılar ve sol önderler olması bu yüzden şaşırtıcı değildi – 1958’lerde öldürülenler, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum sendikacılar ve solculardı… O yıllarda her iki toplumda da bu “yeraltı teşkilatları” toplumlarımızı terörize ederek onları birbirlerinden koparmak, ayrı gettolara tıkıştırmak, ayrıştırmak ve birbirne düşman kılmak için çok yoğun çaba harcadılar, iki toplumun işbirliğini savunan insanlar göz göre göre öldürüldü, dövüldü, ülkeden kovuldu ve uzun yıllar sürgünden dönemediler çünkü haklarında çıkarılmış “Vur emri” bulunmaktaydı… Kamil Ahmet de işte bu badirelerden geçmiş bir işçi lideriydi…

ARTUN GÖKŞAN LURUCİNALI’NIN HATIRALARI…

Özellikle Londra’da yaşamını sürdüren ve Kamil Ahmet’i yakından tanıyan dostları ve yoldaşları, onunla ilgili hatıralarını ve ellerindeki fotoğrafları “Kamil Ahmet anısına” başlığıyla açılan sosyal medya sayfasında paylaşmaya başladılar.

Artun Gökşan Lurucinalı da, “Kamil Ahmet Anısına” açılan sosyal medya sayfasında geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz, ömrünü sol mücadeleye adamış olan ve “Teşkilat”ın hakkında “ölüm emri” vermiş olduğu rahmetli Kamil Ahmet’le ilgili “Kamil abiyi anarken” başlıklı yazısında şöyle dedi:

“Kamil Ahmet abiyi ben 1979 yılında tanıdım. Öğrenci olarak Londra’ya gelmiştim ve Hackney College’de A-Level eğitimi yapıyordum. Şu anda Kıbrıs’ta veteriner olan yeğenim Ramadan Gökşan, İstanbul’da eğitim görürken, aynı yıl tatil için Londra’ya gelmiş, sonrasında bir süre burada kalmaya karar vermişti.

 

DEMOKRASİ DERNEĞİ…

Ramadan Gökşan Londra’da kalmaya karar verince, birlikte Hampden Road’da bulunan Demokrasi Derneği binasına gittik. Ben sol hareketle bu binada tanıştım. Toplantılara, seminerlere katılmaya, siyasal, kültürel ve sosyal çalışmalarda aktif rol almaya başladım. Bizden eski kuşaklardan olan Kamil abiyi, Sadi amcayı, Nurettin Seferoğlu’nu, Salih Gimişi’yi, İrfan Salih’i, Hulus İbrahim’i, Süleyman Usta’yı, İbrahim Usta’yı, Mustafa Kale’yi, köylüm olmasına rağmen Mustafa Denizer ile Murat dayıyı burada tanıdım.

Daha genç nesilden olan, KÖGEF kuşağından gelen ve bugüne kadar birçoğu ile temaslarımızın devam ettiği çok sayıda arkadaşı da bu çalışmalar sırasında tanıma olanağı buldum.

 

ÇINARSPOR’UN KULÜP BAŞKANIYDI…

Londra’dan ayrıldığım 1981 Eylül ayına kadar, Kamil abi ile kimi sosyal ve politik çalışmalarda birlikte olduk. Sol hareketimizin futbol takımı olan ve Londra Türk liglerinde oldukça başarılı olan Çınarspor’un kulüp başkanlığını yapan Kamil abinin her zaman yanında yer aldık.

Antrenörlüğünü Asım Dilaver arkadaşımızın yaptığı Çınarspor takımının ben de sürekli antrenmanlarına katılıyor, futbol oynamamama rağmen, onlara saha kenarında destek olmaya çalışıyordum.

 

HACKNEY KIBRISLILAR MERKEZİ’NDEYDİ…

Kamil abiyle daha sonra 1976’da kurulan Hackney Kıbrıslılar Merkezi’nde birlikte olduk. Onun teşvik ve desteğiyle 1980 yılında yapılan Genel Kurul’da ben ve yeğenim Ramadan Gökşan, iki Kıbrıslı Türk olarak yönetime girip çalıştık. O zamanlar, Kıbrıslı Rumlarla birlikte çalışmanın “yasak” ve “tehlikeli” olduğu bir dönemdi. Kamil abi ve o dönemde bu derneğin çalışanlarından Yaşar İsmailoğlu ile dikkatli ve özverili çalışmalarda bulunduk.

 

BIKIP USANMADAN ÇALIŞTI…

Kamil abi Londra’ya ayak bastığı ilk günden başlayarak örgütlerde olan çalışmalarına hiç ara vermedi. Hayatının son gününe kadar dur durak bilmedi. Demokrasi Derneği’nde, CTP Londra örgütünde, Çınarspor’da, Kıbrıs Türk Toplum Merkezi’nde, Toplum Postası’nda ve Hackney Kıbrıslılar Merkezi’nde bıkmadan usanmadan çalıştı. Sırasında emeğini, sırasında mali desteğini hiç esirgemedi. Herkese yardım elini uzattı.

Hackney Kıbrıslılar Merkezi’nin kapanmaya yüz tuttuğu bir dönemde, onu yeniden canlandırmak için kolları sıvayan ve gerekli insanları biraraya toplayarak derneğin yeniden canlanmasını sağlayan yine Kamil abiydi.

Uzun zaman bu derneğin başkanlığını da yapan, ama sırası geldiğinde çekilmesini ve derneğe aktif bir üye olarak destek vermesini de bilen, alçakgönüllü, efendi bir kişiliği vardı.

 

GEÇEN AY ONA TEŞEKKÜR PLAKETİ VERİLMİŞTİ…

Hackney Kıbrıslılar Merkezi’nin 29 Şubat 2020 Cumartesi gecesi yapılan yardımlaşma ve eğlence gecesinde Yönetim Kurulu, Kamil Ahmet’e derneğe yaptığı katkılarından dolayı bir Teşekkür Plaketi vermiş ve onu Onursal Başkan olarak ilan etmişti.

Kamil Ahmet’in hayatını sayfalara sığdırmak olanaksız. Facebook’ta açılan bu sayfada hepimiz Kamil abi ile olan anılarımızı ve çalışmalarımızı aktardığımız zaman ortaya çok büyük bir arşiv çıkacak. Bu bile Kamil abinin hayatını anlatmaya yetmeyecek.

Resim: Hackney Kıbrıslılar Merkezi Yönetim Kurulu üyesi Nurgül Ballı, Kamil Ahmet’e derneğe yaptığı katkılarından dolayı Teşekkür Plaketi takdim etti ve onun Onursal Başkan seçildiğini ilan etti.”


Seferis’in çektiği bir fotoğraf…

“Eski Fotoğraflar” sosyal medya sayfasında bu fotoğrafı paylaşan Andreas Pittas, bunun Cikko yöresinde 1953’te çekilmiş olduğunu söylüyor…

Bize bu fotoğraf hakkında bir not gönderen Kiriakos Antikiros ise bu fotoğrafın Nobel ödülü kazanmış ünlü şair George Seferis tarafından, Kıbrıs’ı ziyaretlerinden birisinde çekildiğini söylüyor…

DEVAM EDECEK